Bugün; 19 Nisan 2024, Cuma
Ahmet EFE
Metni küçült
Ahmet EFE
Cümle Kapısı
Bir Hadis Yorumcusuna Eleştiri (2)
Tarih : 2014.08.19  13:17:40

Daha önceki yazımızda künyesi, “Bünyamin Erul, “Hadislerin Dili, İlk Hadis Belgesi Hemmâm’ın Sahifesi, Tertip, Terceme, Yorum”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 4. Baskı, 2010, Ankara.” olan bir kitaptan bazı alıntılar yapmış ve müellifin çeşitli hadislerle ilgili yorumlarına itirazlarımızı belirtmiştik. Konuya devam ediyoruz.

Kitabın 133. sahifesindeki hadis tercümesi şöyledir: “Kıyamet günü, sizden birinizin biriktirdiği hazinesi zehirli bir yılan olur. Sahibi ondan kaçmak istese de o: “Ben senin hazinenim!” diye peşine takılır. Vallahi, o onu yakalayıncaya ve onu ağzında bir lokma yapıncaya kadar peşini bırakmaz.”

Müellif bu hadisi izah ederken mecazî bir anlatım olduğundan filan bahsederek, hadiste açıkça geçtiği halde hiç kimseye yılanlarla, hayvanlarla azap edilmeyeceğini yazmıştır! Bu modernist bir bakış açısıdır ve cehennemde hayvanlarla azap edileceğine dair onlarca hadisi redde gider. Kur’an-ı Kerim’de “Boynuna dolanır” denildiği halde, yok canım, dolanan yılan filan değildir, bu Ebu Hureyre’nin sözüdür demek büyük bühtandır. Hz. Ebu Hureyre bunu kendisi söylemişse uydurmuş mu oluyor?! Diğer sahabelerin söylediklerini ne yapacağız? Onlarda mı Peygamberin (s.a.v.) söylemediklerini söyleyip durmuşlardır? Cennet ve cehennemde hiç hayvan olmayacak mıdır? Hz. Salih’in devesi, Hz. İsmail yerine fidye olarak gönderilen koç da mı semboliktir?..

Buhari’nin, Müslim’in ve diğer muteber hadis kitaplarının rivayetleri -modern bilimin verilerine uygun düşmeyince!- doğru sayılmaz mı? Hadisler Kur’an-ı Kerimi tefsir etmez mi? İslâm’da Kur’andan sonraki kaynağın adı nedir? İnsanı cehennemde “katır büyüklüğünde akrepler sokacak olursa -Allah korusun- nereye kaçacaktır? Bu hadiste mi semboliktir? Cehennemde katır büyüklüğünde akrep yok mudur?

Cehennemde zincirler, bukağılar, ateşten gemler, kaynar sular, Hamîm, Gassâk, Zakkum filan var ama günahkârlara azap edecek hiç bir hayvan yok, öyle mi? Haşa Yüce Allah Cennet veya cehennemdeki bütün hayvanları teker teker saymak zorunda mıdır?!

Kitabın 136. sahifesindeki hadis şöyledir: “Hayvan sahibi, mallarının hakkı (olan zekat)ını vermemişse, kıyamet günü o hayvanlar ona musallat olur ve tabanlarıyla sahibinin yüzüne basarlar.”

Müellif hadisi izah ederken “Şarihlerimiz genellikle bu tasvirleri hakikat olarak anlamışlar ve yüce Allah’ın bu hayvanlara hayat verip o kimselere bu şekilde azap edeceğini şeklinde değerlendirmişlerdir” dedikten sonra yine bir çok sözler sarf etmekte, burada da sembolik bir anlatımın olduğunu iddia ederek hayvanların sahiplerine musallat olması diye bir şey söz konusu değildir filan diyerek hayatını hadis ilmine adamış bütün muhaddislere ve onların bilgin şarihlerine muhalefet etmektedir.

Kitabın 227. sahifesindeki hadis “Biriniz isticmar ettiğinde bunu tek yapsın!” şeklindedir.

Müellif buradaki “isticmar” kelimesinden neredeyse bütün hadis şerhlerinde “taşla taharetlenme” kastedildiğini söyledikten sonra buna itiraz etmekte ve kelimenin başka anlamlara gelebileceği üzerinde durmaktadır. Ona göre hâlen İslâm coğrafyasının bazı bölgelerinde algılandığı ve uygulandığı üzere, taş ile taharetlenme sünnet olarak görülmemeliymiş!!

Oysa hemen hemen bütün fıkhî kaynaklarda taş ile taharetlenmenin ve üstelik bu taşların sayısının tek yapılmasının sünnet olduğuna dair kayıtlar vardır. Evet, en az üç taş ile taharetlenmek de sünnnettir, su ile taharetlenmek de! Şimdi müellife soruyoruz: Su kıtlığı olsa, yahut Allah korusun, bir süre için sular yerin dibine batırılsa siz ne yapacaksınız? O zaman taş ile taharetlenmeyecek misiniz? O zaman bu durum sünnet sayılmayacak mı? Hatta farza yakın bir duruma gelmeyecek mi? Ne dersiniz?

Kitabın 276. sahifesindeki hadis tercümesi şudur: “İnsanlar bu (yönetim) işinde Kureyş’e tabidir. Müslümanları onların Müslümanlarına, kafirleri de onların kafirlerine tabidir.”

Müellif hadisi izah ederken yine geleneksel anlayışlara ters düşüp, aykırı görüşler serdetmektedir. Tarihselci bir görüş atarak ortalığı bulandıran Fazlurrahman gibi düşünmektedir. Bu gidişle hükmü Kıyamete kadar baki olan Kur’an’ı bile tarihselci yoruma tabi tutmak mümkün olacaktır! “Canım bunlar o devrin gerekleriydi, şimdi tarih (çağ) değişti, çağdaş düşünmeliyiz!” denilecektir.

Üstelik müellif bu hadis için daha yukarıya şöyle bir başlık atıyor: “Kureyş, her zaman önde!”

Attığı başlığa bakar mısınız? Sondaki ünlem işareti Allah korusun, alay ima ediyor. Resûlullah’ın hiç bir sahih hadisine alaycı bir bakış atılamaz.

Kitabın 278. sahifesindeki hadis için müellifin attığı başlık da çok çirkin görünüyor. Yine ünlem işaretli bir niyet açıklama: “Kureyş’in hayırlı hanımları!”

Kitabın 280. sahfesindeki hadiste Hz. Adem’in yaratılışı ile ilgili olarak Efendimizin açıklamaları var. Müellif, yüce Allah’ın Adem’i kendi sûretinde yarattığına dair olan hadisini de yine modernist bir mantıkla yorumlamaya çalışmakta, hadis-i şerife gölge düşürmek için elinden geleni ardına koymamaktadır. Öyle ki, işi,  hadisin ravisi Hz. Ebu Hureyre’ye iftiraya kadar götürmekte ve “O, (Hz. Ebu Hureyre) Yemenli olduğu için Yahudi kültürünü İslam’a sokmaya çalışmıştır” gibi ağır sözler etmektedir. Yazının son cümlesi aynen şöyledir: “Ebu Hureyre dahil bu haberin bütün ravilerinin (Hemmâm- Ma’mer- Abdurrezzak) putperest, Mecusi, Yahudi ve Hırıstiyan kültürünün harmanlandığı bir yer olan Yemen’den çıkmış olmaları da ayrıca dikkat çekicidir.”

Müellif bu son cümleyi Ünal İ. Hakkı isimli bir zatın bir makalesinden aldığını söylemekle beraber tıpkı burada yazıldığı gibi düşündüğünü açıklamıştır. Bu düşüncenin insanı nerelere götüreceği hesap edilmelidir. Eğer Hadis külliyatı içinde en çok hadis rivayet ettiği bilinen Hz. Ebu Hureyre (r.a.), böyle bir çok şeyi Yahudi kültüründen etkilenerek İslâm’a sokuşturmuşsa vay halimize! Ondan rivayette bulunan Kütüb-i Sitte imamlarına yazık! Onların hadislerini şerh eden büyük âlimlerin hepsi Yahudi kültürüne hizmetten başka bir şey yapmamışlardır! İşte gitti İslâm’ın ikinci ana kaynağı hadisler! Varın, gerisini siz düşünün.

Kitabın 284. hadisinde Adem aleyhisselam ile Hz. Musa aleyhisselamın alın yazısı üzerindeki bir tartışması anlatılmaktadır. Buhari, Müslim, Ahmed b. Hanbel gibi büyük muhaddislerin rivayet ettikleri bu hadis hakkında müellif aynen şunları söylüyor: “İnsan fiillerinde kaderin belirleyici rolünü savunan ve insan iradesini etkisiz bırakan Cebriye’nin görüşü istikametindeki bu rivayet, hadisçiler ve genel olarak ehl-i sünnet uleması tarafından kaderi ispat eden bir hadis olarak, Mutezile’ye karşı kullanılmış, Mutezile de bunu Kur’an’a aykırı bularak reddetmiştir.” Ne demektir bütün bunlar? Herhalde müellif hadisin sahih olmadığını, Mutezile gibi sapık bir mezhebin daha haklı olduğunu ima etmektedir. Çok yazık!

Kitabın 286. sahifesindeki hadisin tercümesi şöyledir: “İsrailoğulları olmasaydı, yemek bozulmaz, et kokmazdı; Havva olmasaydı hiç bir hanım, asla kocasını aldatmazdı.”

Müellif bu hadise şöyle alaycı bir başlık atmış: “Ne etin kokması, ne Havva’nın ihaneti!” Ne demekse bu?!

Sonuçta şöyle diyor sayın prof: “İsnadı ve kaynakları bakımından hadis sahih olsa da, böyle bir metin ve muhtevanın Allah Resulüne aidiyeti tartışılır olmaktan kurtulamayacaktır.”

Görülüyor ki müellif için hadisin sahih olması hiç bir şey ifade etmemektedir. Bu sebeple benzer rivayetler de önem taşımamaktadır! Reddetmek daha iyidir! Şimdi biz Kur’anda yasak meyvenin yenilmesi ile ilgili ayetlere bir kez daha bakalım, meyveyi kim önce yemiş? Hz. Adem’le Hz. Havva aynı anda mı ısırmışlar? Biri diğerine hiç etki etmemiş mi? Feministler adına konuşmak bize ne kazandırır? Feminizm İslâmî bir şey midir ki, onların ağızlarıyla konuşup birilerine yaranmaya çalışılıyor?

Kitabın 289. sahifesindeki hadis şöyle: “Bir gün Eyyub (as) çıplak vaziyette yıkanırken altın (sarısı) çekirgeler üzerine üşüştü. Eyyub (as) elbisesini açarak onları toplamaya çalıştı. Bunun üzerine Allah teala:

-Ey Eyyub, ben sana bu gördüklerinden daha fazlasını vermedim mi?” diye seslendi. Eyyub (as):

-Evet ey Rabbim verdin, ancak senin (başka lütuf ve) bereketinden müstağni değilim” dedi.”

Müellif metni tercüme ederken altın çekirgeleri “altın sarısı çekirgeler” haline sokmakla yetinmemiş (sanki çekirge altın sarısı olursa daha kıymetli olurmuş gibi!) hadisin temsilî bir anlatım içerdiğini yazmıştır! Onun mantığına göre çekirgelerin altından olması filan mümkün değildir! Aman çekirgeler altın olmasın da ne olursa olsun! Renkleri altın sarısı olsun da yörede, ceplere doldurulup saklanacak kadar kıymetli bulunsun! Böyle yorum olur mu? Bu tür yaklaşımlar, mucizeleri inkara kadar götürecek olan yanlış yaklaşımlardır. Efendimiz çekirgeler altındı diyor, zaten bu yüzden Hz. Eyyub onları toplamaya çalışıyor; müellif yok canım onlar altın sarısıydı, altından çekirge mi olur demeye getiriyor!.. Halbuki müellif altın olmayan, sadece altın sarısı renkteki çekirgelerin Hz. Eyyub aleyhisselamın ne işine yarayacağını düşünüp öyle yorum yapsaydı daha iyi olmaz mıydı?!

Kitabın 292. sahifesindeki hadis Hz. Musa aleyhisselam ile ölüm meleği arasında cereyan eden bir hadiseyi anlatmaktadır. Bütün muteber hadis kitaplarında yer alan bu hadis için müellif şüphe izhar etmekte, “senet itibariyle sahih olmakla birlikte...” diyerek daha çok inkârı cihetine gitmektedir. Nitekim bununla ilgili yazının son paragrafı da “Hz. Peygambere aidiyeti kabul edilmesi halinde, bu hadisin temsilî bir anlatımla izah edilmesi daha isabetli olacaktır” diyerek yine başka hadislere yaptığı muameleyi bu hadise de reva görmektedir. Onu göre bu hadis, İsrailî rivâyetlere uyuyormuş,  [sanki İslâm’da ölüm meleği “Melekü’l-Mevt” yokmuş gibi] “ölüm meleği” teması Yahudi kutsal kitaplarında bir figür olarak bulunuyormuş...

Halbuki müellifin de çok iyi bilmesi gerekir ki İslâm kendisinden önce gelen Tevrat ve İncil’i de tasdik eden bir dindir. Bazı şeyler önceki rivâyetlere uyuyor diye hemen İsrailiyattan sayılıp reddedilemez.  Hadis-i şeriflerdeki bu açık anlatımları hemen “temsilî anlatımdır” damgası vurarak tahlil etmek asla doğru değildir. Sonra Efendimiz neyin temsilî anlatılıp neyin anlatılmayacağını herhalde bizden çok daha iyi bilir.

Kitabın 294. sahifesindeki hadise göre Hz. Musa bir defasında yalnız olarak yıkanırken bir taş elbisesini alıp kaçmış, daha önce onun vücutça kusurlu olduğu için yalnız yıkanmayı tercih ettiğini söyleyen Yahudiler bunun böyle olmadığını anlamışlardır.

Müellif yine hadiste taşın elbiseyi çalıp götürmesini, Hz. Musa’nın o taş ile konuşup kendisini yakalaması ve cezalandırmasını tamamen temsilî bir anlatım olarak görmekte, yine mucize kabilinden olan bu tür hadiselere mesafeli durduğunu söylemektedir. Ona göre taş yürümemiş, bunun yerine herhalde aşağı doğru yuvarlanıp gitmiştir! Ne hikmetse giderken elbiseyi de beraberinde götürüyor! Üstelik Hz. Musa gelip kendisini dövsün diye bir kenarda bekliyor! Taşta kalan darbe izleri de (haşa) Hz. Ebu Hureyre’nin uydurması olsa gerektir!.. Bu tür yorumlar doğru mudur?

Kitabın 298. sahifesindeki hadiste İsrailoğullarından bir peygamberin ricası ile güneş, kuşattıkları memleketi fethedinceye kadar durmuş, daha sonra yine aynı peygamber ganimet mallarından çalanları yine bir mucize kabilinden olmak üzere, elleri kendi eline yapıştığı için yakalayıp ortaya çıkarmıştır.

Müellif hemen hadise itirazlar yöneltmeye, inkâr cihetine gitmeye çalışmıştır. Güya bu hadis Yahudi rivayetlerine uyuyormuş. Bilimsel verilere göre güneş hiç beklermiymiş?! Herhalde bu hadisi Ka’bu’l- Ahbar’dan duyup Ebu Hureyre rivayet edivermiş! Belki de Ebu Hureyre bunu Kab’ın sözü olarak nakletmiş ama daha sonraki raviler hadis olarak nakletmişler! Nitekim müellifin hocası M.S. Hatipoğlu da hadisi tenkit ederek, onun Yahudi kültürünün hadislerdeki bir uzantısı olduğu kanaatine varmış! Ayrıca Hatipoğlu, alimlerimizin akla ve astronomi âlimlerine hiç başvurmamalarını, sadece isnatlara bakmalarını, bunun ilahi kudret dahilinde olduğunu düşünerek, nübüvvet alameti olarak görmelerini de yadırgamaktaymış!

Bize göre bütün bunlar son derece yanlış yaklaşımlardır. Kişinin kendini geçmiş alimlerden ve özellikle İmam-ı Buhari, Müslim, Ahmed ibn-i Hanbel gibi yüksek zatlardan daha âlim sanmalarından kaynaklanmaktadır. Sanki onlar bu hadislerin metinlerine hiç bakmamışlar, kuru nakilcilik yaparak ümmeti aldatmaya yönelmişlerdir? Oysa akla ve güya bilimsel verilere bakılarak her mucizeyi inkar mümkün olur. Bu bakış açısıyla Hz. Salih’in bir kayadan çıkmış devesine inanmak mümkün olmadığı gibi, haşa Hz. Musa’nın asası ile denizin yarılması, Efendimizin bir gece içinde Mekke’den Kudüs’e gidip gelmesi de söz konusu olmaz. Öyle ya, bilimsel verilere göre denizin bir asa darbesiyle yarılıp ortasından kupkuru bir yol açılması mümkün değildir!..

Kitabın 301. sahifesindeki hadis söyle tercüme edilmiş: “Meryem oğlu İsa, bir adamı hırsızlık yaparken gördü ve “Çaldın mı?” dedi. Adam: “Kendisinden başka tanrının olmadığı Allah’a yemin ederim ki hayır!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. İsa “Ben O Allah’a iman ettim, (galiba) gözüm yanıldı” dedi.”

Müellif tercümeyi kendi anlayışına uygun olarak yapmakta bir beis görmemişe benziyor. Böylece okuyucu işin başında yanıltılmış oluyor. Zira Hadis metninin orijinalinden Hz. İsa’nın adamın yemininden sonra “(galiba) gözüm yanıldı” dememiş bilakis, gözü yanılmadığı halde bu yeminin ağırlığı sebebiyle “kezzeptü aynî” yani“kendi gözümü yalanladım” buyurmuştur. Üstelik daha işin başında onun hırsızlık yaptığını gördüğü ifade edilmiştir.

Ayrıca müellife göre böyle bir hadise yaşanmamış olabilir ve Peygamberimiz Allah adına yapılan yeminin önemini vurgulamak için (aslında hiç yaşanmadığı halde!) yaşanmış gibi anlatmıştır!

Böyle bir yorum yapılabilir mi? Efendimiz geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin haberlerinden, Allah’ın kendisine bildirdiği bir çok kıssa nakletmiştir ve naklettiklerinin hemen hepsi aynen yaşanmış, gerçek hadiselerdir. Bunlar temsilî ve uyduruk hikâyeler değildir. Bu tür yorumlar yaparak oryantalistlerin gözüne girmek mümkün olmaz!  İyice bilinmelidir ki, onların memnuniyeti için Müslümanın dinini değiştirip Hıristiyan yahut Yahudi olmasından başka çıkar yol olmadığını yüce Allah beyan etmiştir!

Kitabın 311. sahifesinde yine Efendimizin geçmiş ümmetlere ait bir kıssayı naklettiği görülmektedir. Birinden satın aldığı tarladan içi altın dolu bir küp bulan kişinin hikâyesidir bu. Efendimiz açık açık anlatıyor ve onların buldukları bu serveti aralarında bölüştüklerini ve hatta birinin kızı ile diğerinin oğlunun da evlendirildiğini naklediyor. Bu kadar açık anlatılan hadiseye müellifin yaptığı yorum, yine anlatımın temsilî olduğu şeklindedir! “Kanaatimizce, hadiste anlatılan alış-verişin, yaşanmış olma ihtimali varsa da, temsilî bir anlatım olması kuvvetle muhtemeldir.” diyor ...

Kitabın 329. sahifesindeki hadis şöyledir: “Aranızda mal-mülk çoğalıp taşmadıkça, kıyamet kopmaz. O kadar ki, mal sahibi, zekatını kimin kabul edebileceğini düşünür. (Sonra) ilim alınır, zaman daralır, fitneler ortaya çıkar ve herc çoğalır. Ashab: “Ey Allah’ın Resulü! Herc nedir?” diye sorunca “Öldürmedir, Öldürmedir!” buyurdu”

Müellif yine hadisin temsili bir anlatım olduğundan dem vurmakta, Efendimizin kıyamet alametleri hakkındaki haberlerinin herhalde daha sonraki dönemlerde hadis tarzında söylenmiş sözler olduğunu iddia etmektedir. Sanki Efendimiz Kıyamet alametlerini sayamazmış gibi! Sanki burada sayılanlar geçmiş zamanda olup bitmiş şeylerdir ve tekrar yaşanmaz! Şimdi müellife sormak gerek: Efendimiz geleceğe ait haberler vermemiş midir? Sahih ve sağlam senetlere sahip böyle hadislerin bile “hadis tarzında söylenmiş olabileceği ihtimali vardır” ne demek? Bu, isnadı yıkmak ve oryantalistlerin oyununa gelmek değil midir? Biz o vakit hangi sağlam hadise inanacağız? Yoksa modernistlerin dediği gibi inanmamıza gerek yok mu?

Kitabın 344. sahifesindeki hadise göre Efendimiz cennet ve cehennemin kendi aralarındaki bir konuşmasını haber vermiştir. Bu tartışma sırasında Cehennem “Beni kibirliler ve zorlular tercih etti” demiş, Cennet de: “Bana ise insanların zayıflarıyla fakirleri girmekte” demiştir. Allah teala ise onlara şöyle seslenmiştir: “Ey Cennet! Sen benim rahmetimsin, seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim. Ey cehennem! Sen de benim azabımsın. Kullarımdan istediğime de seninle azap ederim; her ikiniz de dolacaksınız! Cehennem, Yüce Allah “Yeter! Yeter! Yeter!” diyerek ayağını koyuncaya kadar dolmayacaktır. Nihayet dolar ve cehennem (halkı) iç içe girer. Ama Allah yarattıklarından kimseye karşı haksızlık yapmaz. Cennete gelince, Allah orayı da dolduracak kimseler yaratır.”

Müellif hadiste sembolik bir dil kullanıldığını(!), Cennet ve cehennemin, adeta birer canlı varlık gibi konuşturulmak suretiyle temsilî bir anlatımın tercih edildiğini söyleyivermektedir. Yine müellife sormak gerek: “Sayın müellif! Cennet ve cehennem zaten canlı varlıklar değil midirler? Allah ile konuşmaları temsilî bir konuşma mıdır? Cehennemin gayzından köpürmesi ve çatlayacak hâle gelmesi sembolik bir anlatım mıdır? Mülk Suresindeki Allah kelâmı da mı semboliktir? Şeytanın yellenmesi sembolik, cennetin konuşması sembolik, cehennemin köpürmesi sembolik, geriye ne kalıyor sayın müellif sembolik olmayan? O zaman insan da semboliktir, temsili bir şey olarak vardır! Böyle görüş olur mu?

Müellif kitabının sonuç kısmında açıkça şunları yazmaktadır: “Hadisi nakleden sahabînin kişisel yorumu, değerlendirmesi veya oradan çıkardığı belli bir hüküm ya da netice olduğu halde, o bu yargıyı bazen “Resûlullah (s) şöyle buyurdu” diyerek, Hz. Peygamberin orijinal lafzıymış gibi rivayet edebilmiştir.”

Hangi sahabe böyle yapmış sayın müellif? Hangi sahabe kendi yorumunu Peygamber şöyle buyurdu diye nakletme cüret ve cesaretini göstermiş? Efendimizin söylemediğini ona mal etmenin cehenneme girmekle eş değer olduğunu rivayet eden sahabeler bunu nasıl yapabilirler? Evet, bunun delili nedir? Misali nerededir? Manâ ile rivayet sahabenin kendi yorumu mudur?

Bu eleştiri metnini şöyle bir dua ile bitirelim: Yüce Allah hepimizin kusur ve hatalarını bağışlasın ve yine hepimizi Sırat-ı Müstakim’den zerrece ayırmasın... Amin.

Bu makale toplam 960 defa okunmuştur
Makaleyi Paylaş :
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tüm Yazıları

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi