
- » TYB' DE CENGİZ AYTMATOV KONUŞULDU
- » KADİR GECESİ ŞİİRİ
- » GÜNÜN ŞİİRİ: HOŞ GELDİN
- » ERBAKAN HOCAM şiiri
- » Aydınlar Ocağı’ndan Parlaktürk’e vefa
- » GÜÇLÜ: “ÜSTÂD, BİZİM MUSA’MIZDIR!”
- » Gıda Katkı Maddeleri Gerekli mi, Zararlı mı, Helal mi?
- » VEFATININ 10. YILINDA MERHUM SULTANÜ’L VAİZİN TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ ANILDI
- » 28 ŞUBAT DARBESİNİN 24. YILDÖNÜMÜ
- » Vefatının 10. Yılında ÖNGÖRÜ ve GÖREV ADAMI Olarak NECMETTİN ERBAKAN
- » AK Parti Konya ilçe adayları belli oldu
- » Başkan Altay: Bizim Vizyonumuz Gönüllere Girmektir
- » AK Parti’nin Konya Büyükşehir Adayı Başkan Uğur İbrahim Altay Oldu
- » AK Parti Meram İlçe Yönetimi belli oldu
- » Konyaspor kupaya galibiyetle başladı
- » Konyalı milletvekillerine yeni görev
- » Konya evladına sahip çıktı
- » KAZANAN MİLLET, KAYBEDEN YOK
- » TEK BAŞINA, İŞ BAŞINA
- » Haydi sandığa...
- » Kombassan Anadolu'da ağırlığını hissettiriyor
- » Müsiad'dan Kombassan'a 4 ödül
- » Kombassan 5 şirketi ile listede
- » ASKON heyeti, Urfa’dan verimli görüşmelerle döndü
- » Komyapı yeni projelere start verdi
- » ASKON İnşaat Sektörünü değerlendirdi
- » ÜNSA1’da mülakatlar yapıldı
- » Kombassan Rulman başarılı şirketler arasında
- » Kombassan'da eğitimler sürüyor
- » Golda'ya tüketicilerden ödül
- » Gazze'de kalıcı ateşkes sağlandı
- » Belediye Meclisleri İsrail'i kınadı
- » İsrail zulmü devam ediyor
- » Zulüm sürüyor, 683 idam kararı daha
- » "Mevlana anlayışına ters düşen yapılaşmaya izin vermeyin"
- » Konya'dan, Mısır'daki idam kararına protesto
- » “Kırım’ın Rusya’ya bağlanması kabul edilemez”
- » Konya’da, Abdülkadir Molla’nın idamı protesto edildi
- » KATLİAMA DÜNYA SESSİZ
- » Mursi, konuşmasını yarıda kesip ezan okudu
- » ŞANLIURFA’NIN KALBİ ŞİİRLE ATTI
- » KONYA ŞAİRLERİ ANADOLU ŞİİR AKŞAMLARINDA
- » Salih Sedat Ersöz'den Filistin Kitabı
- » Cemil Paslı'dan Yeni Kitap
- » SALİH SEDAT ERSÖZ SELÇUKYALI ŞAİRLERLE BULUŞTU
- » YAZAR- ŞAİR AHMET EFE İLE ŞİİR ÜZERİNE SOHBET
- » “Dünya o irfana geri dönecek”
- » Aydınlar Ocağı'nda Aşıklık Geleneği
- » FETİH VE AYASOFYA ŞİİRİ
- » TYB’de Seyyid Harun Velî konuşuldu
- » “En Yüce Dosta”
- » Azmin Zaferi
- » Osmanlı'da Ağaç Sevgisi
- » Yağış geliyor
- » Çevre dostu davranışları göstermeyen kişi
- » Müslüman Temizdir
- » İslam ve Çevre Ahlakı
- » Meram’da 2 bin fidan toprakla buluşturuldu
- » Müslümanın yaşam alanı Camiler olmalı
- » "2014’te 703 Bin Fidanı Toprakla Buluşturduk"
- » Selçuklu'da Otizm duyarlılığı
- » Karatay'dan Örnek Proje
- » Ramazan sigarayı bırakmak için fırsat olabilir!
- » Göz kuruluğuna dikkat!
- » Sigarayı bıraktıktan sonra kilo almayı önleyecek öneriler
- » Uyku sağlığı hakkında ‘doğru’ sanılan 7 ‘yanlış’
- » "GDO'lu ürüne toleransımız yok"
- » Taklit ve Tağşiş Yaptığı Kesinleşen Firmalar
- » Medical 2000 sağlık sektörünün geleceğinden umutlu
- » Hayvandan İnsana Geçen Hastalıklar Konusunda Bilinçlendirme Çalışması
- » Yeni eğitim-öğretim yılı başladı
- » Karatay Üniversitesi’nde “Meslek Ahlakı ve Ahilik Çalıştayı” Başladı
- » “Uzaktan Eğitim Gün Geçtikçe Önem Kazanıyor”
- » Ders zili çaldı
- » İmam Hatip Ortaokuluna sınavla öğrenci alınacak
- » Mümtaz Koru İmam Hatip’te Arapça Heyecanı
- » KOMEK Yaz Okulu protokolü imzalandı
- » Anadolu İmam Hatip Liseleri açıldı
- » Konya'da okullar tatil, TEOG sınavı devam...
- » 31 İlçede Büyükşehir’den Eğitim Desteği
- » Süper Lig'de görünüm
- » Süper Lig'de görünüm
- » Kocaman'dan Büyük Başarı
- » KONYASPOR TARİH YAZDI
- » Konyaspor'dan tek gol 3 puan
- » Konya'da kazanan çıkmadı 1-1
- » Konyaspor'a nefes aldıran 3 puan...
- » Beraberliğe razı olduk
- » Konyaspor'dan bayram hediyesi
- » Şampiyonu yenerek sezonu tamamlamak ne güzel
Yıl 2023. Şubat'ın altı (6)sı. Gece saat, 04 suları... İnsanların kan uykuda olduğu bir zaman diliminde, derinlerden gelen korkunç sarsıntı!
Zilzal. Bilinen adıyla "deprem"... Yani fay hattının kırılması ve arzın çökmesi... Belki de kıyamet provası ve belki de nefis planında azgınlaşan âdemoğullarına (bizlere), Cenab-ı Allah'ın keskin ihtarı...
Lâ ya'lemu'l ğaybe illallah...
Yalnız yalın hakikat şu ki; o dehşet anında mukadder ölümü, saliselik ensemizde yaşadık umumiyetle... Kaşla göz arasıydı mukadder ölüm.
Karanlığın ve korkunun en koyu sarmalında, duvardan duvara savrulurken; oturduğumuz binaların hangi tarafa yıkılacağını ve enkaz altında nasıl can vereceğimizi düşünmekteydik.
Dilimizde tek sermayemiz, derûnumuzdan bir çığ gibi kopan "Allah, Allah!" nidalarıyla acziyetimizin en mücerret beyanı hükmündeki acı çığlıklardı tavanlarda yankılanan!.
Bir-buçuk saate tekabül eden, o bir-buçuk dakikalık ürkütücü dehşet anı bitmek bilmiyordu ve "Kün feyekûn" emrinin yüce emîri (Zat-ı Zülcelal), celal sıfatıyla salladıkça sallıyordu durmadan.
Nice umutlar ve nice hayallerle kurulan sıcak yuvalar, enkaza dönüşmüştü ansızın. Nice umur görmüş analarla nice kahır yüklü babalar, ağır enkaz altındaydılar. Keza nice şıvgın delikanlılar, genç kızlar, masum çocuklar!..
Evet, şimdi sükût âlemindeydiler. Aman Ya Rabbi, el-aman!!!
Bir de henüz umutla bekleyenler vardı, canlı ve yarı canlı... Gözlerinin feri sönmemişti çoğunun. Bir ses ve bir ışık bekliyorlardı katlanmış ve dürülmüş zaman çerçevesinde…
Merkez üssü Kahramanmaraş olan tarifsiz sarsıntının şiddetiyle dağlar şerha şerha çatlamış, yer yarılmıştı!. Antakya (Hatay), Adıyaman, Malatya, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Kilis ve Şanlıurfa gibi hatırı sayılır kadim şehirler; farksızdı harabelerden.
Sadece devasa binalar değil, çağlara meydan okuyan ecdat yadigârı camiler, minareler, bedestenler dahi yerle yeksan olmuştu.
Oysa belleğimizde ne hatıraları vardı o tarihi dar sokakların, cumbalı evlerin, apartmanların ve kader birliği yaptığımız komşulukların...
Kur’anȋ ifadeyle Zilzal!!! Hem korkutucu, hem ürkütücü dehşetengiz ve de esrarengiz bir hadise!.. Müteharrik güç... Sonsuz kudret sahibinin, hikmet tecellisi ve uyarı sistemi...
"Amenna" diyerek, bu inanç manzumesini pek âlâ anladık da, ya peki zahirî manâda tehlikeye davetiye çıkartan mücbir sebepler?..
İnşasını üstlendikleri binaların malzemesinden çalarak, ucuza mal etme uğruna kolayca yıkılmalarına zemin hazırlayan firmaların, müteahhitlerin maşerî vicdanda affa uğramaları mümkün mü?!.
Onlar; bir değil binlerce canın katilidirler!.
Onlar; sönen ocakların ve dinmeyen tarihsel acıların birincil derecede failidirler!.
Onlar; kıyamete kadar beddua seanslarına maruz kalmaya mahkûm, ruhsuz ve nasipsiz yaratıklardır!.
Beton yığınları mezarları olsun inşallah!. Unutmadık, unutmayacağız!.
Ayrıca, felaketzede ve mağdur insanlarımız canlarıyla cebelleşirken; fırsatı ganimet bilip haneleri yağmalayan çapulcular!..
Issız viranelerde gece mücevher arayan kanı ve geni bozuk yamyamlar!.
Yardım malzemesi taşıyan vasıtaların önüne geçerek soygun yapan türedi haydutlar!..
Sizleri de unutmadık, unutmayacağız!.
Haricen; ilerlemiş yaşına rağmen, iki büklüm vaziyette depremzedelere sıcak tandır ekmeği yetiştirmeye çalışan Şırnaklı ihtiyar nine; seni de unutmadık, unutmayacağız!.
"Çorbada benim de tuzum bulunsun" diye kumbarasındaki birikinti paraları gönderen asil ruhlu yavrucuk; seni de unutmadık, unutmayacağız!.
Gönderdiği giysilerin iç cebine bir miktar para bırakarak; "Azı mı çoğa sayın" deme mahcubiyeti takınan Anadolu'nun zarif insanı; seni de unutmadık, unutmayacağız!.
Haberleri izlerken ekran başında günlerce ağlayan ve lokması boğazında düğümlenen...
Diğer yandan kolektif hareketle yardım seferberliği başlatan aziz milletimin kadirşinas fertleri; sizi de unutmadık, unutmayacağız!.
Çatal yürekli Afatçılar, merhamet timsali Mehmetçikler, medar-ı iftiharımız Kızılaycılar ve bilcümle gönüllü kuruluşlar; hepinizin ne şartlarda cansiperâne nasıl fedakârlıklar sergilediğini gördük ve biliyoruz. Dolayısıyla sa'y-i gayretletinizi unutmadık, unutmayacağız!.
Ey, halkı ile bütünleşmiş ȃlicenap devletimiz, seni de...
Ve ey, devlet büyüklerimiz, sizi de... Unutmadık, unutmayacağız. Hem de devlet; ebet müddet kaidesince...
Amma velâkin neylersiniz ki; "Ölenlerle ölünmüyor" el-hak. Hayat bir şekilde devam ediyor ve edecek de... Bu hayâlet şehirleri arkalarına bakarak, hicranla bırakıp giden muhacirler; birgün salimen döneceklerdir yurtlarına, yeni yuvalarına.
Mevlana'nın; "Düne ait ne varsa dünde kaldı cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım" sözü, hayata yeniden tutunmanın ve direncin bir tezahürüdür.
Niyazımız odur ki, Yüce Yaratıcımız bizlere böylesi onulmaz acıları göstermesin bir daha. Göçük altında kalarak aramızdan ayrılan mazlum kardeşlerimizin ruhları şad olsun. Necip milletimizin başı sağ olsun. Memleketimiz mamur, devletimiz ilelebet var olsun.
İnnalillahi veinna ileyhi raciȗn!..
William Arthur Wat (Amerikalı bir motivasyon yazarıymış.) şöyle söylemiş:
“Karamsar, rüzgârdan şikâyet eder; iyimser, değişmesini bekler, gerçekçi ise yelkenlerini ayarlar.”
Bir anonim söz de ise şöyle söylenmiş.
“Başkalarının anlattığı hikâyelerle insanları yargılama, bakarsın bir gün senin için de bir hikâye anlatılır.”
Karamsarlık içeren olaylar, haberler, hikâyeler fazla rağbet görüyor olsa gerek, çok farklı iletişim organları vasıtasıyla toplumumuza sürekli olarak “karamsarlık içeren haberler empoze ediliyor, Türkçesi, ‘dayatılıyor.’
Sabah televizyonu açıyoruz, her kanalda kadın ve aile programları yayında... Öyle olaylar anlatılıyor ki topluma, toplumun o psikoloji ile uzun süre yaşaması asla mümkün değildir. Bize sunulan o program aslında yüzlerce benzer programın içinden seçilip yayına çıkarılıyormuş.
“Toplum ne istiyorsa yayına o veriliyor.” diye mesnetsiz ve asla gerçekçi olmayan bir savunma ile bu programların “tolum tarafından talep edildiği” vurgulanıyor hep. Hâlbuki topluma bu programlar dayatılıyor. Topluma ne verirseniz onu almak mecburiyetindedir. Toplumun ekmek ihtiyacını karşılayan fırınlar hangi ekmek çeşidini çıkarıyorsa onu almak zorundadır. Başka seçeneği yoktur. Siz 20 kanalda hep benzeri programları yayınlarsanız elbette o programlar izlenecektir.
Akşam açıyorsunuz televizyonunuzu, saatlerce ölüm, cinayet, hırsızlık, tecavüz, katliam, savaş, kavga, hasta, hastane, trafik kazası v.b. haberleri izliyorsunuz.
Günümüzde 86 milyonun neredeyse beş yaş üzerinde bulunan bütün insanların elinde televizyon, radyo, gazete, internet, sosyal medya hepsi mevcut. Kumarhaneler elimizde, kahvehaneler elimizde, dövüş siteleri elimizde, cinsel içerikli ne kadar yayın varsa elimizde, silah satıcıları, uyuşturucu satıcıları, dolandırıcılar, hırsızlar, kapkaççılar hepsi, hepsi elimizde... Bunu önlemek, insanoğlunun acizliğinden midir yoksa insanlığın tepesindeki mutlu azınlık bu durumu özellikle mi istemektedir aslında çok bellidir de tedbir alma mevkiinde olanlar neden çekiniyorlar da tedbir almıyorlar burası muammadır. Belki de burası da muamma değil ’duygusal’dır.
İnsanların beyinlerini her türlü olumsuzlukla uyuşturup dünyanın idaresini ellerinde tutmak ve bir yığın uyuşuk beyinli insanın yönetilme kolaylığını iyi bildikleri için buna zemin hazırlamaktadırlar zannımca... Hem de paralarıyla cazip hale getirerek...
Yalnız son bir hafta içinde aslında bu gidişatın ‘tehlike sınırlarından öteye geçtiğini’ anlamış olacaklar ki META denilen şirket, 16 yaşından küçüklerin canlı yayın yapmasının ebeveynlerinden alacakları izne tabi tutacakmış. İnşallah bu iyiye doğru atılan adımlar daha da açılarak devam eder.
Dünyada ve ülkemizde sanki hiç iyiye giden bir şey yokmuş gibi, güzelliklere bütün kapılar kapatılmış gibi insanların önüne hep acıların, kötülüklerin konulması bence bir insanlık suçudur.
Elbette kötülüklerden de ders çıkarılması için bu tür olaylara da dikkat çekmek gerekir. Ancak 7/24 çirkinliklerden bahsetmek insanları dolayısıyla toplumu da çirkinleştirir.
Yaşanan bir hırsızlığı, soygunu, katliamı, cinayeti, tecavüzü en ince ayrıntısına kadar saatlerce, günlerce, haftalarca, hatta aylarca anlatmak, bu olayların yaşanmasına teşvik etmez mi insanları... İnsanların aklına yeni planlar yeni projeler yeni yöntemler öğretmez mi?
İsmini vermekten kaçındığım bazı televizyon dizileri, filmleri, programları insanları, özellikle de çocukları intiharlara, özentilere, hırsızlıklara, gizli örgütlere, özendirmez mi?
Elbette 7/24 kötülükleri dayatan yayınlar da 7/24 iyilikleri, güzellikleri sunan yayınlar da aynı ölçüde olmasa bile olumsuzlukları da beraberinde sunmaktadırlar.
Bunun yerine makulü bulup, her türlü olayı kendi mecraı içinde, iyilikler ve kötülüklerle birlikte verilse ve hayatın gerçeklerinin daha iyi kavranılmasına yönelik eğitim amaçlı sunulsa hem bireyler hem de toplumumuz için daha faydalı olmaz mı?
Biz, Türk toplumu olarak maalesef hep ‘ifrat’ ve ‘tefrit’ten yana tavır almış bulunmaktayız.
En ufak bir olayda, tanınmış birinin ölümünde bile karpuz gibi ikiye bölünüveriyoruz.
Buna sebep olan siyasiler, toplum önderleri, yayın organları, spor yöneticileri, din adamları, sendika, dernek ve diğer STK yönetimleri akıllarını başlarına almalıdırlar. Bu saydıklarım, daha makule doğru bir tavır sergilemezlerse, korkarım ki yasalar ve toplumun genel kabul görmüş ve halen yaşamaya devam eden kuralları onları tek tek yok edecekler ya da toplumu toptan yok edecekler, ben bunu böyle görüyorum.
Epiktetos diye birisi diyor ki;
“Kendi bakış açısından başka hiçbir şey, insanın huzurunu kaçıramaz... Ya acınızı değiştirin ya da açınızı.”
Epiktetos kendisi de bir köle olduğu için belki de onun hıncıyla bir de şöyle demiş: “Sadece eğitimli olan özgürdür.”
Elbette öyledir. Ne kadar köle varsa, onlar o eğitimli kişiler tarafından köle edilmişlerdir.
Üstat Sezai Karakoç ile bitirelim. “Geceye yenilmeyen her insana ödül olarak; bir sabah, bir gündüz bir de güneş vardır.”
Doğu ve Batı kelimelerini coğrafi bağlamından koparmazsanız; üzerinde durmak için yön tayin etmek dışında bir manası yoktur bizim için. Ancak coğrafi terim olarak değil de; değişik anlamlar yüklenen kavramlar halinde sunarsanız bizim de söyleyeceğimiz bir şeyler vardır elbette. Dünya Yahudilerinin bu iki kavrama yüklediği antropolojik anlam, Doğu insanı (Bu sıfatla hatırlanmaktan onur duyuyorum o ayrı bir mevzu) olarak bizim Batı’ya bakışımızda ki ölçüleri de değiştirmiştir örneğin. Medeniyet tasavvurunu , Batı’nın tekeline vererek, Doğu’ya da bu medeniyetin sadece tüketicisi muamelesi yapmak, genelde kendisini Batılı etiketiyle sunan Yahudi yazar ve gerçekte Batı kültürüyle yetiştiği halde onların çekim alanından kurtulamayan Batılı yazarların dine ve özellikle İslam’a bakış açılarında ki hastalıklı ruh yapısı belirlemiştir. Şunu kişisel olarak not edeyim ki bizim, Batı insanına özel bir düşmanlığımız yoktur. Amorf karakterleri itibariyle (istisnalar olabilir) Yahudilere aynı toleransımızın olduğunu söyleyemiyoruz.
Çünkü Yahudi İngiliz kalıbına girer, Alman, Macar, Bulgar kalıbına da girer; hatta isimlerini kullanarak Türk kalıbına girer; ABD’yi kendi kalıbına uydurur ama sadece Müslüman kalıbına girer gibi yapar.
Çünkü İslam, aşkı merkeze alır; şefkat, merhamet, vefa, yardım, doğruluk, saygı, erdem gibi akslarla gelişir ve ölmek üzereyken bile diriltir insanı. Halbuki Louis Marschalko (Macarların Milliyetçi yazarı) Jhereome, Tharraud gibi yazarların‘’ Haçın Gölgesinde ‘’adlı eserlerinde Yahudilerin ‘’sevgi’’ sözcüğünün anlamını bilmediklerini yazdıklarını söyler. Yahudi sevgi sözcüğünün anlamını bilmiyorsa (ki eylemleriyle bunu ispatlıyorlar. Gazzede yaptıkları katliamlar, hiçbir insani özellik taşımadıklarını göstermiyor mu?) sevginin beslediği diğer duygu ve pozitif anlamdaki manevi değerlerden de mahrumdur. Bu mahrumiyet onları bütün insanlığa düşman olmaya zorlamış ve kullandığı materyallerle ,Batı’yı da kendi düşünce sisteminin içine yerleştirmiştir Marksist öğretide olduğu gibi. Batı’nın dini değer ve ritüeller konusunda yeterli hassasiyetinin olmadığını keşfetmesi Yahudi’nin belki en büyük kazancıydı(!) çünkü tek başına yeterli olmasa da (finans boyutu var, yönetsel boyutu var, sanatsal boyutu var v.s.)vahşi ve ilkel karakterini medya gücüyle(ABD’de %85 AB’de % 65 Hollywood da %100)besleyerek Hristiyan ve Musevi arasında kurduğu eşitlik anaforundan da yararlandı ve özellikle Batılı kitleleri yönetti ve yönlendirdi.Bu ilkel kimliğini sadece medya değil edebiyat, tarih, felsefe gibi sosyal bilimler ile sinema, tiyatro gibi görsel sanatlarda da kullanırken; ya kendisini gizledi; ya da gizli örgütler yoluyla menfur emellerine ulaşmaya çalıştı ve çalışıyor. Dünya çapında 20 kadar gizli örgütün kurucusu değilse yönetim kurulu üyesidir. Yahudi olmadığı halde bu örgütlere kayıtlı Batılı edebiyatçı ve filozofların Yahudi hayranlığı konusunda ki sebeplerin sadece maddi olduğu yönündeki yüzeysel düşünce inandırıcı olabilir mi? Mesela çok meşhur İngiliz homoseksüel ve empirizmin (deneycilik felsefesi) 17.yy.temsilcisi Francıs Bacon’ın tamamlamadan öldüğü Yeni Atlantis isimli eserindeki çok mutlu, nazik, kibar misafirperver(!) ve ilim hayranı ada sakinlerinin (1620 li yıllar)valisinin bile Bensalemli (Süleyman Evi)bir Yahudi olmasının ve zamanımızda ki Gül-Haç tarikatıyla bağlantı kurabilmenin, sadece maddi bir sebeple izahı mümkün görünmüyor bize. Bu sadece örneklerden birisi ama maalesef Türkiye’de dahil dünyanın Doğusu Francıs Bacon’larla doludur ki işin acı tarafı budur. Selamlar.
Konyaspor, Başakşehir maçına kadar oynadığı son 5 resmi mücadelelerde sadece 1 mağlubiyet almıştı. Samsunspor mağlubiyetinden sonra ivme yakalayan temsilcimiz ligde ve kupada akıllı oyun ve beklenenin üzerinde bir performans ile üst üste güzel oyunlar ve güzel sonuçlar almaya başlamıştı.
Kupada gelen yarı final, ligde zorluk derecesi yüksek maçlarda alınan galibiyetler, önce takımımızın öz güvenini yerine getirirken, sonra şehri de yeniden bir rüyaya inandırmaya başlamıştı.
Başakşehir’e karşı alınacak puan yada puanlar, artık başka hedeflere bakmamızı sağlayacaktı. Moral motivasyon olarak zirve bir şekilde gitmiştik; İstanbul deplasmanına…
Köşenin ilk bölümünde zaman zaman eleştirdiğimiz, Recep hocayı ve ekibini, son dönemde yaptıkları analizlerden ve taktiklerden ötürü kutlayarak başlamak istiyorum.
Başakşehir takımı zaman zaman galip, zaman zaman mağlup olmuştur. Ancak onları sadece yan pas yapmaya zorlayan, tabiri caizse; Konyaspor’un istediği alanda top oynamaya mecbur kaldıkları maçları çok az görmüşüzdür.
Konyaspor Başakşehir takımı öyle bir kilitledi ki topa sahip olmaları dışında hiçbir istatistiği lehlerine çeviremediler. İlk yarı pozisyonları cömertçe harcayan bir Konyaspor vardı. İkinci yarı yine pozisyon vermeyen bir Konyaspor vardı. Yenilen penaltı golü bireysel beceri ve bireysel hatadan geldiği için hocayı eleştireceğimiz hiçbir durum söz konusu değil! Belki okurlarımız Alexic’in o dakikaya kadar oyunda kalmasını hata olarak görebilir. Ancak penaltı yaptırmak yerine penaltı alsaydı, bu düşünceler olumlu olarak değişecekti. Elbette oda bunu yapmak istemezdi ki bu doğru olsa da talihsiz bir penaltıydı.
Ben sezon özelinde gol beklentisini bu kadar yüksek çıtaya taşıdığımız bir maç hatırlamıyorum. Kaldı ki 44 gol atmış bir takımı penaltıyı saymazsanız 0.43 gol beklentisinde tutmak kolay iş değildi. Buna karşılık 2.62 gol beklentisinden tek gol bulamamak işin üzücü kısmıydı.
Konyaspor’u aldığı bu mağlubiyete rağmen kutlamak istiyorum. Ben bu takımın bu maçı sadece puan olarak kaybettiği, oyun olarak ve taktik olarak kazandığını düşünen taraftayım. Hani söz vardır ya yenileceksen böyle yenil diye işte tamda o sözün maçı oynandı.
Elbette 3 puan çok önemliydi ama sonuçta futbol hatalar oyunu ve bu işin içinde akzanmak da kaybetmek de var. Bazen kötü oynar kazanır, iyi oynar kaybedersiniz. Hatırlasanız Konyaspor içerde, gitgelleri olan maçta, Samsunspor’a kaybettiği maç sonrası bir ivme yakalamış ve yükselişe geçmişti. Ben aynı ivmenin Göztepe maçıyla da yakalanacağını düşünüyorum.
Taraftarımızın o maçtaki yoğun ilgi ve desteği ile 3 puana yakın taraf olacağını düşünüyorum. Konyaspor bu sezon özelinde zorluk derecesi yüksek maçlarda hep doğru oyunlar oynadı. Kimi zaman şanssızlık ve beceriksizlik, kimi zaman hakemlerle sonuca varamasa da kazandığı puanlar göz ardı edilemez. Konyaspor’un 2 maç oynağı takımlar arasında, puan sıralamasında üzerinde olup da, puan yada puanlar alamadığı tek takım Galatasaray! Onda da hakem kıyımını hepimiz hatırlıyoruz.
Konyaspor iyi yolda ve bu mücadelenin meyvesini alacağı maçlara şahit olacağımızı düşünüyorum. Göztepe ve Hatay maçlarından alınacak galibiyetler kupa da çok daha pozitif bir Konyaspor’u bize sunacaktır.
Başakşehir maçını bir yol kazası olarak görüyor ve bu mağlubiyetin sadece puan anlamında olduğunu yineliyorum.
Maçın sözü; Bazı yenilgiler zaferin sadece taksitleridir
Geçen gün komşum Huriye teyze ile sohbet ederken bana başından geçen ilginç bir olayı anlattı. Olay baya bir ilgimi çekti…
Bende bu ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim…
İlgimi çekti diyorum çünkü son günlerde yaşanan bazı olaylarla zihnimde ilişkilendirmeme neden oldu bu olay…
İki hafta önce komşum evlerinin bodrum katında hamile bir kedi görmüş iki gün sonrada mutfağın penceresinin önünde gün boyunca aynı kedinin doğum yapmış olduğunu ve sürekli miyavladığını görünce de herhalde karnı aç ondan diye düşünmüş…
Neyse o günün akşamı arka odada bulunan kapağı açık kalmış dolabın içinden el yüz havlusu alacakken bir şeylerin hareket ettiğini fark edince korkmuş ve hemen eşine haber vermiş…
Eşi de gelip bakmış birde ne görsün dört tane yeni doğmuş birkaç günlük kedi yavruları…
Tabi çok şaşırmışlar bu duruma nereden nasıl geldi bunlar buraya diye…
Çok geçmeden anlamışlar ki; kedi bodrum katta doğum yapmış komşum evde yokken de hava alması için açık bırakılan mutfağın camından yavrularını daha güvenli bir yere yani o dolabın içine taşımış…
Camın kapalı olduğunu görünce de resmen açın camı diye yalvarmış yavruları için…
Lafa gelince de hayvan işte der geçeriz…
Hayvan da olsa insan da olsa annelik evrenseldir…
Anneliğin dini dili ırkı insanı hayvanı olmaz annelik bambaşka bir şey…
Tabi insan, üstün olarak yaratılmış varlık. Annelik ise bu üstünlüğünde üstünde ama şu sıralar bunu unutmuş ve bir kedicik kadar olamayan anneleri de görmek mümkün toplumda…
Ne demek istediğimi az çok anlamışsınızdır…
Anne var adı hayvan ama yavruları için çırpınan. Anne var adı insan ama yavrusunu sokağa bırakan. Birde anne var oda insan evladı olmayanın karnını doyuran…
Evet, Nisa Mihriban bebekten bahsediyorum…
Tamam, olayın iç yüzünü bilmiyorum günah almak da istemem ama ne olursa olsun bu bir caniliktir bunun başka bir açıklaması yok…
İnsan ne kadar çaresiz olursa olsun bu caniliği bu bahaneyle örtbas edemez…
Bu ülkede bir otorite var, bir sosyal devlet var. Devlet vatandaşını böyle bir caniliği yapmaya asla mecbur bırakmaz…
Zira devletin himayesinde bulunan nice yavrucaklar var nice anneler var…
Buna rağmen Nisa bebeğin yaşadığını yaşayan birçok bebek var olmaya da devam ediyor ne yazık ki…
Ana babanın hatasını günahsız yavrucaklar çekiyor olan onlara oluyor…
Herkes evlat sahibi olabilir lakin gerçek anne baba olmak hele hele gerçek annelik bambaşka bir şey…
Allah ıslah etsin böylesi anneleri diyorum başkada bir şey demiyorum diyemiyorum…
Ama şunu da söylemeliyim ki; toplumda ahlaki düzen bozulmaya devam ettikçe insanı insan yapan vicdan, merhamet, edep en önemlisi de Allah korkusu yok olup gidiyor maalesef…
Allah sonumuzu hayretsin ne diyelim…
10. CİLT’ten Notlar
* “Firdevs” Bir izaha göre Rumca bir kelime olup bahçe dernektir. Allah (c.c.) cenneti değişik isimlerle anmıştır. Bunlardan bir kısmı Adn, Naîm, Me’vâ, Firdevs’tir. [İsimleri çok olmakla birlikte] gerçeklikte cennetler tektir. Çünkü “Adn” kelimesi ikamet yeri demektir. Naîm, verilen nimet, Me’vâ da aynı şekilde ikamet yeri demektir. Sonra Firdevs, Adn, Me’vâ bunlar naîm, yani nimetlerdir. Bazı rivâyetlerde Hz. Peygamber’den (s.a.) şöyle hadis nakledilmiştir: “Firdevs, cennetin en yücesi, tam ortası ve en güzel yeridir”. Eğer bu rivâyet sabit ise o, bahsedildiği gibidir. (s.20)
* Allah’ın insanı yaratmış olmasının sadece ölüm için değil “Sonra da kıyâmet gününde tekrar diriltileceksiniz” [Mü’minûn, 23/16] buyruğunda bildirildiği üzere hesaba çekmek amacıyla diriltmek için olduğunu söyleriz. (s. 28)
* “Heyhâte heyhâte” [Mü’minûn, 23/36] bir işin olmasının uzaklığını ve inkârını ifade için kullanılır ve “uzak ki ne uzak!” yani asla olmayacak iş demektir. (s. 42)
* Resûller de diğer insanlar gibi emir ve yasaklarla imtihan edilirler. (s. 50)
* “Verdiklerini, Rablerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek verenler…” [Mü’minûn, 23/60] Bu âyette şöyle bir işaret de vardır: Nasıl ki günah işleyen günahından ötürü korku içinde olursa, taat içinde olan da itaatinde Allah’tan bir korku içinde olur. Hz. Âişe’den (r.a.) bu yönde bir rivâyet bulunmaktadır. O bu âyeti Hz. Peygambere (s.a.) sormuş ve “Bu âyette sözü edilenler içki içenler, hırsızlık yapanlar ve zina edenler midir?” demiştir. Hz. Peygamber cevap olarak: “Hayır! Onlar oruç tutanlar, namaz kılanlar, sadaka verenler ancak bu halde iken yaptıkları ibadetlerin kabul edilip edilmediği konusunda kaygı duyanlardır. Onlar hayır işlerde yarışırlar!” buyurmuştur. “Kalpleri ürpererek” anlamına gelen kavl-i celîlin bu şekilde değil de, “Kalpleri, Rab’lerine ne ile/nasıl dönecekler, saîd olarak mı yoksa şakî olarak mı? diye korku içinde olurlar, şeklinde yorumlanması da mümkündür. En doğrusunu Allah bilir. (s. 57)
* Bazıları şöyle demişlerdir: “Berzah”, iki sûra üfleyiş arasında olan zamandır. Bazıları da “Berzah” ölüm ile yeniden dirilme arasında geçecek olan zamandır, demişlerdir. Bu, Kelbî ve Katâde’nin görüşleridir. Mücahid ise şöyle demiştir: Berzah, ölüm ile dünyaya yeniden dönme arasına konulan engeldir. İbn-i Kuteybe ve Ebu Ubeyde ise şöyle demişlerdir: Berzah, dünya ile ahret arasında olan dönemdir. Onlar İki şey arasında kalan her şey berzahtır, demişlerdir. Ebû Avsece: “İki sınır, yani dünya ile ahiret arasında kalan zamana berzah denir demiştir. Yine o, berzah, düz araziye denir demiştir. Berzahın aslı, hâciz, yani iki şeyi birbirinden ayıran engel demektir. (s. 87)
* Kabir azabının hissedilmesi uyku halinde iken vücuttan ayrılan idrak edici ruhun (nefs-i derrâke) bir halet-i ruhanîye şeklinde hissetmesi olup, insanın biyolojik canlılığını sağlayan ruhun hissetmesi şeklinde değildir. Bu aynen uyku halindeki birinin rüyasında kendisini bir belâ ve sıkıntı içinde görmesi ve şiddetli korku içinde olması ve kendisini daha önce bilmediği, hakkında bir haber duymadığı bir mekâna atılmış görmesi gibi olur ve onda canlıların belirtileri olur. Buna göre kabir azabının insana hayat veren biyolojik canlılık anlamına gelen ruh ile değil de eşyayı idrak edici/kavrayıcı ve hissedici ruh ile olması söz konusudur. (s. 96)
* Allah, her ne kadar iki cihanda da mâlik ise kendisini özellikle “Din gününün sahibi” [Fatiha, 1/4] diye nitelemesi, o gün mülkünde hiç kimsenin kendisine ortak çıkmasının söz konusu olamayacağı içindir. Dünyada iken mülkte ortaklığa yeltenenler olabilir. Ama o günde mülkün sadece ve sadece O’na özgü olması böyle bir nitelemeyi hikmetli kılmıştır. (s. 99)
* “Bağışlasınlar, hoş görsünler” [Nûr, 24/22] mealindeki beyanla [yüce Allah] affetmeyi ve görmezden gelmeyi, bağışlamayı ona [Peygamber aleyhisselâma ve ona inanlara] emretti. Yani size kötülük yapanın yaptığını unutun ve bağışlayın, hatta onun yaptığı kötülüğe karşı sizin onu bağışlamanızı da anmayın, onun hatasından bahsetmeyin. Çünkü affın belirtilmesi başa kakmak gibi görülmüştür. Tıpkı şu ilâhî beyanda olduğu gibi: “Sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın.” [Bakara, 2/264] Çünkü başa kakma ve bu şekilde incitme sadakayı boşa çıkarır. (s. 151)
* İktidarsız ya da iğdiş edilmiş olsa bile bir erkeğin yabancı bir kadınla baş başa kalması caiz değildir. ( 173)
* Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeteniniz hemen evlensin! Çünkü o gözü daha iyi sakındırır ve iffeti daha iyi korur. Kimin de gücü yoksa o zaman oruç tutsun. Çünkü oruç onun için kalkan olur.” Yine rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ömer’e “Kızlarını ne yaptın?” dedi. “Onlar yanımdalar yâ Resûlallah!” diye cevap verdi. Hz. Peygamber “Onlar ergenlik yaşına geldiler mi?” dedi. O, “Evet!” dedi. Hz. Peygamber “Sen onlardan birini dengi olan birinden alıkoyar ve evlenmesini geciktirirsen mutlaka her gün sevabından bir kırat eksilir!” buyurdu. Bazı haberlerde de şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Bir kimsenin çocuğu evlilik çağına gelir ve onu nikâhlama imkânı da bulunur, buna rağmen onu evlendirmez de çocuğu bir günah işlerse günah aralarında ortak olur.” (s. 179)
* Zenginlik ve bolluk fesada, darlık ve yoksulluk da fesattan alıkoymaya sebep olabilir. Yahut bunlardan birinin diğerine üstünlüğü konusunu hiç ele almamak gerekir. Zira her ikisi de kulların kendisi ile sınandığı hallerdir: Şunlar fakirlik ve darlık yüzünden sabır ile ötekiler de zenginlik ve bolluk yüzünden şükür ile sınanmaktadırlar. Bu itibarla bunlardan birinin diğerine üstünlüğünü konuşmak lüzumsuz bir kelâm etmektir. (s. 183)
* Mümin, kendisine fitnelerden hiçbir şey dokunmadan ecir kazanabilir, bazen da fitnelerle imtihan edilir de Allah onu sabitkadem kılar. O şu dört hal üzere bulunur. Belâya mâruz kalırsa sabreder, verilirse şükreder, söyledi mi doğru söyler, hükmetti mi adaletle hükmeder. O diğer insanlar arasında ölülerin kabirleri arasında yürüyen bir diri gibidir. Nur üstüne nur. O beş nur içinde döner dolaşır; sözü nurdur, ilmi nurdur, girişi nurdur, çıkışı nurdur, kıyamet gününde cennete varışı nurdur. (s. 192)
* Kâfirler kıyamet gününde yüzüstü kapanmış halde, sürünür bir vaziyette olacaklardır. Müslümanlar ise ayakta, dik ve düz halde yürüyor olacaktır. (s. 213)
* Bazı fakihlerimiz Ebû Hanîfe’nin ihtilam olmaması halinde ergenlik yaşının on sekiz olarak belirleme şeklindeki görüşünü destekleme bağlamında şöyle demişlerdir: Çünkü oğlan çocuklarında ihtilam olma ortalama on beş yaşına ulaşmaları halindedir. Onlar belki bu yaştan önce ihtilam olurlar, belki de ergen olmaları bu yaştan daha sonra olur. Mâruf olana göre âlimler on iki yaşından küçük olanların ihtilam olmaması, on iki yaşına ulaşınca da ihtilam olmasının ihtimal dâhilinde kabul ettiler. Bu durumda ihtilaf edenler arasında ortalama yaş olarak kabul edilen on beş senenin üzerine, on iki yaşında ergen olma ihtimaline binaen nasıl ki üç sene ilâve varsa üç sene eklediler. [Yani en son 18 yaş dediler.] (s. 229)
* Yoksul ve ihtiyaç sahibi biri peygamberlik görevine liyakatte zengin ve varlıklı kimselerden daha elverişlidir. Çünkü insanlar zengin, mülk ve saltanat sahibi kimselere zaten tâbi olurlar. Eğer Hz. Peygamber (s.a.) zengin, varlıklı, mülk ve saltanat sahibi biri olsaydı o takdirde sırf Hakka hak olduğu için uyanlarla araları ayırt edilemezdi. Fakir ve kendisi muhtaç biri olması halinde bu ayırım kolaylıkla yapılabilir. Ancak sahip olduğu mal mülk ve saltanat peygamberliğinin alâmeti ise -Dâvûd ve Süleyman peygamberlerde olduğu gibi- o takdirde hükümranlık -duasında da olduğu gibi- onun risâletinin mucizesi olur. “Rabbim!” dedi, “Beni bağışla; benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver bana.” [Sâd, 38/35] (s. 255-256)
* İlim öyle bir izzettir ki onunla zillet asla bir arada bulunmaz. O, sahibine asla horlanma ve kahır getirmez. (s. 268)
* Yüce Allah kâfirlerin amellerini bir keresinde savrulmuş toz zerrecikleri, bir defasında kül, bir defasında serap, başka bir yerde kuvvetli yağmurun üzerindeki toprağı silip süpürdüğü yalçın kayaya benzetmiştir. Buna mukabil müminlerin amellerini de sabit, sağlam ve benzeri niteliklerle anlatmıştır. (s. 274)
* “Aksine onlar, başka değil, hayvan sürüsü gibidirler.” [Furkan, 25/44] Bazıları dediler ki: Onlar [kâfirler] hayvanlar gibidir, çünkü onların bütün kaygıları aynen hayvanların kaygıları gibidir; yemekten ve içmekten başka bir şey düşünmezler, bunun dışında başka bir dertleri yoktur. Hayvanların akıbetleriyle ilgili herhangi bir düşünceleri yoktur. Buna göre kâfirler bu yönden aynen hayvanlar gibidirler. “Hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar.” [Furkan, 25/44] Birtakım yorumcular “daha sapkındırlar” ifadesi hakkında dediler ki: Çünkü hayvanlar Rablerini ve yaratıcılarını bilir, O’nu lisân-ı hal ile anarlar, oysa kâfirler ne Rab’lerini tanırlar ne de O’nu anarlar. Yahut “onlar daha sapkındırlar” çünkü çocuk edinme, şerik (ortak) isnadı gibi Allah’a lâyık olmayan birtakım yakıştırmalarda bulunurlar, ibadette O’na başkalarını ortak koşarlar. Oysa hayvanlar bunlardan hiçbir şeyi yapmaz, bu itibarla onlar kâfirlerden daha üstündür. Bazıları dedi ki: “Onlar daha sapkındırlar” çünkü hayvanlar yola sokulduğu zaman yol boyunca giderler, oysa kâfirler kendilerine hidâyet edilip doğru yola çağrıldıkları halde hidâyeti bulup da yola girmezler, davete icabette bulunmazlar. Bu itibarla onlar daha sapkındırlar. Yahut şöyle denir: “Onlar daha sapkındırlar” çünkü kâfirler hem kendileri saparlar hem de başkalarını yoldan çıkarıp saptırırlar, oysa hayvanlar öyle değildir. (s. 291)
* Yağmura rahmet denilmesi, Allah’ın rahmetinin eseri olması sebebiyledir. Aynı şekilde cennete de rahmet denilmektedir, çünkü oraya giren ancak O’nun rahmetiyle girecektir. (s. 294)
* “Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler.” [Furkan, 25/72] Bazıları dediler ki “lâ yeşhedûne’z-zûra” yani “asılsız şeye şahitlik etmezler” cümlesinden maksat “zûr” mekânına uğramazlar demektir. “Zûr” ise müziktir. Buna göre âyet “onlar müzik icra edilen mekânlarda bulunmazlar” anlamındadır. Bazıları da şöyle yorumlamışlardır: “Zûr”a şahitlik etmezler, “Zûr” da yalan demektir. Buna göre âyet “Yalancı şahitlik yapmazlar” anlamındadır. (s. 318)
* Hasan-ı Basrî dedi ki: Vallahi bir Müslüman kul için çocuklarını, çocuklarının çocuklarını ve yakınlarını Allah’a itaatkâr görmekten daha sevimli bir şey yoktur. Ve dedi ki: Onları Allah’a itaatkar görürüz de buna sebep gözlerimiz aydın olur. (s. 320)
* Bazı müfessirler şu açıklamayı yapmıştır: Firavun, [Hz. Musa’ya iman eden sihirbazların] ellerini ve ayaklarını kesmek, asmak gibi tehdit etmiş olduğu işkenceden bir kısmını onlara fiilen uygulamıştır. Ne var ki âyette onlara yönelttiği tehditleri gerçekleştirdiğine dair bir açıklama bulunmamaktadır. O yüzden biz yalana düşme korkusuyla bu gibi açıklamalara girmiyoruz. (s. 344)
* “Ezlefekallah”, Allah seni kendisine yakın etsin anlamındadır… “ez-Zülef” konaklar ve menziller demektir. Çünkü konaklar yolcuyu gideceği yere yaklaştırır. (s. 348)
* “Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır…” [En’am, 6/160] Bu beyanda “Kim iyilikle gelirse” denilmiş, “Kim bir iyilik işlerse…” denilmemiştir. Bu da belirttiğimiz gibi amellerin makbul olabilmesi için kişinin dünyadan tevhit üzere göçmesi, işlediği hayırları bozmaması şartı olduğunu gösterir. (s. 358)
* “Mercum” taşlanarak öldürülen demektir. Öldürmenin en şiddetlisi recimdir. (s. 367)
* Peygamberler, Allah’ın izni olmadan, helak olmaları için kavimlerine beddua etmezler. Görmez misin ki, Allah, Yûnus peygamberi kendisinden izin almadan kavmi arasından çıkıp gittiği için azarladığını bildirmiştir. O, izinsiz çıkması sebebiyle azarlandığına göre, bir peygamberin kavminin helak olması için izinsiz bir şekilde beddua etmesi muhtemel değildir. (s. 367)
* “Va’z” işin sonunun nereye varacağını kâh korkutarak kâh müjdeleyerek bildirmek, öğüt vermek demektir. (s. 375)
* Musa kıssası ve diğer peygamberlere ait kıssalar kitapta [Kur’anda] değişik yerlerde farklı lafızlarla, değişik şekillerde, bir takım takdim ve tehirlerle anlatılmıştır Bundan da maksat şahitlik, bilgi aktarımı vb. konularla ilgili pek çok ahkâmda lafızların harfi harfine korunmasının gerekmediğinin, aktarırken mananın korunmasına odaklanmak gerektiğinin anlaşılmasıdır. (s. 416)
* Kendisine bir haber gelen kimsenin görevi, o konuda –haberin yanlış ya da yalana ihtimali bulunması halinde- hak ve hakikat ortaya çıkıncaya kadar beklemesidir. (s. 440)
* Yüce Allah’ın nesneleri var edip bu âleme bahsedilen faydaları yaratması, ayrıca bütünüyle bu âlemi yaratması insanları sınamak içindir; bundan dolayı onlara emirler vermekte, birtakım yasaklar getirmektedir. Sonra sonucu almak için onlara bir âhiret (akıbet) âlemi tayin etmiş ve orada itaat edeni ödüllendirecek, isyan edeni ise cezalandıracaktır. Eğer böyle bir akıbet (sonucun alınacağı öbür dünya) olmazsa o zaman bütün bu yaratmalar abes olurdu ve hiçbir hikmeti olmazdı. Çünkü bir binayı yapan, ondan elde etmek istediği bir yarar olmaksızın sırf onu yıkmak ve yok etmek için yaparsa, o zaman yaptığı işi hikmetten uzak ve tamamen anlamsız olurdu. Aynı şekilde evrenin yaratılması da böyledir. Eğer amaçlanan bir akıbeti olmayacaksa o da hikmetten yoksun ve anlamsız olacaktır. Âyetler, onlara inananlar ve tasdik edenler içindir. Onlara inanmayan ve tekzip edenler için ise lehlerine değil aleyhlerine âyetler olacaktır. (s. 487)
* Biz Allah’ın belirttiği üfleme, sûr gibi şeyleri şudur ya da budur diye açıklama yoluna gitmiyoruz. Ya da onun şu ya da bu olduğuna işaret anlamına gelecek bir söz de etmiyoruz. Ama bunlarla ilgili olarak Hz. Peygamber’den bir açıklama (tefsir) gelmişse o takdirde o doğrultuda açıklama yapılır. Hem bu, ameli gerektiren bir konu da değildir ki bundan dolayı onun sıhhatini ya da çürüklüğünü ortaya koyma külfetine girelim. Bu sadece tasdiki gerekli olan bir haberdir. Bu itibarla “nefh”, yani üfleme ve sûr hakkında nasıl geldi ise öyle kabul ediyor, onları açıklama yoluna gitmiyoruz. En doğrusunu Allah bilir. (s. 489)
Üretkenlik, iktisadi kalkınmanın en önemli motoru olduğu hepimizce bilinir. Meşru ve mübah olan her şeyin üretilmesi, ihtiyaç olduğu kadar aynı zamanda bir vatandaşlık görevidir. Köylünün ürettiği ürünler, şehirlinin icra ettiği ticaretler, sanayicinin çevirdiği çarklar bütünüyle iktisadi kalkınmanın bir gereğidir.
İktisadi kalkınma, milli gelirin yükselmesine vesile olan en doğru yoldur. Milli gelirin yükselmesi, dünyadaki refahın sağlanmasına katkı sağladığı inkar edilemez.
Her türlü üretkenlik ve iktisadi kalkınma, dünya hayatının refahı yanında ebedi hayatı kazandıracak bir yola vesile oluyorsa büyük bir nimet olur. İşte “ Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver...” ayetindeki dua bunu ifade ediyor.
Fert ve devlet zenginliği güç, kuvvet olup adaleti, içtimai yardımlaşmayı, mütevazılığı sağlıyorsa; arkasından özellikle Allah’a kul olmayı getiriyorsa ne kadar şükretsek azdır.
Haram yollarla yapılan veya harama götüren üretkenlik, dünyada kalacağı gibi ebedi hayatı zindana çevireceği izahtan varestedir.
Üzerinde durulması, konuşulması oldukça önemli olan bu konu ehli tarafından daha iyi izah edileceğinden eminim.
Aslında benim ifade etmek istediğim hedef nokta bu değildir. Şüphesiz devlet ricali, iktisatçılarımız,sanayicilerimiz bu konunun önemini çok iyi biliyorlar. Benim özellikle vurgulamak istediğim nokta iktisadi kalkınmanın bağımsızlıkla bağlantılı olduğunu söylemektir. Gücümüz varsa vatanımızı başta olmak üzere her türlü kutsalımızı müdafaa edebiliriz. Ayasofya’yı açar her türlü iç ve dış terörü önleyebiliriz. Evimizde rahat uyur normal hayatımıza devam edebiliriz.
Güçlü değilseniz iç ve diş canavarlara yem olmaktan başka bir yol olmadığı tarihi hadiselerle ispatlanmıştır. Onun içindirki Allah cc bizi bu konuda özellikle uyarıyor. Hatta şöyle emrediyor:“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.”Enfal 60.
Şüphesiz zaman ve zemin neyi gerektiriyorsa ona göre güçlü ve hazırlıklı olmak zorundayız. İşte güçlü olmanın yolu da iktisadi kalkınmadan geçer. Onun için Türkiye’nin her tarafında bulunan sanayici kardeşlerimize, üretici köylümüze ve güçlü olmamıza katkıda bulunan herkese müteşekkiriz. Özellikle son zamanlarda devlet ricalimizin silahlanmaya verdiği önemi takdirle karşılıyoruz. “Kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır” hadisindeki mesaj oldukça önemlidir.
Bu arada her üretici kardeşimize hatırlatmakla mükellef olduğumuz bir noktayı belirtmek isterim. Doğruluk,kalite,sözde durma,haram-helal ölçülerine dikkat etme ve özellikle Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirme ilkelerinden ödün vermeyelim. Allah’a emanet olunuz.
Bir davası, derdi, ideali ve hedefi olan insan konuşur ve yazar.
Peki, konuşan ve yazan her insan dinlenir mi?
Bu sorunun en net cevabı şudur:
Konuşan ve yazan insan başkasını taklit etmiyor, diğerinden çalmıyor, aşırmıyor, kendisinden konuşuyor, yazıyorsa; mutlaka dinlenir/okunur.
İnsan, yaratılışında Allah’ın vahidiyet sırrı ile bakıldığında; diğer insanlara genel hatları açısından benzer.
Aynı insan, yaratılışında Allah’ın ehadiyet sırrı ile bakıldığında; diğer insanlara özel kabiliyetleri veçhesinden asla benzemeyen özgün taraflara sahiptir.
İnsan fikir ve düşünceleri ve onlara tercüman olan dili ve kalemi itibari ile de vahidiyet (benzerlik) ve ehadiyet (farklılık/özgünlük) sırlarına mazhardır.
“Bal arısı” gibi olan insan her çiçekten (kitap/insan/eşya/manzara…) aldığı nektarı/usareyi/özü kendi kovanına çekilip (en az %51) özgün balını yapar ve konuşarak/yazarak Allah’a ve insanlara takdim ederse dinlenir ve okunur.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin dediği gibi; “İnsan taklit yolunda ise dağ gibi görünse de saman yığınıdır.”
Başkasını taklit eden ya da ondan aşıran çalan onun gibi olamayacağı gibi kendi de kalamaz.
Kendisi olmayan kişi ciddiye alınmaz, okunmaz ve dinlenmez.
İnternetin gelişimi, yapay zekânın yoğun kullanımı insanları bilgiyi başkalarından kolayca aşırmaya, çalmaya sevk etti.
Oysa en iyi yapa zekânın o konu ile ilgili dünyanın en iyi insanlarından derlediği bilgi reçeldir.
İnsanın derleyip kendi kovanında yoğurduğu/hazmettiği özgün bilgi ise baldır.
Dünyanın en iyi reçeli balın yanına yaklaşamaz.
Asıl azmaz bal bozulmaz.
Yazarlar ve konuşanlar şu ilkeyi de unutmasınlar.
Özgün yazdıklarında kişi dikkatli dinlemese veya okumasa da onların bilinçaltı o bilgiyi mutlaka alıyor ve kaydediyor.
Uykuda beynin kütüphanesinin ilgili raflarına işliyor.
O kişinin hayatının o bilgiyle alakalı bir sahnesinde kütüphane raflarından mutlaka ilgili bilgi geliyor.
O halde; bir derdi, davası ve ideali olan ve bu çerçevede konuşan ve yazan herkes şunu unutmasın:
Konuşan ve yazan okudukları/yaşadıkları/gördükleri/dinlediklerinden derlediği bilgilerle kendine ait bir cümle kurar ve bunu söze ve yazıya döker; bu işi de gönülden yaparsa muhatapları tarafından mutlaka dinleniyor ve okunuyor.
To Whom Are We Speaking/Writing?
A person who has a cause, a concern, an ideal and a goal speaks and writes.
So, is every person who speaks and writes listened to?
The clearest answer to this question is this:
If a person who speaks and writes does not imitate someone else, does not steal or plagiarize from someone else, and speaks and writes from himself; he is definitely listened to/read.
When a person is viewed with Allah's secret of unity in his creation; he resembles other people in general terms.
When the same person is viewed with Allah's secret of unity in his creation; he has unique aspects that do not resemble other people in terms of his special abilities.
A person is also subject to the secrets of unity (similarity) and unity (difference/originality) in terms of his ideas and thoughts and his tongue and pen that interpret them.
If a person who is like a “honey bee” withdraws the nectar/extract/essence he receives from every flower (book/person/object/landscape…) to his own hive and makes his own unique honey (at least 51%) and presents it to God and people by speaking/writing, he will be listened to and read. As Mevlana Celaleddin Rumi said; “If a person is on the path of imitation, he is a stack of straw even if he looks like a mountain.”
Those who imitate or steal from someone else cannot be like them and cannot remain themselves.
A person who is not themselves is not taken seriously, is not read or listened to.
The development of the internet and the intensive use of artificial intelligence have led people to easily steal and steal information from others.
However, the information that the best artificial intelligence compiles from the best people in the world on that subject is jam.
The original information that a person compiles and kneads/digests in his own hive is honey.
The best jam in the world cannot come close to honey.
The real honey does not spoil.
Writers and speakers should not forget this principle.
Even if the person does not listen or read carefully when they write originals, their subconscious definitely receives and records that information.
It is processed on the relevant shelves of the brain's library while they are asleep.
At a stage in that person's life related to that information, the relevant information definitely comes from the library shelves.
Therefore; Everyone who has a concern, a cause and an ideal and speaks and writes within this framework should not forget this: The speaker and writer creates a sentence of his own with the information he has gathered from what he has read/experienced/seen/listened to and puts it into words and writing; if he does this work wholeheartedly, he is definitely listened to and read by his interlocutors.
Selçukya, “ŞİİR AKŞAMLARI” sloganıyla çıktı kültür sahasına. İki seneye gelinceye kadar her hafta pazartesi günleri Kültürpark İl Halk Kütüphanesi konferans salonunda birbirinden değerli şairlerle şiir icra ediyordu. Her kesimden; kültüre, sanata, şiir ve edebiyata merakı olan, bu konuda kalem oynatmak isteyip imkân bulamayanlara bu yönüyle fırsat verilmiş oldu. Zaten başlangıçtan beri Selçukya’nın kapısı herkese açık olmuştur.
Selçukya, kültür derneği özelliğini, yaptığı faaliyetlerle muhafaza ediyor ve genişletiyor kültür yelpazesini. Okullarda şiir programı ile başlattığı, “Selçukya Okullarda” ismiyle; Milli Eğitim Müdürleri ile yapılan görüşmeler sonucunda okul yönetimleri, öğretmenler, veliler ve öğrencilerden olumlu karşılık aldı. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından belirlenen okullarda Selçukyalı şair ve yazarlar Öğrenci/ Yazar buluşmaları istikametinde kültür söyleşileri icra etti. Geçen yıl program yaptığımız okul sayısı 9 idi. Bu yıl bu sayının artacağından eminim.
Ayrıca Konya dışında kitap fuarlarına katılım sağlandı. İlk olarak Denizli Kitap Fuarında şair ve yazarlarımızın kitapları görücüye çıktı ve yazarları tarafından imzalandı. İkinci olarak Ankara’da fuara katılım sağlandı.
Sadece şiirle yetinmiyor Selçukya. “Söz uçar yazı kalır” anlayışından hareketle “Selçukya Kültür Yayını” oluşturuldu. Bu yayınlar içinde şimdiye kadar birçok kitap yayımlandı ve piyasaya çıktı.
Bu yıl Rampalı Çarşıda bir de Kültür evi oluşturuldu. Kültür evinde, Selçukyalı yazar ve şairlerin, Selçukya Kültür Yayınlarından çıkan kitaplarının imza günleri tertip edildi. Tertip edilmeye de devam edilecek.
“SELÇUKYA OKULLARDA” adıyla çıkılan kültür yolculuğumuz 09 Nisan Çarşamba günü Çumra’daki iki okulumuzda icra ederek okul şiir programımızı 11’e çıkarmış oluyoruz.
Çumra İlçe Milli Eğitim Müdürümüz sayın Mehmet Altunyaldız’ın talimatları ile iki okul tespit edildi. Onuncu okulumuz, Çumra Cumhuriyet Anadolu Lisesiydi. On altı şairimizle birlikte okul müdürümüz Erkan Bozkurt’un misafirperverliği, okul idaresi ve öğretmenlerimizin sıcak ilgileriyle karşılaştık. Çumra İlçe Milli Eğitim Müdürümüz ve Şube Müdürümüzün de bizzat katılımıyla öğretmenler odasında kısa bir tanışma faslından sonra şiir programına geçtik.
Öğrenciler ve öğretmenlerimizi şiire sevdalı buldum. Hele bir öğrencimizin zevkle, şevkle okuduğu şiir ve sevecen tavırları hepimizi memnun etti.
İkinci okulumuz Çumra İmam Hatip Hafızlık Ortaokulu oldu. Aynı ilgi ve yaklaşımı bu okulumuzda da bulduk. Okul müdürümüz Bayram Özer, Selçukya şairlerimize misafirseverliğini gösterdi. Hazırlamış olduğu program tam anlamıyla Milli ruh doluydu. Hem Şairlerimizin ve hem de Okul öğrencilerinin okuduğu şiirlerle vatan ve millet birlikteliğini, vatan aşkını, şehadet muştusunu yaşadık.
Program sonunda kitaplarımız imzalandı. Öğrencilerimi kitaba meraklı gördüm. Her iki okulumuzdan da; yazar/öğrenci söyleşisinde buluşmak üzere memnuniyetle ayrıldık.
Okullarımızda yapılan sosyal etkinlikte aktif rol oynayan Milli Eğitim Müdürlerimize, okul müdürlerimize gönülden teşekkür ederim. El ele verince her güzelliğe imza atmamız mümkündür.
Gönül Dostları!
Muhabbet ehlinin hakimleridir,
Can padişahları gönül dostları,
Kırılmış kalplerin hekimleridir,
Can padişahları gönül dostları!
Hakkın kullarının ivazsız eli,
Dili kalbindedir şaşırmaz yolu,
Yiğittir cömerttir bükülmez kolu,
Can padişahları gönül dostları!
Âfitabtır mahtır herkese doğar,
Bir yağmur misali canlara yağar,
Sevenlere dosttur insana ağar,
Can padişahları gönül dostları!
Tevazu zirvede toprak timsali,
Şeb-i arus olur onun visali,
Yunus Mevlana ve Hallaç emsali,
Can padişahları gönül dostları!
Birlik Olunca!
El ele verilir tüm cananlarla,
Hakka inananlar birlik olunca,
Sevgiyle varılır bu yaranlarla,
Hakka inananlar dirlik olunca!
Ayak kaydırmalar bulamazsın hiç,
Ağzından kötü söz alamazsın hiç,
Güzellikten geri kalamazsın hiç,
Hakka inananlar birlik olunca!
Haksızlığa siper kalkan olurlar,
Vatan için yiğit al kan olurlar,
Akdeniz Marmara Balkan olurlar,
Hakka inananlar birlik olunca!
Ezanımız susmaz sonsuza kadar,
Düşman yolu kesmez sonsuza kadar,
Rabbim rızkı kısmaz sonsuza kadar,
Hakka inananlar birlik olunca!
Kimseler yenemez doğru olursan,
Aklını çelemez hakkı bulursan,
Yolunu alamaz safı bilirsen,
Hakka inananlar birlik olunca!
OZAN GÖZÜYLE
OZAN SÕZÜYLE
Aşık Ataroğlu
Neyim var ki bana ait
Söylediğim söz emanet
Senin varmı sana ait
Seyrettiğin göz emanet
Sevgili dostlar, bu muhabbetimiz de emanet üzerine olsun istedim. Nedense biz millet olarak hatta insanlık olarak bu emanet konusunu ya anlayamadık yada anlamak istemiyoruz. Bir türlü içimize sindiremedik.
Bence insanın eğitiminde en önce verilecek ders emanet olmalı. Ana dilimiz gibi emanetin ehemmiyetini öğrenmeliyiz. Annenin babanın en önemli görevi olmalı bu emanet duygusunu evladına kazandırmak. Ama tabi duyguyu kazandırmak kendi yaşantılarıyla tezat teşkil etmemeli.
Bu duygu ve alışkanlık eğitimine okullarımızda daha da şumullü olarak devam edilmeli ve kazandırılmalı.
Bir japon atasözünde derk ki " Bize bu vatan atalarımızdan miras kalmadı, gelecek nesillerden emanet aldık"
Bu pencereden bakarak vatanımız bayrağımız cumhuriyrtimiz kültürümüz(gelenek görenek örf adetlerimiz edebiyata eserlerimiz vb.) elimizde bulunan her şeyimiz gelecek nesillerin emanetidir.
En baştan çocuklarımız oyuncaklarını kırıyorsa, okul sıralarını kirletiyor çiziyorsa okul eşyalarına zarar veriyorsa emanet eğitimini almamış demektir.
İleriki yaşlarda çalıştığı kurumlarda da aynı sorumsuzluğuna devam ettiğini düşünün. Düşünün felaket olur değilmi. Zaten de olmuyormu. Çalıştığı fabrikayı zarara uğratanlar hatta yakanlar, yine çalıştığı kurumu babasın malı sanıp kendi menfeatına kullananlar aramızdan çıkmadımı halada devam etmiyorlarmı.
Şimdi biraz da en önceye gidelim. İnsanın ilk yaratılışına. Biz kendi kendimize olmamışız bizi en güzel şekilde yaratan ve ilkimizede Adem diyen bir yaratıcımız var. O da Allah.
Ne bedenimizin var oluşunda nede Dünyanın üzerindeki emrinize verilen her bir şeyin var oluşunda bizim bir sermayemiz yok. Sermaye Onun, onun kârı bizim. Tabi zararıda bize ait.
Senin ruhunu yaratıp üzerine bu bedeni giydiren sahibin, var oluştan bu yana daima rehberler ve kullanma kılavuzlarını da göndermiş.
Demiş ki sana verilen her şey emanet gönderdiğim rehbere birde kullanma kılavuzu verdim. Rehberden bu kılavuzun içinde yazanları öğren ve daima kılavuzu yanında taşı. Dünya hayatında neyi nasıl yapacağını bu kılavuza göre yapacaksın. Gün gelecek emanetini geri alacağım hesabıda o zaman görürüz demiş.
İnsanlığın yaratılışından bu yana ilk insanı kendi kendine ve çocuklarına rehber tain ettikten sonra binlerce rehber göndermiş ve son olarak ta bizlere Hz. Muhammed Mustafa'yı(s.a.v) rehber olarak göndererek hayat ve kulluk klavuzumuz olarakta Kuranı vermiş.
Dostlar bu konuda yazılacak çok şeyler var ama ben sözü şuraya getirmek istiyorum.
Şu anda tüm Dünyayı sarsan bir Çorana virüsü var.Bütün Dünya milletleri bu virüsle kalkıyor bununla yatıyor. Haberlerin hepsi virüs üstüne. Her kafadan tavsiyeler yorumlar. Ayrıca komplo teorileri. Bundan sonra yaşantı şöyle olacakmış böyle olacakmış.
Dostlar Dünya veya yaşantı sağ kalanlar için nasıl olur kimsenin bileceği bir şey değil.İnsanların komplo teorileri varsa Allah'ın değişmez kaderi var. Allah'ın indinde her şey biliniyor ve işleyiş ona göre gidiyor.
Eee Ataroğlu sen işi bitirdin yani hiç bişey yapmıyalımmı der gibisiniz. Asla öyle bir şey demiyorum. Tabi ki üzerimize düşeni yapacağız.
Hemen kullanma klavuzumuza ve rehberimizin tavsiyelerine baktığımızda zaten çok açık .
Ne buyurmuş efendimiz rehberimiz "Bir yerde veba varsa oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba varsa da oradan da çıkmayınız"
İşte sana talimat uymalısın. Daha başka dinimiz ilim dinidir. Doktorların ve bilim adamlarının tavsiyelerine uyacağız. O zamanlar veba şimdi Corona. Geçen çağlar içinde nice virüsler, bulaşıcı hastalıklar çıkmış binlerce insan can vermiş.
Bunların hepsinden yaratan haberdar. Onun izni olmadan hiç bir şey çıkamaz. O dilemezse kimse bir şey dileyemez.
Dostlar muhabbetimizin başında konuşmuştuk ya bu beden bize emanet biz emaneti korumakla görevliyiz. Ölümün ne zaman nerde ne şekilde geleceğini bilemeyiz.
O zaman yapacağımız bütün korunmaları Allah'ın emri olarak yapmalıyız. İşte o zaman hareketleriniz ibadet hükmüne de geçiyormuş.
Vazifeni yap tevekkül et.
Haa, kendi emanetimizi korurken başkalarının emanetine de saygılı olmalıyız çünkü onunda hesabını bizden soracaklar.
Dostlar araya birde fıkra koyalımda hem düşünelim hem de birazcık gülelim.
Babayla oğlu deniz kenarına kamp yapmaya gitmişler. Çadırlarını kurup eşyalarını yerleştirmişler.
Akşama kadar yüzmüşler spor yapmışlar zamanı gelince de yatmışlar.
Gece bir ara baba uyanmış ki yıldızlar görünüyor. Hemen oğlunu kaldırmış demiş bak bakalım yukarıda ne görüyorsun bir değişiklik varmı.
Oğlu yıldızları görüyorum baba deyinca babası tekrar sormuş. Nasıl olmuş bu iş. Oğlu başlamış anlatmaya demiş , Astronomi ilmine göre yıldızlar birer güneştir onlardan galaksiler oluşur falan derken babası ensesine yapıştırmış.
Demiş ulan salak oğlum görmüyormusun çadırı çalmışlar.
Sevgili dostlar inanın çoğumuzun üzerimizdeki çadırdan haberimiz yok ahkam kesiyoruz.
Anlayan ne anlarsa anlasında ben bir ozan olarak muhabbete bir şiirle son vereyim.
Sağlıcakla kalın.
EMANET 2
Neyim var ki bana ait
Söylediğim söz emanet
Senin varmı sana ait
Seyrettiğin göz emanet
Emanetin sahibi var
Odur bize en güzel yar
Yeşil ova karlı dağlar
İniş yokuş düz emanet
Karun kadar malın olsa
Evin Barkın altın dolsa
Hesabı var nasıl olsa
Çok emanet az emanet
Geçen ömrüm bunca yaşım
Elim kolum ayak başım
Dilim dişim gözüm kaşım
Aynadaki yüz emanet
Dört mevsim gelip geçecek
Herkes ektiğin biçecek
Onlar bir mevsimlik çiçek
Torun oğlan kız emanet
Ataroğlum gönül eri
Emanete ver değeri
Benim sinem yangın yeri
Ocak onun köz emanet
Cenaze namazını kıldıran İmam, cemaate dönerek “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca; cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” diye üç defa aynı sözü tekrarlar ya… Veyis Ersöz Hoca’yı iyi bildik, iyi bilirdik ve iyiler arasında son yolculuğuna uğurladık.
Veyis Ersöz Hoca’mızı en son olarak Aydoğdu semtindeki evinde 4 Haziran 2018 Pazartesi günü ziyaret ederek elini öpmüştüm. Daha önce de Salih Sedat Ersöz Bey’in evinde Konya Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Dr. Mustafa Güçlü ve üyeleriyle birlikte hatıralarını dinlemiştik. Konya Aydınlar Ocağı, Yazar Veyis Ersöz için Şükran Gecesi düzenleyerek ve teşekkür plaketiyle taltif ederek büyük bir vefa örneği göstermişti. O gecede de kendisinden hayatıyla ilgili çok anlamlı ve düşündürücü, genç nesillere ışık tutan hatıralar dinlemiştik.
Merhaba Gazetesinde 1994’ten 2001’e kadar yazı işleri müdürü olarak görev yaptığım süre içerisinde yazılarını bazen elden, bâzan de görev yaptığı Konya İlim Yayma Cemiyeti’nden bir başkası vasıtasıyla gönderirdi. Elden getirdiği zaman yazısını okur, beraber mütalaa eder ve memleket meseleleri hakkında konuşurduk.
Ziyaret ettiğimiz günden elli dört gün sonra vefat haberini aldığımda; “İmanla yaşadı, imanlı öldü!” dedim. Cenaze namazını kıldıran İmam, cemaate döner ve “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca; cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” diye üç defa aynı sözü tekrarlar ya… Veyis Ersöz Hoca’yı iyi bildik, iyi bilirdik ve iyiler arasında son yolculuğuna uğurlarken de oğlu Ömer Ersöz’ün dediği gibi “Velhasılı Kelam Güzel Yaşadın, Güzel Öldün” deme makamındayız.
Kabri nurla dolsun, mekânı cennet olsun ve Rabbim bizleri de cennetinde cem eylesin.
Veyis Ersöz Hoca imanlı bir şekilde iyi yaşadı, imanıyla birlikte iyi bir şekilde aramızdan ayrıldı.
Kendisinden pek çok hatıra dinledim. Hânesine gittiğimde duvarda asılı duran levhada şu güzel hadisi şerif yazılı idi:
“Allah’ım! Dünyada bize iyilik ver. Ahirette de bize iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” Hz. Muhammed (s.a.v.)
Veyis Hoca, yazılarında devamlı olarak iyiliği emreder, kötülükten sakındırarak kötülere karşı savaş açardı.
Televizyon izlerken, gazete okurken ya da ya da herhangi bir yerden geçerken görmek veya duymak istemediğiniz birçok şeyle karşılaşırsınız. Fakir insanlar, cinayetler, toplu kıtaller, katliamlar, açıkça haksızlığa uğrayan ama hakkını arayamayan kişiler, kavgalar, sataşmalar, küfürler, incitici ve aşağılayıcı sözler, çekişmeler, tartışmalar, çeşit çeşit menfaat uğruna çıkartılan huzursuzluklar, zorbalıklar ve daha birçokları.
Elbette siz de herkes gibi huzur ve güvenlikli, hiç kimsenin bir diğerine zarar veya tedirginlik vermediği, insanların barış ve dostluk içinde yaşadıkları, birbirlerinden daima güzel, övücü, saygı ve sevgi dolu sözler işittiği bir toplumda yaşamak istersiniz. Elbette diğer bütün insanlar gibi siz de televizyon kanallarını değiştirdiğinizde, gazete sayfalarını çevirdiğinizde veya işinizde, evinizde, ailenizle birlikteyken hep güzel ahlâka sahip, neşeli, candan, dürüst, saygılı, sevgi dolu, hoş sohbet insanlar görmek, hep müjdeli ve güzel haberler duymak istersiniz.
Barışın, huzurun ve güven ortamının hakim olduğu bir toplumda yaşamayı samimi olarak isteyenler arasında ortaya koyduğu kitapları, yazdığı makaleleriyle Veyis Ersöz’ü gördüm, hayatını anlattığında mücadele dolu, zulme karşı çıkan zâlime asla alkış tutmayan onurlu ve zorlu bir kaleme şahitlik yaptığımı söyleyebilirim.
Muhit ve çevrenize baktığınızda olayları akıl, vicdan ve sağduyu ile değerlendirdiğinizde, yukarıda sıraladığımız bütün bu güzelliklerin insanlar arasında hakim olması için çalışan, bütün vaktini, imkânlarını ve enerjisini buna vakfeden insanların var olduğunu fark edeceksiniz.
İşte Veyis Ersöz de vakıf bir insan olarak karşımızda duruyor.
O halde size, bize ve hepimize düşen görev; iyilerle ittifak kurmak, iyi insanlar arasına katılmak, iyilerle, samimilerle, şefkatlilerle, candan ve adaletli insanlarla, dürüstlerle, merhametlilerle, vatanseverlerle, milliyetperverlerle, müsamahakârlarla, vicdan sahipleriyle, hayırseverlerle, alçakgönüllülerle, affedicilerle bir olmak ve onlara bütün desteğimizi vermekle mükellef olduğumuzun şuur ve bilinciyle hareket etmeliyiz.
İçinde bulundukları refahın, huzurun peşine düşen zulmedenlerden, suçlu ve günahkârlardan olmamak adına; yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi iyi insanlardan olmalıyız.
Unutmayınız ki dünyayı iyiler ve iyilikler kurtaracak.
Unutmayın ki zulme rıza göstermek, yeryüzünde durmak bilmeyen kötülüklere karşı ses çıkarmadan seyirci olmak, herşeyi balkondan seyretmek, zulmün ta kendisidir.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Veyis Ersöz Hoca, en son verdiği pozunda bizlere el sallıyordu. Yâni bize ve sevdiklerine; “Allahaısmarladık, hoşça kalın, elveda…” diye mesaj yolluyor.
Gerçek ahiret yurduna imanlı bir şekilde göçen Veyis Hoca’m!
Güle güle…
Nûr içinde yat.
Yoldaşın Peygamberimiz olsun.
Uluslararası Helal Kongresi 2024 yılı 17-19 Mayıs tarihleri arasında Lokman Hekim Üniversitesi öncülüğünde Ankara DSE Genel Müdürlüğü Salonlarında gerçekleştirildi. Agricities (Uluslararası Tarım şehirleri Birliği)’nin de paydaşı olduğu Uluslararası Helal Kongre programı çok verimli olarak tamamlandı.
Kongrenin ana teması; “Helal Ürün ve Hizmetlerde İzlenebilirlik Ve Helal Ekosistemde Güncel Gelişmeler” olarak belirlenmiştir. Kongrenin ana teması kapsamında Helal Ürün kapsamında gerçekleştirilen oturumlarda “Helal Ürün Ve Hizmetlerde İzlenebilirlik, Dijital Dünya ve Helal Yaşam, Helal Kazanç Bilinci Duyarlılığı, Helal Belgelendirme Helal Akreditasyon Ve Uluslararası Tanınırlık, Helal Yaşam Alanları Ve Helal Ekosistemde Güncel Gelişmeler (Helal Gıda, Helal Kozmetik, Helal Turizm Helal İlaç, Helal Finans, Helal Tekstil, Helal Lojistik, Helal Yönetim, Helal Dijital Yaşam) Başlık ve alt başlıklarında sunumlar gerçekleştirilmiştir. Müslümanlar için vazgeçilmez olan helal kavramı ile ilgili en güncel gelişmeler ortaya konularak konunun akademik, ahlaki, etik, hukuki, sosyal ve vicdan boyutları ön plana çıkartılmıştır. Helal yaşam tarzı kapsamının öncelikle Müslümanlara hitap etmesi vurgulanmış ancak onun ötesinde uluslararası yaşam arenasında bütün insanlığın sığınacak güvenli bir liman olduğu net bir şekilde ifade edilmiştir.
Helal bilinci ve helal belgelendirme konusu insanı ve toplumun birçok yönden kuşatan temel kapsamlı ve önemli bir konudur. İnsan ve değer, ekonomi, iktisat, ticaret, ahlak, interdisipliner olmak üzere psikoloji, sosyoloji ve benzeri alanların hepsiyle ilişkisi vardır. Helal kavramının; her Müslümanın yaşam zemini ve İslam medeniyetinin baskın karakterini ifade eden bir kavram olduğu dikkate alınıp düşünüldüğü zaman konunun kapsamı zihinlerimizde daha anlaşılabilir şekilde netleşmektedir. Müslüman toplum için yaşam zemini ve temel bir sorumluluk olduğundan helal ürün endüstrisi güçlü bir fikri ve manevi temele sahiptir. Konunun ekonomik yönü nedeniyle bu alana katkı yapanların sadece Müslümanlar olmadıkları da bilinen gerçeklerdendir.
İslam, varlığı bir bütün olarak ele alır. Allah (c.c.)’ın hikmeti ile var kıldığı kâinat ve insan… Bu varlık karşısında İslam; hem varlığı açıklar hem de ona karşı nasıl bir tutum içerisinde olunması gerektiğini ortaya koyar. Varlığı ve onun cüzleri nasıl anladığımız sosyal ekonomik ve siyasi boyutlarıyla insan pratiğinde karşılığı bulan tutum ve davranışlar da belirler. İnsan öğrenmek, bilmek, anlamak, kavramak, İlâhi hikmeti kudreti, San’atı takdir etmek kabiliyetlerine sahip, bu kabiliyetlerini ebedi hayata taşımak için kalbini, ruhunu, arındırarak manevi terakki amacını gerçekleştirmesi gereken özel bir varlıktır. Tam da bu açıdan bakıldığında İslam’ın helal-haram, iyi ve kötü kavramlarının insan açısından anlamları, belirtilen amaç ile bağlantıları netleşmektedir. Kur’an-ı Kerim insanın yaratılış amacı olarak bilme/kavramayı göstermektedir. Bu bilme, dünyadaki sınırlılığına karşın, İlahi hikmetin sonsuz tecellisine mazhar olunacak ebedi hayatta esasen gerçekleşecek. Bu yolda yürüyebilmesi için Allah (c.c.) insana ruhundan üflemiş, ilk İnsana isimlerin tamamını öğreterek bu isimlerin gösterdiği varlık şemasını kavratmıştır. “İnsan hakkında Allah (c.c.) “Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık” (Tîn Sûresi âyet:4) buyurmuştur. Allah Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. Sûrede ‘en güzel biçimde yarattık’ ifadesi bu hususu belirtmektedir. İnsan serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini güzel kullanarak ‘kâmil insan’ olacak yahut da aksi yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır. Kur’an- Kerîm, insanın şerefine ve varoluş amacına uygun olarak daima helal, temiz, nezih yiyecekleri ve davranışları emretmiş habis, necis olanları haram kılıp yasaklamıştır. Bunun içindir ki Rol Model peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s); “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Husnü'l Halk, 8; Müsned, 2/381) Buyurmuştur.
İnsan ilahi hikmet ve tecelliye mazhar olabilmek bir gönül ile yaratılmış, ebedi hayata bu kabiliyetleri köreltilmemiş bir kalp ile ‘kalbi selim’ ile gelmesi istenmiştir. Bu nedenle insanı ebedi menzile vardıracak yol helal ile tanımlanan yoldur ve İslam’ın hükümleri bu çerçevede anlamını bulmaktadır. Helal kavramı, dinen izin verilen yapılabilir ve meşru olan anlamına gelir bu kavram dini değerler açısından insan ve yaşam arasındaki müspet örtüşmeyi ifade eder. İslam’a göre eşya ve fiillerde asıl olan helal olmaktır. Bu kavram ile ifade edilen çerçeve, güncel yaşamın bütün alanları kuşatan bir kapsamlığa sahiptir. İnsanın, İslam’ın hedeflediği şekilde var olabilmesi kendisini gerçekleştirmesi ve manevi terakkisinin zemini olması önemlidir. İslam, helal, temiz ve nezih olan zeminin dışına çıkılmamasını, necis, habis, pislik alandan uzak durulmasını emrederek bu yönde bir şuur oluşmasını sağlamıştır.
Âyet-i Kerîmelerde: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara Sûresi âyet:168) “Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin” (Mâide Sûresi âyet:88) buyurulmuştur.
Helal, ekosistem ve belgelendirme açısından bakıldığında helal bilincinin iki yönlü olduğunu öz olarak belirtilmiştir. Tüketici ve Üretici bilinci. 2(iki) milyar nüfusa sahip olan İslam dünyasında, helal bilinci ile beslenen ve sürekli artan bilinçli tüketim oranı, bütün bir endüstri ve hizmette üreticileri helal sertifikalı üretime yönlendirmektedir. Helal farkındalığı üreticileri aynı zamanda ürünün helal süreci konusunda tüketicileri ikna etme yönünde çalışmalara ve şeffaflığa da teşvik etmektedir. Helal bilincinin olumlu katkı yaptığı alanlardan biri de ‘gıda güvenliği’ dir. Özellikle Müslüman ülkelerde gıda güvenliği ve helal birlikte yürütülmektedir. Çünkü helal güvenli, sağlıklı hijyenik özellikler gerektirir ve gıda güvenliği hedefleri ile paralellik arz eder. Kur’an-ı Kerimdeki tam ifadesiyle ‘Halalen Tayyiben’ meşru, güvenli ve zararlı olmayan anlamına gelmektedir. Bundan dolayıdır ki gıda açısından ifade edecek olursak helal gıda Müslümanım diyen herkesin vazgeçilmezidir diyebiliriz. Ayrıca gayrimüslimlerin de sertifikalı ürünlere yönelmesi kaçınılmazdır diye düşünüyorum. Helal bilincinin üretim ve tüketim ahlakını beslediğini unutmamalıyız. Allah (c.c.)’ın bize verdiği rızkı tüketmenin sadece biyolojiyi değil, şahsiyeti, dini hayatı ve ibadetleri etkileyen manevi ve ahlaki boyutları olduğu zikredilmiştir. Ahlakı oluşturan temel kavramlarımızın bir kısmı şöyle diyebiliriz: Alın teri, helal kazanç, helal rızık, Tayyip, bereket, ameli Salih. Bunların karşısında sakınılması gereken davranışları ifade eden olumsuz kavramların bir kısmı ise şunlardır; haram kazanç, aldatma, riba, alkol, haksızlık, hırsızlık, gasp, ihtikâr, rüşvet, yetim malı, kul hakkı, zülüm gibi.
Yapay et konusunun konuşulduğu oturum sonunda söz alarak, Diyanet İşleri Din İşleri Yüksek Kurulunun yapay etin helal ve hara olduğu ile ilgili bir fetvasının olmamasının yanlış değerlendirilmemesi gerektiğini ifade ettim. Helal veya haram denilmeyişi konu hakkında doğru bir karara varılamayıp içinde bazı şüpheleri barındırdığındandır diyerek şüpheli şeylerden sakınılması gerektiğini bildiren hadisi aktardım. Hadis-i Şerifte: “Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisi arasında, birçok kimsenin bilmediği şüpheli hususlar vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelileri işlerse, zamanla harama düşer. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her sultanın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu sâlih olursa, bütün vücut sâlih olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Müslim, Müsâkat, 107, 108. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân, 39; Büyû’, 2; Ebû Dâvûd, Büyû’, 3/3329; Tirmizî, Büyû’, 1/1205; Nesâî, Büyû’, 2; Kudât, 11; İbn-i Mâce, Fiten 14)
Yapay ete helal fetvası verilemediğine göre şüpheli kapsamdadır. Şüpheli şeylerden sakınmamızda emredilmiştir. Ayrıca tek dertleri para kazanmak olan yapay et savunucuları Bill Gates, Elon Musk v.b. kişilerin insanlığın hayrına bir şeyler yapmayacakları, paralarına daha çok para kazandırma hırslarına sahip oldukları düşünüldüğünde şüphenin yeni şüpheleri doğuracağının düşünülmesi durumunda yapay ete şimdilik olumlu yaklaşım gösterilemeyeği kanaatimi ifade ettim. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurul Üyeliği yapmış olan Muhlis Akar kardeşimiz, toplantıdan erken ayrılıp şahsımla görüşemediği için, TSE de Daire Başkanı, Genel Sekreter Yardıcılığı görevlerinde bulunan Doğan Yazar Bey ile haber gönderip yaklaşımımı ve görüşümü takdir ettiğini ve aynı görüşte olduğunu belirtmesi de bizi ziyadesiyle mutlu etmiştir.
Zaman zaman birçok konuda istişare ettiğimiz Gazi kara Pilot Albay Nihat Abayhan kardeşimiz, Uluslararası Helal Kongrede olduğumuzu duyunca ekteki mesajı yazıp gönderdi. Kendisi FUY (Fıtrata Uygun Yaşama) üzerinde çalışmaları olan bir kardeşimizdir. Mesajında: “Helal gıda projesi; Üretimden pazarlamaya, finansmandan satışa, tüm üretim ve tüketim süreçlerini, eğitimden spora ve turizme tüm hizmet sektörünü, İslam'a uygun olarak düzenlemeyi hedeflemektedir. Bundan dolayı; maddi, manevi ve zihni olarak ifsat edilmiş insanlığın, fıtratına dönebilmesi için, kapitalist seküler dünya düzenine karşı, faizsiz, gerçekçi bir sosyo ekonomik model sunmaktadır. Helal gıda projesi; Kur'an ve sünnetin, İslam ahlak ve ekonomisinin, İslam şeriatının, ferdi ve sosyal hayatta yaşamanın ve yaşatmanın ciddi bir adımı ve uygulamasıdır. En büyük tebliğ ve cihattır.” diyerek katkılarını sunmuşlardır. Rabbimiz katkı sunanların her birinden ebeden razı olsun.
Lokman Hekim Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Uluslararası Helal Kongre Programının ana salon ile birlikte 1.2. salonlarda da çok verimli sunumlar gerçekleştirildi. İkinci gün 1 Bir nolu salonda; 2. ve 3. Oturumlarda Sözlü Değerlendirme için Jüri olarak görevlendirildik. Dolu dolu çok özel ve güzel geçen Kongreden azami derecede faydalandık. Düzenlenmesinde çok büyük emeği olan Lokman Hekim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Gültekin Hoca’mızın şahsında bütün emeği geçenlere kalb-i şükranlarımı sunarım.
Rabbimiz, haramlardan uzak durarak helaller dairesinde hayat yaşayan Mü’minlerden olmamızı her birimize lütfeylesin. Sıhhat ve âfiyetler dilerim.
omerlutfiersoz@gmail.com
DİYANET, "DEZENFORMASYONLA MÜCADELE MERKEZİ" KURMALIDIR
Bugün köşemi Filistin ve Gazze şiirleri ile süsleyeceğim. Fazla söze hâcet yok. Sizi Filistin ve Gazze şiirlerim ile baş başa bırakıyorum. Buyurunuz efendim.
FİLİSTİN
Mescid-i Aksa’mızı barındıran topraksın,
Allah mübarek kılmış ne güzel bir mekânsın,
Kalplerde dalgalanan nurlu, parlak bayraksın,
Gönüllerdesin her an, damarlarda akansın.
İlk kıblemiz olarak yönelmişti Mü’minler,
Senden arş-ı âlâya yükseliyor âminler,
Senin için yapılır bütün ahdler, yeminler,
Sönmeyen bir meşale, bölgende bir hakansın.
Çileler çekiyorsun yetmiş beş yıldan beri,
Yılmadın, diz çökmedin, dönmedin asla geri,
Şanlı direnişinin görülmedi benzeri,
Özgürlüğe aşıksın, Siyonizme kalkansın.
İşgalcilere karşı cihadın çok mübarek,
İmanın, inancınla coştu, taştı her yürek,
Gösterdin dünyaya ki Hak için ölmek gerek,
Tevekkül ve sabrınla yürekleri yakansın.
Ebedi hayat için cennetlerin yolusun,
Osmanlının parçası, ecdadımın kolusun,
Kutsal mescidimizin aşkı ile dolusun,
Şehadete yürürken miski amber kokansın.
Bütün ümmet adına cihadın ey Filistin,
Süper güçlere karşı duruyorsun hep çetin,
Allah’tan dileğimiz olsun artık devletin,
Ebabiller misali orduları yıkansın.
Toprak, namus, şerefi koruyor her mücahit,
Cihadınla örneksin, buna tüm âlem şahit,
Kararlı, azimlisin versen de binler şehit,
Filistin gerçeğini beyinlere çakansın.
Mücahitler yatağı, şehitlerin diyarı,
Mahzun, garip olsan da zalimlerin ağyarı,
Soykırımın mazlumu, cennetin bahtiyarı,
Ulvi gaye uğrunda patlayan bir volkansın.
Büyük zulüm yaşadın, son bulsun artık yeter,
Allah’ım bu acılar ölümden daha beter,
Affet bizi Filistin, olamadık beraber,
Geleceğin ümidi, beklenen bir furkansın.
ZALİMLER
Yüreğimiz yandı ağladık yine,
Gönlümüzü vurdu, deldi zalimler.
Yaramıza hüzün bağladık yine,
Canımızdan canlar aldı zalimler.
Müslümana zehir etti yılları,
Kırdı baharında nice dalları,
Mazlumlar sürekli taşır salları,
Bitmeyen bir zulme koldu zalimler.
Vicdansızlar sivil, masum dinlemez,
Dünya seyrediyor, katli önlemez,
Büyük şeytan memnun, laftan anlamaz.
Ocakları yıkan eldi zalimler.
Durmadan vurulur kadın ve çocuk,
Masum kanı akar hep oluk oluk,
Güçlülere karşı işlemez hukuk,
Vahşetle, zulümle doldu zalimler.
Gökten bombalarla alev yağıyor,
Çakallar daima bizi boğuyor,
Tüm çağların zulmü ânâ sığıyor,
Ölüme götüren yoldu zalimler.
Medeniyet bize en büyük miras,
Diğer kültürlerle edilmez kıyas,
Yaktılar, yıktılar bu ne ihtiras?
Harim-i İsmet’e daldı zalimler.
Zehirler kattılar tatlı aşlara,
Kanlar eklediler akan yaşlara,
Neler çektiğini sor naaşlara,
Bu dünyada güya güldü zalimler.
Feryatlar yükseldi arşı âlâya,
Açıldı binlerin eli Mevlâ’ya,
Rabbin gücü yeter zora, kolaya,
Kalplerinden bunu sildi zalimler.
Esaret altında Mescid-i Aksa,
Mü’minler uyanıp kıyama kalksa,
Siyonizme kinle, nefretle baksa,
O an belasını buldu zalimler.
Bu dünya hayatı onlara cennet,
Kıyamet kopunca geçirir cinnet,
Allah ve melekler ederler lanet,
Yollar bitti sona geldi zalimler.
Kimseye kâr kalmaz yaptığı zulüm,
Onları da bulur mutlaka ölüm,
Hesabını sorar ilahi hüküm,
Cehenneme yakıt oldu zalimler.
YOK OL İSRAİL
Terör örgütüsün, devlet değilsin,
Zalimsin, vahşisin, yok ol İsrail.
Katilsin, soysuzsun, alçak, rezilsin,
Zalimsin, vahşisin, yok ol İsrail.
Elinde binlerce masum kanı var,
İnsanlıktan uzak, vicdansız, barbar,
İşgalci, insafsız, hunhar ve gaddar,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
Arz-ı Mev’ud için çok canlar aldın,
Bir hayal uğruna alevler saldın,
Baskıyla el koydun, mülkleri çaldın,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
Kadın, çocuk, yaşlı demeden fert, fert,
Vurdun, kırdın, yaktın, kalleşsin, namert,
Sarsın her yanını onulmaz bir dert,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
Boğulursun bir gün döktüğün kanda,
Zulmünün izi var binlerce canda,
Kadınlar, çocuklar feryat figanda,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
Katliam, soykırım senin yöntemin,
Dünyayı ateşe vermek sistemin,
Geliyor senin de yakın matemin,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
En büyük destekçin Amerika’yla,
Kurduğun şeytani çok entrikayla,
Bölmek, yıkmak için hep tefrikayla,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
Verecek belanı kesinkes Allah,
Umutla, güvenle doğar bir sabah,
Bulurlar mazlumlar mutlaka felah,
Zalimsin, vahşisin yok ol İsrail.
SOYSUZ NAMERTLER
Çocuk katilleri vahşi mahlûklar,
Yolu nâra gider soysuz namerdin.
Zayıfı katleder cinsi bozuklar,
Kolu nâra gider soysuz namerdin.
Yüz bin binayı yıktı zalimler,
Ne varsa her şeyi yaktı zalimler,
Cehenneme doğru aktı zalimler,
Dalı nâra gider soysuz namerdin.
Altmış bin masuma yetti güçleri,
Sudan bile mahrum etti açları,
Saymakla bitmiyor ağır suçları,
Eli nâra gider soysuz namerdin.
İnsanlıktan yoktur zerre nasibi,
Sivil yerlere hep büyük tahribi,
Gaye üstün kılmak ehli salibi,
Dili nâra gider soysuz namerdin.
İsrail en büyük terör örgütü,
Ne bir ilkesi var ne de ölçütü,
Bozuktur mayası, bozuktur sütü,
Salı nâra gider soysuz namerdin.
BİN SELAM OLSUN
Mescid-i Aksa’mız hür olsun diye,
Gayret edenlere bin selam olsun.
Hak nizamın sesi gür olsun diye,
Cehde gidenlere bin selam olsun.
İlk kıbleyi özgür kılmak emeli,
İmanla atılmış onun temeli,
Önüne konulan her tür engeli,
Aşan bedenlere bin selam olsun.
Her tür köleliğe hep karşı çıkan,
Zalimlere karşı gürleyip çakan,
Düşmanın üstüne sel gibi akan,
Hasma yetenlere bin selam olsun.
Arz-ı Mev’ud için yıkıp yakanı,
Her yerde akıtan sel gibi kanı,
Dünyayı onulmaz derde sokanı,
Nâra itenlere bin selam olsun.
Çocuklar üstüne yağmakta ölüm,
Sürüyor yıllardır en büyük zulüm,
Müslüman yurduna atılmış düğüm,
Umutlu tanlara bin selam olsun.
Şevkle cihad eden mücahitlere,
Zulme karşı koyan can yiğitlere,
Ölümü öldüren tüm şehitlere,
Nice destanlara bin selam olsun.
Gün gelir hükmeder bir ulu devlet,
Silinir tüm arzdan bu şer melanet,
Kurulur dünyaya nurlu adalet,
Nura batanlara bin selam olsun.
İslâm kardeşliği ne büyük değer,
Bu inanç uğruna ölmeye değer,
Tadına doyulmaz bir aşkmış meğer,
Aşkı tadanlara bin selam olsun.
Tarihimden gelir şanlı zaferler,
Zalimlere karşı sürsün seferler,
Şehit olmak ister bütün neferler,
Bu genç fidanlara bin selam olsun.
Bizim Kudüs, Gazze, bizim Filistin,
Onlar için atan yürekler metin,
Nerede o millet, şanlı selâtin?
Âdil vicdanlara bin selam olsun.
Verilmez düşmana İslâm toprağı,
Hilâlin göklerden inmez bayrağı,
Kefensiz yatanın cennet durağı,
Kanla yatanlara bin selam olsun.
Yaşasın ebedi İslâm’ın yurdu,
Bizim de derdimiz Mü’minin derdi,
Alt ederiz mutlak alçak namerdi,
Hakk’ı tutanlara bin selam olsun.
ALLAH’IM
Toprağı uğruna cihad edeni,
Sürekli payidar eyle Allah’ım.
Namus, şeref için cehde gideni,
Ebedi berhudar eyle Allah’ım.
Şerre karşı koyan mücahitleri,
Bâtılla savaşan muvahhitleri,
Hak yolda can veren tüm şehitleri,
Nurundan hissedar eyle Allah’ım.
Bin bir çeşit zulme boyun bükmeyen,
Zorluklara rağmen hiç diz çökmeyen,
İmanla bağını asla sökmeyen,
Canları hükümdar eyle Allah’ım.
Zalime direnen kahramanların,
Cephede kan döken Müslümanların,
Güller yetiştiren gülistanların,
Kışlarını bahar eyle Allah’ım.
Yüce dava için sel gibi akan,
Siyonizme karşı patlayan volkan,
Zalimin tacını tahtını yıkan,
Mücahitleri var eyle Allah’ım.
Rabbim, Hak’kı hâkim kılmak isteyen,
Mânâ iklimiyle dolmak isteyen,
Ulvi nizamında olmak isteyen,
Bizi kendine yâr eyle Allah’ım.
Bu dünyada gücün sözü geçiyor,
Kuvvetli zayıfı kesip biçiyor,
Mazlumlar topluca dâr dan göçüyor,
Zalime arzı dar eyle Allah’ım.
Siyonist İsrail terör devleti,
Bu vahşi, işgalci derdi, illeti,
Bu barbar, vicdansız, alçak milleti,
Kahret, rezil, murdar eyle Allah’ım.
Aramızdaki her tür tefrikayı,
Düşmanın yaptığı tüm entrikayı,
Dost görünen şeytan Amerika’yı,
Telef et, tarumar eyle Allah’ım.
Rabbimiz mahveyle tüm hainleri,
Kabul eyle dua ve aminleri,
Zafere susayan can Mü’minleri,
Seferde muzaffer eyle Allah’ım.
UNUTULMASIN GAZZE
Bir yanık türküdür Gazze,
Savrulur rüzgârda küle dönen hayaller.
Toprak ıslaktır, kanla karışır,
Göğe yükselen dualar yaralıdır.
Taşlar dile gelir, anlatır acıyı,
Her çatlak bir hikâye, her iz bir yara.
Deniz bile susar dalgalarında,
Hüzünle bakar sahiline karışan canlara.
Kim dinler Gazze’nin feryadını?
Hangi yürek taşır bu yükü?
Kapanır mı bir gün bu kara defter,
Akar mı gözlerden umutlu bir nehir?
Gökyüzü kara, umutlar kırık,
Ateşle yıkanır masum çocukların gülüşü.
Duvarlar yankılar acıyı, çığlık olur,
Gazze’de her gün yeni bir kış düşer.
Bir anne sessiz, gözyaşı kurumuş,
Kucağında hayalleriyle uyuyan yavrusu.
Bir baba yıkılmış, bakar ufka boş,
Taşların altında kalmış tüm öyküsü.
Unutulmasın Gazze, bir yara gibi,
Sızlar insanlığın vicdanında derinden.
Unutulmasın düşen gölgeler,
Karanlıkta kaybolan masum bedenler.
Elbet geçer derler bu zifiri gece,
Ama Gazze’nin çocukları ne bilsin sevinci?
Oyuncaklar yerine taşlarla oynar,
Barış onlara hep uzak bir düş gibi.
Bir gün, belki bir gün,
Büyük bir umut yeşerir yeniden.
Küllerinden yükselir bir direniş,
Ve çiçekler açar kurşun deliklerinde.
Unutulmasın Gazze, mazlumların sesi,
Her çığlık bir dua, her gözyaşı bir deniz.
Bir gün güneş doğar yine üstüne,
Barış güvercinleri kanat çırpar yeniden.
SALİH SEDAT ERSÖZ ŞİİRLERİDİR.
NAMAZ VAKİTLERİ
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi