Bugün; 12 Ekim 2024, Cumartesi
YAZAR- ŞAİR AHMET EFE İLE ŞİİR ÜZERİNE SOHBET
Tarih : 2023.01.14  13:26:27
Şiirden romana, hikâyeden çocuk kitabına, resimden minyatüre, birçok alanda eser üreten yazar ve şair Ahmet Efe ile şiir üzerine bir sohbet.

Şiirden romana, hikâyeden çocuk kitabına, resimden minyatüre, birçok alanda eser üreten yazar ve şair Ahmet Efe'nin hayatı, eserleri, sanata bakışı ve şiir üzerine bir sohbet.

Nar Yayınları tarafından tüm şiirleri tek ciltte okura sunulan Ahmet Efe, küçük yaşlarda kitaba ve sanata yönelmesinde, yetiştiği aile ortamının etkili olduğunu belirterek, "Babam müftü olduğu için bizim evimizde daha çok Arapça eserlerden müteşekkil büyük bir kütüphane vardı. Biz babamın kitapları arasında, onun sohbetleriyle büyüdük. Onun edebiyata, şiire düşkünlüğü vardı. Sanat faaliyetlerini de az çok takip ederdi, bilirdi. Bize de şiir yazmayı, kitap okumayı sevdirdi. Onların bize verdiği şekil, biçim ve özle bugünlere geldiğimizi söyleyebilirim." dedi.

Üretken olmasındaki önemli sebeplerden birini, imam hatip okullarında okumasına bağlayan Efe, şunları kaydetti:

"Geçmişe baktığım zaman imam hatip okulunda okuduğum için Rabbime hamd ediyorum. Sonra Erzurum'da Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde çok değerli hocalarımız oldu. Mesela Muhammed Hamidullah merhum, üniversitemize konferans için gelmişti. Daha başka hocalarımız da vardı. İmam-hatip okulunda da çok faal bir öğrencilik hayatımız geçti. Okulun son sınıfında bir yarışmada derece almıştım. Hikâyelerim kitap olarak basılmıştı. Henüz 18 yaşındaydım ve iki kitabım neşredilmişti Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında."

Ahmet Efe, imam hatip okullarının çok kıymetli olduğunu vurgulayarak yetişmesinde itici güç olduğunu dile getirdi.

Gençliğinden itibaren özgür yaşamaya ve serbest düşünmeye kendisini mecbur hissettiğini kaydeden Efe, farklı disiplinlerde eser üretmenin yapısına daha uygun olduğunu aktardı.

Efe, şiirin kendisi için özel bir yeri olduğunun altını çizerek, "Edebi çalışmalar arasında şiir yazdım, romanlar, hikâye kitapları yayınladım. Resim dersen zaten o ayrı bir dünya yani günlerce, saatlerce, bıkmadan, usanmadan minyatürler çizdiğimi biliyorum. Ama tabii şiire biraz daha düşkünlüğüm var. Hem klasik divan edebiyatımıza hem halk ozanlarımızın şiirlerine aşina olmaya çalıştım. Onlarla çok geceler geçirdim. Dolayısıyla şiirde bir şeyler yapmaya çalıştım ama belki biraz istikbale ait şeyler. Gelecek kuşaklar ne söyleyecek bilmiyorum kitaplarımız ve çalışmalarımız hakkında." diye konuşan Efe şöyle devam etti.

"İnancım, kültürel yapım, bize ait öz medeniyetimiz benim için her şeyden önemli. Belki ilahi bir hoşnutluğu kazanma uğruna bir mücadele verdiğimizi söyleyebilirim. Benim çocuk edebiyatıyla ilgili çalışmalarımda da asıl amaç budur. Çünkü bizim zamanımızda, çocuklarımızın okuyacağı milli manevi değerlerimize yönelik kitap sayısı çok azdı. Biz orada acaba bir şeyler yapabilir miyiz, köylerimizdeki çocuklarımıza, okuyacakları hikâyeler, şiirler yazabilir miyiz diye düşünüyorduk. Bunlar tabii bizim kendi medeniyetimize ve kendi milletimize bağlı, o değerlere, dinimize saygılı eserler olsun. Yani didaktik çalışmalarımız daha çok bu amaca yönelik. Bir hikâye, bir şiir yazıyorsunuz ama orada çocuğu kendi inancından, değerlerinden koparacak şeyler söylediğinizde bence ona ihanet etmiş olursunuz. Bütün gayemiz kendi inancımıza bir şekilde hizmet etmekti. Başka bir gaye inşallah olmamıştır. Yani olduysa da Allah'ın affını talep ederim."

Yazar ve Şair Ahmet Efe, Konya'da bulunduğu yıllarda sinemayla uğraştığına da işaret ederek, "O dönem, çocuklara yönelik 6 uzun metraj sinema filmi çektik. Bunlardan bir tanesini Yücel Çakmaklı yönetmişti, ben yönetmen yardımcısı idim. Daha sonra bana 'Sen bundan sonra yönetebilirsin.' dedi ve yönetmenlik tecrübem de oldu. 2 sinema filmi çektim, çocuklara yönelik. Dolayısıyla hem Yeşilçam dünyasını hem sinemayla ilgili çalışmaları da yakından takip etme imkânım oldu. Ama iş ekonomik sebeplerden devam edemedi. Biz hem kısa metraj 10'a yakın çocuk filmi, hem 6 uzun metraj sinema filmi çektik. Onlar da aslında televizyonlarda filan oynadı." ifadelerini kullandı.

Yücel Çakmaklı'nın yönettiği, Çetin Tekindor'un başrolünde olduğu Son Türbedar filmine Nurettin Özel'le birlikte senaryo katkısı veren Ahmet Efe, Türk milletinin kendi hikâyelerini anlatacağı filmler çekilmesinin önemine değinerek, hem fikri hem de ekonomik kapasitesi olan gençlerin sinemaya yönelmesinin değerli olduğunu söyledi.

Diyanet Çocuk dergisinin çıkışında yer alan ve daha sonra Kandil Çocuk dergisini okurla buluşturan Efe, Türkiye'de çocuk edebiyatı alanında yayıncılık sektörünün çok ilerlediğini aktararak, "Kitaplarımızın yabancı dillere çevrilmesi konusunda da gayret gösteriliyor. Arapçaya çevriliyor, Kırgızca oluyor, bazıları İngilizceye çevriliyor. Bir de çocuk kitapları için çizim yapan ressamların da çok kaliteli, çok ileriye doğru gittiğini görüyor ve seviniyorum doğrusu." dedi.

Usta yazar, geleneksel sanatlar alanında da Türk sanatçıların ileri seviyelere geldiğini aktararak, "Ancak popüler kültür ve diğer alanlarda dünya çapında üretim yapan sanatçılarımız olduğunu göremedim. Özellikle dijital mecraları biraz lüzumsuz ve vakit kaybı olarak görüyorum. Google'dan filan bir şeyler sorup öğrenmek yerine insanımıza derli toplu bir kitaptan okuyup öğrenmesini tavsiye ederim. Çünkü o mecrada bilgilerin büyük bir kısmı belki mübalağa olmasın ama yüzde 50'ye yakını yanlış bilgilerdir. Hele hele dini mevzularda, insanlar sanki kendileri otoriteymiş gibi istedikleri fetvayı rahatlıkla veriyor. Yani bunlardan kaçınmak lazım diye düşünüyorum." şeklinde konuştu.

Genç kuşaklara çok okumaları yönünde tavsiyede bulunan Efe, "Belki günlerce, aylarca televizyon seyreden bir adamın kültür seviyesiyle bir ya da iki kitap okumuş bir gencin kültür seviyesi arasında ciddi fark vardır diye düşünüyorum. Çünkü birisinde hem ruh, hem göz, hem beden her şeyiyle ona sahip çıkıyorsunuz, öbüründe sadece seyredip geçiyorsunuz, unutuyorsunuz. Yani unutmamak için de, kültürün kalıcı olması için de bu eserlere, basılı evraka eğilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim en çok muhtaç olduğumuz kültürlü insandır. Hem soru sorarken kültürlü hem de cevap verirken bilgili olmak icap eder." diye konuştu.

Efe, dünyanın geçip giden bir yer olduğunu dile getirerek, "Biz neticede belli bir istikamete doğru gidiyoruz. Yani kıyamete doğru gidiyoruz. Ben de hem bizi okuyan kardeşlerimize hem de kendi nefsime derim ki, 'Sen ne yapabiliyorsan, onunla meşgul ol' başka şeyler seni çok ilgilendirmez." değerlendirmesinde bulundu.

Ahmet Efe'nin eserleri:

Öykü: Hançer, Bilgin ile Kayıkçı/Mevlana’dan Hikayeler, Bir Savaş Oyunu, Dağdaki Oyuncak, Define, Dünyaya Gülmek/Minyatürlerle Nasreddin Hoca Fıkraları, Sönmeyen Yıldızlar, Uçurtmam Kuşlardan Güzel, Hançer, Sis

Şiir: Işığın Yüreği (Daha sonra Benim de Uçaklarım Var adıyla yayımlandı), Zümrüdüankayı Arayan Çocuk, Hüma, Bir Yalnız Ağaç, Hasretin Yedi Rengi, Bütün Şiirleri

Masal: Keloğlan Keleşoğlan, Ağacın Rüyası, Anadolu Masalları, Gökkuşağındaki Salıncak, Kafdağındaki Adam, Masal Rüzgarı, Minyatürlerle Dünya Masalları, Tuzaktaki Kaplan/Beydeba Masalları

Roman: Yunus, Bilal'in Çiçeği, Bozkır Yılanı, Son Av, Köse Mihal, Kutlu ile Melinda, Buz Kırığı, Zenadika.

Tarih: Malazgirt'ten Söğüt'e, Söğüt'ten Viyana'ya.

Yazar ve Şair Ahmet Efe ile şiir üzerine bir sohbet:

Şiirde geleneğin çerçevesi nasıl çizilebilir?

Geleneği, topluma geçmişten tevarüs eden her türlü birikim olarak gördüğümüzde onu göz ardı etmemizin mümkün olmadığı bellidir. Bize göre, ecdadımızın uzun asırlar içinde oluşturduğu maddi ve manevi yadigâra sırt dönmek asla doğru değildir. Bu sebeple üreteceğimiz her türlü sanat eserinin geçmiş kültürümüzün temel taşları üzerine konulacak yeni yapı malzemeleri olması kaçınılmaz olur. Büyük inkâr ve hoyratlıkla geçmişi ret tavrı insanî olmadığı gibi hayatın gerçeklerine de isyan demektir. Hiçbir yapının temelsiz olmayacağı bellidir. Şiir dediğimiz edebî sanat dahi bu kuralın dışında düşünülemeyeceği için onu geleneğinden koparmaya çalışmak beyhude bir çaba olacaktır. Bir eserin geleneğe yaslanması ile tam olarak taklidi başka başka şeylerdir. Bu durumda “yeni” dediğimiz şiir de durağanlaşmış bir taklitten öteye geçmeli ve “kökü maziye dayalı bir âtî” düşüncesinden neşet etmelidir.

Gelenek kavramı; divan, tekke, halk şiirinin yanı sıra modern şiiri de kapsar mı ya da tam olarak bu kelimenin kapsama alanındaki şiir odakları hangileridir?

“Modern” kelimesinin bizim zihnimizde olumlu bir manayı canlandırmadığını peşinen ifade etmeliyiz. Zira ecnebi (Fransız) kökenli bu kelime ve etrafında oluşmuş kavramlar silsilesi husûsen bizim “Müslüman” kimliğimizi hedef alan yabancı bir silah gibi görünüyor. Sanki bu silahla atalarımızın oluşturduğu bütün manevi kültür yapıları vurulacak, gönül bahçelerimiz kurutularak medenî birikimlerimiz yok edilecektir. Bir “devrim” kurşunu ile can verme endişesi taşımanın hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Nitekim bu zehirli kurşunlarla yere serilmiş nice zevatı görüyor ve onların kendi öz kültür ve medeniyetlerine ne kadar yabancı kaldıklarını acıyla müşahede ediyoruz. Söz gelimi geçmişi inkâr adına işlenen devrim cinayetleri, İslâm ve Osmanlı düşmanlığı, halk ve daha çok tekke ve divan edebiyatı küçümsemesi bize göre en büyük kötülükler arasındadır. Böylece bütün köprüler yıkılmak ve bütün temeller çürütülmek istenmiştir. Bu tür bir eylemi çağdaşlık, batılılaşma yahut modernlik olarak takdimin hiçbir kıymeti harbisi yoktur. Şimdi adına “modern şiir” denilen yeni tarzın toplumumuzda ne kadar kabul gördüğü ve hangi faydalı yapıyı oluşturduğu sorgulanmalıdır. Hiçbir mısrası ezberlenmeyen, ne dediği belirsiz, ilgili ilgisiz kelimelerden oluşturulmuş pek acayip bir yapıya “şiir” denilmesi ne kadar doğrudur? Küçük bir bestenin bile belli bir disiplin içinde inşa edilmesi mecburken o besteye güfte olması beklenen şiirin içine düşürüldüğü karmaşa affedilebilir bir şey değildir. Hem uzun asırlar içinde oluşmuş bir şiir anlayışı bir anda tepetaklak edilebilir mi? Bu yaklaşım insanlığın önder ve üstad saydığı o kadim şairleri hiç mesabesinde görmek değilse nedir? Demek ki insanlığa önderlik yapmış o dahiler bugünkü çömezler nazarında bir kıymet ifade etmemektedirler. Onların değer verdiği vezin, kafiye, aruz, hece gibi kuralların hiçbir önemi yoktur! Bunu nevzuhur bir türedi anlayış olarak görmemiz modernistlerin hoşuna gitmeyebilir ama bizim başka şey söyleme lüksümüz yoktur. Modernizmin gelenekle savaşa tutuşmak için üretilmiş bir yapı olduğu kabulüyle onu gelenekle ilişkilendirmemiz mümkün değildir. Bizim kabule pek yanaşmadığımız bir şey olmakla beraber belki ileriki dönemlerde modern şiir de kendi geleneğini (!) oluşturacaktır.

Geleneği reddetmek ya da geleneğin karşısında durmak şiir adına mı yoksa şairin kendi geleneğini oluşturma çabası adına takınılan bir tavır mıdır?

Geleneği ret, kıymeti harbiyesi olmayan bir eylemdir ki, belki kendisi hiçbir şey olamamış şair taslağının küçük kapris ve kibrinin eseridir. Onun kendi geleneğini oluşturmak gibi ulvî bir düşüncesi olduğunu kabul zor görünüyor.

Ahmet Efe şiirinin gelenekle ne tür bağları vardır? Şekil, içerik, hayal unsurları bağlamında neler söylemek istersiniz?

Daha önceki ifadelerimizden anlaşılmıştır ki biz geleneğimize bağlı, kendi kültür ve medeniyetimize hayran ve bilhassa İslamî esaslara bağlı kimseleriz. Şu üç günlük dünya hayatının gelip geçici olduğunu kabulle “Hay” ve “Bâki” olanın yüce Allah olduğunu ikrar ediyoruz. İnsanlığın kazandığı her başarının Allah’ın lütfu sayesinde gerçekleştiğine inanıyor ve bu başarılardan nefislere bir pay çıkartılmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz her vakit ecdadımızın mirasına saygı duyuyor, ürettikleri eserleri hayranlıkla okuyup anlamaya çalışıyoruz. Kurdukları sistemi özümseyip daha iyisinin nasıl yapılabileceği hususunda kafa yoruyoruz. Çağın getirdiği bütün çarpık anlayışa sırt çevirip kendi tahir deryamızda yüzmeye çalışıyoruz. Halk, divan, tekke şiirine, koşma, varsağı, ilahi, gazel, mersiye ve benzer her türe ilgiyle yaklaşıyor ve onları terennümden zevk alıyoruz. Yazdıklarımızdan, onlarınkine benzer bir esinti gelebilirse mutluluk duyuyoruz. Bizim geleneğe bağlılığımız şekil, içerik ve hayal unsurlarından ziyade muhtevaya yönelik bir bağlılıktır. Yani biz ecdadımızın temiz itikadına hayranlıkla, dinimize hizmet için yaşamak istiyoruz. Bu uğurda hiçbir şan, şöhret, mevki, makam, para, pul filan talep edilemez ve ancak yüce Rabbin hoşnutluğundan bahsedilebilir. Bu safhada birilerinin bizi şuarâ zümresi arasında görüp görmemesi de bir kıymet ifade etmez. Kimin gerçek şair olduğunu gelecek kuşaklar belirleyecektir. Bir takım medyatik yorumların ve sosyal medya övgüsünün değeri yoktur!

Gelenekten beslenmeden ve sadece günümüz şairlerini okuyarak şiir yazma talimine başlayanlar şiirlerini geleceğe taşıyabilirler mi? Nasıl?

Bir şair adayının üç-beş kitap okuyarak bir yere gelmesi elbette mümkün değildir. Şiirin ilimsiz yazılamayacağı belli olduğundan geçmişe dair bilgi birikimi elbette gereklidir. Hele hele hiçbir ilmî geleneğe dayanmayan ve dinî hassasiyetlerden yoksun bir takım günümüz yazarlarının kitaplarını okuyarak şair olunacağı vehmine kapılmak acı verici bir son doğurur.

Geleneksel şiir denince neredeyse toplum tarafından kanıksanan ve adına “halk şairi” ve “divan şairi” denilen şairler için “yazacaklarını yazmış ve edebiyat tarihinin tozlu sayfaları arasında yerini almışlardır” düşüncesi size göre şiirimizin önüne örülen bir duvar mıdır? Değilse Türk şiirinin yeniden inşası denebilir mi?

“Edebiyat tarihinin tozlu sahifeleri…” İşte bu, tam da modernistlerin tarifi olup, çağdaşlık adına işlenecek bir cinayeti itiraftır. Bu millete düşman olmayan hiçbir kimse tarihimizin tozlu sahifelerinden bahsedemez. Bu tıpkı insanlığın yaşadığı en kutlu çağ olan “Orta Çağ”ı karanlık bir dönem olarak takdime yeltenen Peygamber düşmanı müsteşriklerin ifadesine benzemektedir. Bir milletin tarihî geçmişi onun en kıymetli hazinesi değil midir? Hele hele bizim milletimizin yüce İslâm ile kurduğu bağdan sonra bu dine hizmeti sayesinde kazandığı üstün başarı ve ürettiği sayısız medenî eser nasıl tozlu sahifeler olarak görülebilir ki? Tam aksine bizim geleneğimiz arı duru, aydınlık ve huzur vericidir. Sadece bir edebî ürün olan geçmiş şiirimize bakmak bile bu aydınlığı görmek için yeterli olacaktır. Bilhassa divan edebiyatında oluşturulmuş mazmunların bizim gönül sesimiz olduğu apaçık görülür. Daha çok deyim ve atasözlerimizle süslenmiş halk şiirimizde asla toz kabul etmeyen mücevherler gibidir. Eski şairlerimizi söyleyeceklerini söyleyip geçmiş ve artık görevlerini tamamlamış kimseler gibi görmek bize göre apaçık bir cehalet sergilemektir. Daha önce de söylediğimiz gibi şiir ancak ilimle yazılabilir.

Her şairin yazıya dökmese de elbette şiir üzerine düşünceleri, poetikası vardır. Düşünce dünyanızda bu hususta neler canlanıyor?

Sorunuza birkaç başlık altında kısaca cevap vermek isterim. Bize göre:

Şiir sevda işidir.

Şiir ve sanatta asıl gaye “İlahî hoşnutluk” olmalıdır.

Şiirde en önemli unsur “muhteva” olmak gerekir.

Şiirin kendi disiplinine tabi olması esaret değil, hürriyettir.

Şiir ve musiki ikiz kardeşler gibidir.

Bir şairin söyleyebileceği en güzel söz: “Allah’tan başka her şey batıldır. Her nimet de muhakkak zevale mahkûmdur!” sözüdür.

(Yukarıda tercümesi verilmiş olan Arapça şiir Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olmuş “Muallaka” şairlerinden Lebid b. Rebia’ya aittir.)

Kelimenin ötesinde kavram durur. Şiir sanatı da diğer bütün sanatlar gibi Allah ve toplum içindir. Estetik kaçınılmazdır.

Hece, milli şiirimizin temel direklerindendir.

Her şiir yeni bir doğumdur.

Şiir, “Sanat sanat içindir” gibi ucuz gerekçelerle kutsallaştırılmamalıdır.

Kafiye vazgeçilmez bir imkândır ve her şiirde kendiliğinden doğmalıdır.

İlimsiz şiir olmaz.

Okuyanını teshîr etmeyen ve ezberlenme isteği uyandırmayan söz yığını şiirden sayılmaz.

Şiir dilin değil, gönlün sesidir.

Sizce geleneğe bağlanmak bugünden geçmişe gitmek mi, geçmişi bugüne taşıyarak yeniden inşa etmek midir?

Geleneğe bağlanmak, geçmişe takılıp kalmak şeklinde anlaşılamaz. Bilakis geçmişe dair her türlü bilgi birikiminden istifade etmek, bize ait kültürü tanımak ve bilhassa kurulmuş inanç medeniyetimize olan sadakatimizi göstermektir. Elbette onun omuzlarına yaslanıp ileriye doğru koşmak daha doğrudur. Yeni bir inşa, geçmişin temel değerlerine bağlanmadıkça köksüz bir ağaç gibi kuruyup gidecektir.

Türk şiirinde geleneği çağın getirdikleriyle sentezleyip yeniden üreten şairler hakkında neler söylersiniz?

Geleneği çağın getirdikleriyle sentezleyip yeniden üretebilen şairlere selâm olsun…

Geleneği bilmek günümüz şairi için bir zorunluluk mudur? Kendinden önceki şiir mirasının bahçesinde gezmeden de şair olunabilir mi?

Böyle bir zorunluluğu en azından ilmî bir birikim için kabul edebiliriz. Her sanatın kendine has bir disiplini olduğunu kabul ediyorsak geçmiş şairleri ve eserlerini tanımadan iyi bir şair olunacağını da kabul edemeyiz.

Geleneği sürdürmek mi gelenekten beslenmek mi önemlidir ve bunun bir ölçüsü veya dozajı olmalı mıdır?

Geleneğin aynen sürdürülmesi zamanın icapları sebebiyle mümkün değildir. Herhalde yapılacak iş, ondan beslenmek olmalıdır.

Geleneğe ait malzeme özgünlüğün önünde bir engel teşkil eder mi?

Özgünlüğün göreceli bir şey olduğu ve herkese göre farklı bir şekil aldığı bellidir. Gelenek niçin bu özgünlüğün engeli olsun? Bilakis onu tanıyarak taklide düşmeden çok daha orijinal ve özgün bir duruş sergilenebilir.

Modern gelenekçi ne demektir? Bu sıfat hangi şairlerimiz için kullanılabilir?

Herhalde geleneğin muhtevaya dair bahislerini özümseyerek yeni tarz ve daha çok serbest şiirler yazmaya çalışan kimseler için “modern gelenekçi” tabiri kullanılıyor. Burada kulağa pek hoş gelmeyen bu nitelemenin içine giren şairlerin isimlerini sıralayarak yeni bir polemik başlatmamız doğru olmayacaktır.

Geleneği yalnızca şiir ve teknik bahsinden ibaret mi görmeliyiz edebiyat dünyasında yoksa şair tavrının, yaşayışının da yaslanması gereken bir gelenekten bahsedebilir miyiz?

Gelenek dediğimiz şey sadece şiir yahut onun teknik bahislerinden ibaret olamaz. Bilakis bundan kasıt öze dair kabullenişler olsa gerektir. Bir söz söyleme sanatı olarak gördüğümüz şiir de asıl gaye nedir? Eski şairlerimizin hayat tarzları ve düşünce dünyaları nasıldı? Neye inanır, hangi ahlâki kurallarla hareket ederlerdi? İddiaları ile yaşayışları arasındaki uyum nasıldı? gibi sorulara cevap aramak gereklidir. Herhalde şiiri kutsal bir gaye için vasıta kabul edenlerin “kal”den önce “hal”e dair endişe taşıması icap eder.

Selam hidâyete tabi olanlaradır.

Bu haber toplam 874 defa okunmuştur
Haberi Paylaş :
KÜLTÜR-SANAT

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi