(Karacaoğlan Okumak)
“İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye…”
Bu mısraların Anadolu’nun ve dahi bütün İslâm-Türk dünyasının büyük şairi Karacaoğlan’a ait olduğunu herkes bilir. Hemen herkes onun asırlar öncesinde bestelenmiş türkülerinden haberdâr ve ona müştaktır ama yakından tanır mı?
Hakkında araştırma yapanların nakillerine göre ne zaman yaşadığı, nerede doğup büyüdüğü ve kabrinin nerede olduğu bile belli olmayan bu usta âşığı biraz daha yakından tanımak için şiirlerinin dünyasına dalmak gerekir.
Bize göre Karacaoğlan’ın şiirlerini inceleyip hakkında kalem oynatan bazı araştırmacıların onu batı medeniyetinin son dönemde yetiştirdiği en aykırı ve sapkın adamlardan biri olan Freud’a benzetmelerine şiddetle karşı çıkılmalıdır. Her ne kadar kendisine mal edilen bazı şiirlerde cinsellik kokusu hissedilse de bunların ona ait olup olmadığı tartışması bitmemiştir. Yaygın şöhretinden istifade eden bazı şairlerin çalıp söyledikleri, cönklere girip, onun şiirleriyle karışmış olabilir. Bizim İslâm kültürüyle yoğrulmuş memleketimizde edep her şeyden önce geldiğinden, üç beş edepsizin söylediklerinin önemi bulunamaz…
Karacaoğlan üzerine yazı yazan ve şiirlerinden seçmeler yayınlayan Mustafa Necati Karaer’in eserini 1973 yılında alıp okumuş, o günden beri tespitlerine katılmadığıma dair bir yazı kaleme almak istemiştim.
Karaer, büyük şairimizin XVII. yüzyılda doğmuş olabileceğini, büyük bir ihtimalle Güney Anadolu topraklarında yaşadığını ve epeyce yaşlandığı bir sırada yine bu bölgede öldüğüne dair bazı nakillerde bulunulduğunu anlattıktan sonra, sanatı ve edebî kişiliğine dair kendi düşüncelerini seslendirmektedir. Zannına göre, Karacaoğlan tasavvuf felsefesi ile divan şiiri etkilerinden tamamen uzak kalmış bir şairdir. Hiçbir yönüyle Yûnus Emre’ye benzememekte, onun gibi “öteki dünya” ve “Tanrı sevgisi” için bir şey söylemeyip, tamamen “bu dünya” ve “insan sevgisiyle” konuşmaktadır! İşi gücü kadın ve kız peşinde koşmak olup, gönül kapısı bütün güzellere ardına kadar açıktır! Cinselliği çağrıştıran mısralarıyla aslında gerçek ve katıksız olan insan sevgisini dile getirmiştir! Kızlar onun gönlünün çırası, gelinler dertli gönlünün lokmanıdır! Onu, Freud’a ilham veren fikirlerin ilk tespitçisi ve uygulayıcısı saymak herhalde yanlış olmasa gerektir! Türkmen oymakları içinde tabiatla baş başa, katı kurallar ve yasaklar dışında ömür süren şair için bu tür duygu ve düşünceleri tabii karşılamak lazımdır!..
Bunlar bizim asla kabul etmek istemediğimiz bozuk varsayımlar olarak gözüküyor. Zira büyük şairin sadece beşerî aşk, güzelleme, gurbet ve tabiata dair değil, dinî konularda da bir çok şiiri vardır. Anlaşıldığına göre o, Allah’ın varlık ve birliğine iman eden, kitaplarına, meleklerine ve peygamberlerine inanan, her fırsatta “Kadir Mevlâ”sına sığınıp O’ndan yardım isteyen bir âşıktır. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, ahiret gününe, hesaba çekileceğine, Mizan’a ve Sırat’a inanmakta, günahları için tövbe edip, cennete girmeyi istemektedir. Hem, tamamen Müslüman bir çevrede yaşayan ve onlar tarafından kabul gören bir şairin başka türlü düşünmesi de akla uygun değildir! Belki de, bunun aksini iddia edenlere cevap olsun diye:
“Güzel sever deyu bühtân ederler,
Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var?” deme gereği duymuştur.
Burada onun, cinsellik çağrıştırdığı söylenen bazı şiirlerinin büyük bir ihtimalle başka şairlere ait olduğunu iddia etmek de mümkündür. Zira cönklere Karacaoğlan imzasıyla girmiş olan şiirlerin hangisinin kendisine, hangisinin başka şairlere ait olduğu tam olarak tespit edilebilmiş değildir. Demek ki herkes kendi meşrebine göre yol almaktadır!
Karacaoğlan Anadolu Türkçesini çok iyi kullanan mü’min bir âşıktır. Pek çok diyar gezip görmüş, bir çok insanla tanışmış, ayrılık ve acılarla dolu bir ömür sürmüştür. Tabiata ve insana bakışı saygı ve merhametini göstermekte, verdiği öğütlerle çevresindekileri uyarmaya çalışmaktadır. Ölümün muhakkak gerçekleşeceğini ve herkesin ölümden sonrasını düşünmesi gerektiğini ifade ederken:
“Ağa olsa, paşa olsa, bey olsa
Yakasız gömleğe sarılır bir gün” der.
Yüce Allah’ın kimseyi imandan ayırmaması için:
“Medet medet âlemleri yaratan
Yâri benden, ben(i) imandan ayırma
Onsekiz bin âlemleri var eden
Yâri benden, ben(i) imandan ayırma” diye dua eder.
Beş vakit namazı kıldığına işaret eden:
“Hasta oldun yastığını istersin
Kadir Mevlâm sağlığını göstersin
Cennet-i âlâ’dan bir köşk istersin
Boynunun farzını kıldın mı gönül?” beytini söyler. Ayrıca:
Üç günlük fani dünyada
Ölmeden gülen öğünsün
Beş vaktini de kazaya
Komayıp kılan öğünsün” der.
“Az yaşa uz yaşa, âhiri ölüm
Ahirete karşı götür imânı” diyerek Hakkın yolundan ayrılmamayı şiar edinen Karacaoğlan’ın:
“Yürü bire yalan dünya
Sana konan göçer bir gün
İnsan, bir ekin misali.
Seni eken biçer bir gün
….
Bindirirler cansız ata
İndirirler tuta tuta
Var dünyadan yol ahrete
Yelgin gider salın bir gün” mısraları da dinî duyarlığını göstermektedir.
Onun bu konularla ilgili daha pek çok şiiri bulunmasına rağmen biz şimdi şairin, üstün sanat gücünü gösterdiğine inandığımız bazı mısralarını paylaşmak istiyoruz:
Yıkılmış siyeçler, (bağ çitleri) bozulmuş bağlar
Bakan yok gönlümün yaralarına…
***
Elma elma yanakları al gibi
Boyu uzar gider selvi dal gibi
Seherde açılan gonca gül gibi
Sandım kan damlamış karın üstüne
***
Karac’oğlan der ki n’eyleyip n’etmek
Bir fikrim var, şu sılayı terk etmek
Yıkıl git diyorsun kolay mı gitmek
Sen getirdin beni gel diye diye
***
Yüküm gamdır gam alırım satarım
Pervaneler gibi yanar tüterim
Kıyamette yakasını tutarım
Vermesin hoyrata güllerimizi
***
Ala gözlüm ben bu elden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil
***
Karac’oğlan der ki bu bize n’oldu
Koynumuz köpüklü kan ile doldu
Saatim ay oldu, günüm yıl oldu
Gelip geçmez kara günden usandım
***
Karac’oğlan der ki yiyip içmeden
Güzeller usanmaz konup göçmeden
Muhannetin köprüsünden geçmeden
Düşelim de azgın sele gidelim
***
Aşk âteşin değirmende öğüttüm
Eledim kalburdan, elekten çektim
***
Nuh’un gemisine bühtân edenler
Yelken açıp yel kadrini ne bilir?
O Süleyman kuş dilini bilirdi,
Her Süleyman dil kadrini ne bilir?
…
Arap atlarında olur fırkalar
Kimi sarhoş yürür, kimi ırgalar
Zibilliğe inip konan kargalar
Has bahçede gül kadrini ne bilir?
***
Döne döne teneşirin üstünde
Yunmayınca gönül yârdan ayrılmaz
***
Deli gönül var günâhın
Onun için geçmez âhın
Senin gibi padişâhın
Benim gibi kul’olmaz mı?