Bugün; 24 Nisan 2024, Çarşamba
Ahmet EFE
Metni küçült
Ahmet EFE
Cümle Kapısı
“Anbar Katran”ı Aramak…
Tarih : 2015.12.22  23:57:16

16 Ağustos 2015 Pazar günü, sabah namazından sonra Toros dağlarından Akdağ’ın eteklerinde olduğunu öğrendiğimiz muhteşem “Anbar Katran”ı aramak için Antalya merkezinden yola çıktık. Otomobilde üç kişiyiz.

Bir süre Kemer yolunda ilerledikten sonra Altınyaka istikâmetine döndük. Yüksek dağları tırmanıp Ovacık Köyü’ne geldik. Buradan ilerleyip, TRT vericisinin bulunduğu dağın aşağı kısmına kurulmuş maden ocağına doğru inmeye başladık. Issız ve sessiz yol üzerinde pek güzel çam, meşe ve sedir ağaçları gördük. Yeni işletilmeye başlayan küçük maden ocağı kenarında çaylarımızı yudumladıktan sonra çizme ve baretlerimizi giyip ocağa girdik. Bir maden ocağına ilk defa giriyorum. Bir süre başımızı eğerek yürüdük. Sonra tavan kısmı yükseldiğinden yürüme kolaylaşır gibi oldu. Zifiri bir karanlık içinde serin dehlizlerden ilerliyoruz. Baretlerimizdeki lambalar ancak ayaklarımızı basacağımız birkaç adımlık yeri aydınlatıyor. Kömür vagonları için döşenmiş raylar arasından sular akıyor. Şapur şupur gidiyoruz. 600 metre kadar ilerledik. Ulaşılan en son kömür damarını gördük. İşçilerin bir kısmı tahkimat yapıyor, bazıları da bulunan damardaki kömürü kazıyorlar. Hayli ibretlik işçi manzaraları görünüyor. Oğluma: “Bu şartlar altında kazanılan para gerçekten helal olur!”  demekten kendimi alamadım.

Madenden çıkıp asıl amacımız olan Anbar Katran’ı bulmak içine yine yollara düştük. Ovacık’tan ilerleyip Söğütcuması denen beldeye geldik.

Bir rüya peşinde koşar yahut içinde yaşar gibiyiz. Birkaç gündür sürekli olarak Anbar Katran düşü görüyorum. Bu anıt ağaçlar öylesine büyük, görkemli, yaşlı ve güzeller ki, onları arayıp bulmak, karşılarına geçip yüzlerine bakmak için can atıyorum. Koca bilgeler gibi oturuyorlar kendi uzak diyarlarında. Kimisi yüksek ormanların bir kuytusunu mekân edinmiş, kimisi zirvesini… Genellikle etraflarında yabani hayvanlardan ve bazı kurt-kuştan başka bir şey bulunmuyor. İnsanlardan uzak ve onlara hayli kapalı vaziyette kendi kaderlerini yaşıyorlar. Her biri ak saçlı bir eren gibi. Kökleri yüzlerce, binlerce yıl derine iniyor! Kimi 500-600 yaşında, kimisi 1500-2000… Aman Allah! Müthiş güzel, muhteşem… Her birinin bir adı ve hikâyesi var. Kimi “Koca Katran”, kimi “Koç Sedir”. Kimi “Aslan Ardıç”, kimi “Arap Astık Ağacı”. Kimi tescil edilmiş, kimisine hiçbir işaret konulmamış. Altınyaka’lı bir ihtiyar Anbar Katran için, “Gövdesini dokuz kişi kucaklayamıyormuş! Ben görmedim ama çok büyükmüş!” demişti. Ceylan yahut geyik peşinde koşan bir avcıya döndüm. Onu arayıp bulacaktım ama nasıl?

Söğütcuması’nda hayli yaşlı, sakalsız, gözleri kısık bir eski avcıya rastladık. Lâkabı “Kaşıkçı” imiş. “Ben 200 metre kadar yakınına gittim ama göremedim. Siz de rehbersiz olarak giderseniz ağacı bulamaz, ormanda kaybolursunuz!” dedi. “Siz bize rehber olun!” dedik. “Bir cenaze mevlidi için geldim, şimdi gidemem!” dedi. “Öyleyse yolu tarif edin” dedik. “Bu iş tarifle olmaz!” dedi ama biz ısrar edince yolun kenarından, karşıdan gördüğümüz Akdağ’ın bazı belirgin yerlerine işaret ederek uzun bir yol tarifine başladı. Bir süre sonra yazmaktan vazgeçip, “bundan sonrasını biz hallederiz!” dedim. Tekrar: “Gidersiniz ama bulamazsınız! Bu iş rehbersiz olmaz!” dedi. Bu insanlar tecrübeli eski topraklardır. Sözleri yabana atılamaz ama biz maceraya atılabiliriz! Kendisine teşekkür edip Söğütcuması’ndan ayrıldık. Daha ilk yol ayırımında verdiği tariften sapmak zorunda kaldık. Zira sola gitmemiz gereken yolda çalışma varmış, trafiğe kapatılmış! Şimdi sadece kendi hislerimiz ve öngörülerimizle yokuşlar inip, yokuşlar çıkıyoruz. Sayısız virajlar dönüp menzile doğru ilerliyoruz. Hemen her seferinde doğru yol üzerinde olduğumuzu hissediyorum. Dereler üzerine kurulmuş HES’lerin yanından, in cin top oynayan derin vadilerden geçip gidiyoruz. Yolun bazı yerleri çok bozuk… Derince bir vadiye girdik. Burada bir ev görünüyor. Ön tarafta genç bir arkadaş. Bahçe kenarında devasa iki çınar ağacı! Fotoğraf çekmek için hemen iniyorum otomobilden. Gerçekten pek yaşlı ve pek güzel çınarlar bunlar! Birisinin dibine küçük bir alabalık havuzu yapılmış. Bu genç adam yakında bir yerdeki işletmede çalışıyormuş. Kendisi Anbar Katranı görmemiş ama yolunu tarif edebilirmiş. Bize güzelce bir tarif ve birkaç salkım üzüm verdi. Teşekkür edip “Köşlü” denen yere doğru çıkmaya, daha doğrusu tırmanmaya başladık. Büyük ve derin vadinin öte tarafına, Akdağ’a geçmiştik şimdi. Ormanlar içinde ilerleyip, ağacın yerini bilen birilerini aradık ama etrafta hiç kimse görünmüyor. Nihayet birkaç dev ağacın göründüğü, içinde birkaç ev bulunan yamaç bir alana ulaştık. Burası Çaltı-Kozağaç semti imiş. Bir evin balkonunda oturup çay içen engelli bir arkadaş hem bize çay ikramında bulundu hem de görmek istediğimiz anıt ağacın yerini tarif etti. Adamcağızın bahçesine girerken kökünden kesilmiş dev bir meşenin gövdesini görmüş ve ziyadesiyle üzülmüştüm. “Bu kadar büyük bir ağaç niçin kesilmiş?! Neredeyse anıt ağaçmış!” dediğimde, “Diktiğimiz domates biber gibi sebzelere gölge veriyordu, biz de kestik!” diye cevap verdi. İnanılmaz bir şeydi bu! Birkaç domates için asırları devirmiş bir güzel ağaca kıyılır mıydı?.. “Çok yazık olmuş!” diye geçirdim içimden.

Engelli zat bize Anbar Katran’ın yolunu tarif ederken: “Şuradan bir süre gittiğinizde, göçen kayalıkları göreceksiniz, oradan sola dönün. 1,5 km kadar gittikten sonra sağa dönüp devam edin. 2 km sonra sağa değil sola dönmeli ve böylece epeyce gitmelisiniz. Yol yine ikiye ayrılacak. İşlek olanından, yani sağdaki yoldan ilerleyin. En sonunda “Dibek Vadisi” denen yere varmış olursunuz. Ağaç orada!” demişti.

Söylediklerini harfiyen uygulayıp Dibek Vadisi denen yere geldik. Burada yere devrilmiş eski bir tabela vardı ama ağaçla ilgili hiçbir işaret verilmemişti. Geri dönüp daha önce yol kenarında gördüğümüz bir yangıncı gözetleme memuruna bize yolu tarif etmesini rica ettik. “Dibek Vadisi yazılı levhanın olduğu yerden içeri girin, içerdeki arı kovanlarını geçince ağacın levhasını göreceksiniz. Otomobili durdurup 200 metre kadar yaya ilerlerseniz, katranı görürsünüz!” dedi.

Arı kovanlarını geçtik ama ne levha var, ne bir işaret! Yaya olarak dağın çıplak eteklerine kadar çıktık. Bir yerden sonra arabanın ilerlemesi zaten mümkün değil. Oğlum ve kayınbabası İbrahim Bey bir tarafa, ben başka bir tarafa yöneldim. Belki yüzlerce metre yürüdüm. Kum çölünde iğne aramak gibi bir şey bu! Çevrede de pek büyük ve muhteşem ağaçlar var ama Anbar Katran yok!

Saatlerce süren uğraşımız sonunda “Rehbersiz olmaz!” diyen Kaşıkçı amca’nın sözü doğru çıktı. Ağacı bulamayıp pek üzgün vaziyette dönmeye karar verdik. Şimdi bizi Elmalı’ya götürecek son derece taşlı ve kötü bir yola girdik. Sabahın erken saatlerinde başlayan maceramız ikindi vaktine kadar sürmüştü. Yol o kadar berbat ki, bata çıka ilerliyoruz. İçimden Çevre ve Orman Bakanlığı ilgililerine kızıp duruyorum. Böyle yol mu olur? İnsan bir anıt ağaç için tek bir levha olsun koymaz mı?

Belki 20 – 30 km kadar gittik o berbat yoldan. Birden antik bir şehir kalıntısı ilişti gözümüze. Yıkık evlerin odaları içinde çamlar büyümüş… Devasa mermer lahitler, yerlere devrilmiş sütunlar, geniş merdivenlerle çıkılan evlerin yıkık duvarları… Herhalde Lidyalılardan kalmış bir şehrin harabesi… Otomobili durdurup bir kaç poz fotoğraf çektik. Çok susamış durumdayız. Ah bir çeşmeye kavuşsak…

Nihayet köyler içinden geçen asfalt bir yola ulaştık. Pek de bilmeden indiğimiz bu yol bizi Elmalı’ya değil ama Kumluca’ya kadar getirdi! Bilmem ki, bir daha çok yakınına kadar ulaştığımız halde göremediğimiz Anbar Katran’ı bulmak için bu yöreye gelmek kısmet olur mu? 

Bu makale toplam 1103 defa okunmuştur
Makaleyi Paylaş :
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tüm Yazıları

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi