Bugün; 29 Nisan 2024, Pazartesi
Ahmet EFE
Metni küçült
Ahmet EFE
Cümle Kapısı
TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’AN’ ın Türkçeye Tercümesi’nden NOTLAR -9-
Tarih : 2023.02.03  23:58:51

7. CİLT’ten Notlar

* Allah ümmî bir kişiyi Mekkelilere peygamber göndermiştir. İnsanlar ise bu kişiyi eski kitapları öğrenen veya o kitaplardan bir şeyler okuyan biri olarak tanıma­dılar. Aynı zamanda Mekkeliler bu kişinin kitaplarını öğrenmek için Ehl-i Ki­tap âlimlerinden birine gidip geldiğini de ve yazı yazdığını da asla görmediler. Sonra bu ümmî kişi Ehl-i Kitab’ın kitaplarının da kendisinin konuştuğu dilde olmadığı halde bunlara uygun muvafık olan bilgileri haber vermiştir. Bütün bunlar ümmî kişinin bu bilgileri Allah sayesinde bildiğini kanıtlar. İşte peygamberin ümmî oluşunun risâletinin kanıtlanması konusunda en etkili yol olduğu böylece ortaya çıkar. En doğrusunu Allah bilir. (s. 17)

* Her korkuda mutlaka bir parça ümit, her ümitte de mutlaka bir parça korku vardır. Zira içinde ümit bulunmayan korku ta­mamen yeisten, ümitsizlikten ibarettir, yine içinde korku bulunmayan ümit de (Allah’ın cezalandırmasından) güven ve emniyette olmak demektir. Lâkin iyiliklerde ve hayırlarda esas olan, içinde korku bulunan ümittir. Kötülüklerde ve günahlarda esas olan da, içinde ümidin en küçüğünün bulunduğu korkudur. Nitekim daha önce şükrün ve sabrın da aynı şey olduğunu söylemiştik. Çünkü sabır, şehvetlere ve lezzetlere karşı kendini tutmaktır, şükür de hayır yolunda çalışmaktır. İnsan kendini şehvetlere karşı koruduğunda, hayır yolunda çalışmış demektir. Bundan dolayı biz, bunların ikisi de aynı şeydir diyoruz. Zira şükür kabullenmektir, sabır da aynı şeydir. Yalnız şu kadar var ki, şükür nimetleri kabullenmek, sabır ise belâları ve musibetleri kabullenmektir. (s. 27)

* “Bilerek ve isteyerek kötülük yapanlara gelince, kötülüğün karşılığı, dengi olan cezadır.” [Yûnus, 10/27] Buradaki kötülüğün karşılığı olan ceza mealindeki ifa­deden maksat, hikmetin gereği olarak işlediği kötülüğün dengi olan ceza ile cezalandırmaktır. İyiliğin ve hayrın karşılığı ise, hikmet gereği olarak değil, lütuf ve ihsan yoluyla verilir. Çünkü insan yaptığı hayırların karşılığını kendi gücüyle hak etmesi bir tarafa, ne kadar uzun yaşarsa yaşasın ve ne kadar gayret gösterirse göstersin, Allah’ın vermiş olduğu nimetlerin bir tekinin bile tam ola­rak şükrünü eda etmeye hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği, Cenâb-ı Hakk’ın ezelî takdiridir. (s. 56)

* Cehennem ehlinin yüzleri gece karanlığı gibidir. Yani zencilerin karalığı gibi değil. Zira zenci bir Müslüman nice beyaz kâfirden daha güzel ve daha nurludur. (s. 57)

* İman tasdiktir, tasdik de kalpte olur. Yaratıklardan hiç kimsenin, başkasının kalbine muttali olması mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki korku yüzünden imanı terk etmekte hiç kimse mazur olmaz, çünkü imanını gizlemesi mümkündür. Görmez misin ki Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir mümin kişi şöyle dedi.” [Mü’min, 40/28] O imanını açıklamasa bile mümin idi ve onun imanı kendisi ile Rab’bi arasında idi. (s. 112)

* İman ile İslâm hakikatte aynı şeydir. (s. 112)

* Resûlullah’ın bizzat kendisi dünyaya gelişinden itibaren hayatının sonuna kadar mucize idi. (s. 139)

* Nuh aleyhisselamın gemisi, yolcuları götüren ve durup indiren diğer gemiler gibi değildi; normalde gemiyi yürütmek ve durdurmakla mükellef olan insanlardır. Nuh’un gemisini ise yürüten de Allah’tır, durduran da! Bu konuda insanların hiçbir dahli yoktur. En doğrusunu Allah bilir. (s. 196)

* “Bizden selâm ve bereketlerle gemiden in!” [Hûd, 11/48] Selâmet, kötülüklerden ve âfetlerden salim olmak demektir. Bereket de hiç yorulmadan her türlü hayra ve iyiliğe nail olmaktır. Sonra bu ikisi neticede aynı şeydir; çünkü insan her türlü kötülükten ve âfetten salim olduğunda her türlü hayır ve iyiliğe de ulaşmış de­mektir. Her türlü hayra ulaştığında da bütün kötülük ve âfetlerden kurtulmuş demek olur. Hâsılı selâmet ve bereket hakikatte aynı şeydir, ancak sözcükleri farklıdır. Tıpkı “birr”  ve “takva” kelimeleri gibidir; birr, her türlü hayrı kazanmaktır, takva da her türlü kötülükten ve mâsiyetten sakınmaktır. Bunların da kelimeleri farklı, ama mânaları hakikatte aynıdır. Çünkü insan her türlü kötülükten ve mâsiyetten sakındığında her nevi hayrı ve iyiliği iş­liyor demektir. Her nevi hayrı ve iyiliği yaptığında da her çeşit kötülükten ve mâsiyetten sakınmış olur. “Şükür” ve “sabır” kelimeleri de aynı­dır; sabır, her çeşit günahtan kendini tutmaktır, şükür de her türlü itaati yap­maktır. Bu ikisi de kelime olarak farklı, ancak anlam olarak gerçekte aynıdır. Çünkü insan her türlü günahtan kendini uzak tuttuğunda itaatkâr davranıyor demektir, itaat fiillerini yaptığında da her çeşit günahtan ve mâsiyetten kendini uzak tutmuş olur. “İslâm” ve “iman” kelimeleri de böyledir. İslâm, insanın samimiyetle ve tam anlamıyla kendini Allah’a teslim etmesi ve bu konuda başkasına hiçbir alan bırakmamasıdır. İman da, kendi şahsında ve her şeyde Allah’ın rablığını tasdik etmektir. Bu iki kelime de hakikatte aynı anlama gelir, ama lafızları farklıdır. Çünkü insan kendini ve her şeyi Allah’a tam olarak tes­lim ettiğinde O’nun hem kendisi ve hem de her şeyi üzerindeki rubûbiyetini ikrar etmiş demektir. Allah’ı tasdik ettiğinde ve hem kendi şahsı hem de her şey üzerinde O’nun rubûbiyetini ifade ettiğinde de kendini ve her şeyi Allah’a teslim etmiş olur. Bütün bunlar lafızları farklı, ama neticede aynı mânaya gelen kelimelerdir. (s. 202-203)

* Cenâb-ı Hak dünya menfaatleri ve bereketleri konusunda mümin ile kâfiri ayırmadı, ancak ahretin menfaatlerini ve bereketlerini sadece mümine tahsis etti… Allah dünyanın zîneti konusunda mümin ile kâfiri eşit gördü, sonra kıyamet günü onları sadece mümine tahsis etti. (s. 204)

* Tek bir peygamberi inkâr etmek, bütün peygamberleri ve Allah’ı inkâr etmektir. (s. 215)

* Kardeşlik din kardeşliği, cins kardeşliği ve soy kardeşliği şeklinde üç çeşittir. Mühim olansa din kardeşliğidir. (s. 217)

* “Ey kavmim! İşte size mûcize olarak Allah’ın gönderdiği dişi deve.” [Hûd, 11/64]

Nâgatullah, “Allah’ın devesi”… Cenâb-ı Hak, devede bulunan bir özellikten dolayı onu kendisine nispet etti, ancak o özelliğin ne olduğunu biz bilmiyoruz. Bu özellik başka develerde bulunmuyordu; Cenâb-ı Hak onu risâlete ve nübüvvete delil olacak bir mûcize olsun diye insanların görüp tanıdıkları başka develerden farklı birtakım özelliklerle yaratmıştı. Peygamberlerin mucizeleri böyledir; semavî olduğu bilinsin diye onlar insanların güç ve kuvvetinin dışında kalan olaylardır. Sonra o devenin hangi özelliğe sahip olduğunu bilmiyoruz, yalnız vücudunun büyüklüğünü ve bedeninin kalınlığını biliyoruz; çünkü su içme sırası insanlarla onun arasında paylaşılmıştı, bir gün o içecek, bir gün insanlar içecekti. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştu: “Onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir.” [Şuarâ, 26/155] Bununla birlikte meralar taksim edilme­mişti, çünkü Allah şöyle diyordu: “Onu bırakın Allah’ın yarattığı yeryüzünde otlasın.” [Hûd, 11/64] Bazı insanların, o şöyle bir kayadan çıkmıştı, günde şu kadar süt veriyordu ve benzeri mahiyette söyledikleri sözlere gelince, biz bunları bilmi­yoruz, dolayısıyla o şöyledir diye kesin bir söz söylememiz mümkün değildir. Yalnız onda, diğer develerde bulunmayan bir özelliğin var olduğunu biliyoruz. Bu özelliğin ne olduğunu bilmek bizim için ihtiyaç olsaydı, hiç şüphesiz Allah onu da açıklardı. Meselenin aslı konusunda daha önce şunu söylemiştik: Bir şeyin parçası Allah’a nispet edildiğinde, O’na nispet edilen o parçalara saygı göstermek anlamına gelir. Eşyanın bütünü Allah’a nispet edildiğinde ise, Allah için ona saygı gösterilmesi kastedilmiştir. Meselâ, “Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah’a aittir” [Bakara, 2/107] mealindeki âyetle “Zaten her şey O’na aittir” [Neml, 27/91] mealindeki âyet ve benzerleri böyledir. (s. 221)

* Denildi ki: Hz. Lut, Hz. İbrahim’in kardeşinin oğlu idi. (s. 225)

* Cebrail aleyhisselam kanatlarını Lut kavminin yaşadığı beldenin altına soktu, sonra onu göğe doğru kaldırdı, sonra ters çevirdi, üstünü altına getirdi ve yere yapıştırdı. (s. 239)

* Rafizîler, Resûlullah (s.a.) ile Hz. Ali’nin (r.a.) soy itibariyle kardeş olduklarını delil göstererek Hz. Ali’nin (r.a.) Hz. Ebû Bekir’den (r.a.) daha üstün olduğu şeklinde iddiada bulunmuşlardır. Bu görüş reddedilir. Zira fazilet ve üstün olmayı gerektiren asıl şey dostluktur. Nitekim Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Eğer Rabbimden başka birini dost edinseydim, Ebû Bekir’i dost edinirdim.” (s. 241)

* Nuh kavmi boğularak helak edilmiş, Hud kavmi şiddetli bir bora ile Salih kavmi de müthiş bir gürültü (sayha) ile helak edilmişlerdi. (s. 248)

* “Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Gidilen o yer ne kötü!” [Hûd, 11/98] Bazıları dedi ki: Yani kavminin öncüsü olacak. Bazıları da şöyle dedi: O, cehenneme varınca­ya kadar kavmini sevk edecek. Kavminin önüne düşecek mealindeki beyan, dünyada onların lideri olduğu ve insanların ona tâbi olduğu gibi âhirette de onların önderi olacak ve insanlar onun izini takip edecekler. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: “Her insan topluluğunu önderleriyle birlikte çağıracağımız o günde...” [İsrâ, 17/71] “Böylece onları, halkı ateşe çağıran öncüler yapmış olduk.” [Kasas, 28/41] Cenâb-ı Hak dünyadaki önderlerin, âhirette de halkının önderleri olacaklarını haber vermektedir. (s. 256)

* Yüce Allah Kur’anı Arapça olarak indirmiştir. Onun Levh-i Mahfuzda hangi dille yazılmış olduğunu bilmiyoruz; Diğer bütün kitaplar da kendilerine gönderilen halkın diliyle indirilmiş, başka bir milletin lisânıyla indirilmemiştir. (s. 294)

* Yûsuf kıssası ve onun haberleri kitaplarda Arapça’dan başka bir dille yazılı idi ve her­hangi bir kimse onu Arapça’ya tercüme etmemişti ve Hz. Peygambere bunları öğretmemişti. Sonra bu olayı Hz. Peygamber onlara, fazla ve eksik yapmadan aynen kitaplarında yazılı olduğu gibi haber vermişti. Bu gerçek, onun bu ha­berleri, onların kitaplarından öğrenmediğine ve yalnızca yüce Allah’ın ken­disine bildirmesi ile öğrendiğine işaret eder. Rivâyetlerde belirtildiğine göre, Yahudiler Hz. Peygamber’in (s.a.) Yûsuf sûresini okuduğunu duymuşlar ve gelip sormuşlar: Ey Muhammed! Bunları sana kim öğretti? Resûlullah (s.a.) şu cevabı vermiş: “Bunları bana Allah bildirdi.” Yahudiler, Hz. Peygamber’in bu olayı aynen kendi kitaplarında yazılı olduğu gibi okumasına hayret etmişler. Bu rivâyet, onları Hz. Peygambere Allah’ın bildirdiğini gösterir. Sonra bunun, peygamber olduğuna dair delil isteyen herkes için delil olması da muhtemel­dir. Yahut ondan soran herkes için delildir. (s. 301)

* “Hani kardeşleri demişlerdi ki: Yûsuf ile öz kardeşi babamızın gözün­de bizden daha değerli. Halbuki bizim sayımız daha çok. Şüphesiz ki baba­mız apaçık bir yanılgı içinde!” [Yûsuf, 12/8] Bu âyet, bir babanın çocuklarından birine, diğerlerinde olmayan bir özellik gördüğünde, ona daha çok şefkat ve yakınlık göstermesinde beis olmadığına işaret etmektedir. Dola­yısıyla bir babanın, diğerlerine haksızlık yapmamak kaydıyla, çocuklarından özel olarak birine bağış veya tasaddukta bulunmasında sakınca yoktur. Burada Hz. Yâkub’un Yûsuf’u ve öz kardeşini, diğer kardeşlerine tercih etmesinde başka sebepler de vardır. Birincisi, onları bedenen zayıf ve aciz gördüğü için onlara karşı daha çok şefkat ve merhamet duyuyordu. Bu, yaratılanlar arasında bilinen bir husustur. Yahut küçük oldukları için onları daha çok seviyordu. Bu da insanların bildiği bir husustur; küçük çocuklar insanlara daha sevimli gelir, kalpleri onlara daha çok meyleder, onlara daha çok şefkat duyarlar ve büyüklerden daha merhametli davranırlar. Veyahut Hz. Yâkup, Yûsuf ve kar­deşinde dinî veya ilmî açıdan veya başka sebeplerle özel bir üstünlük gördü­ğü için onlara özel davranmıştı; diğer kardeşlerinden farklı olarak onlara öyle davranmasını kendisine Allah emretmişti. Veyahut da Hz. Yâkub’a Yûsuf’un peygamber olacağı müjdesi verildiği için onu diğer çocuklarından üstün tu­tuyor ve bu sebeple Yûsuf’u onlara tercih ediyordu. İşte onlar da, “Yûsuf ile öz kardeşi babamızın gözünde bizden daha değerli” [Yûsuf, 12/8] mealindeki sözü, gördük­leri bazı emarelerden dolayı söylemişlerdi, yoksa kalpteki sevgi duygusunun hakikati bilinemez. (s. 301-302)

* İsmet sıfatı [Peygamberlerin günahsız olmaları] asla korkuyu yok etmez, zıt olan iki filden birini yapmayacağı konusunda da teminat vermez, aksine korkuyu daha çok artırır. Bundan dolayı hayırlı ve günahsız insanların, dinleri hakkındaki korkuları ve endişeleri başkalarından daha çoktur. (s. 307)

* Cahillikle yapılmış olsa bile işlenen suça ceza vermek gereklidir. Çünkü Allah, bilmesi için insana gerekli imkânı vermiştir. Ona bilme imkânını verdiği için cahil kalmakta mazereti yoktur. (s. 337)

* İhtilam ancak şeytanın oynamasından olur. Bundan dolayı bâtıl ve asılsız rüyaya ahlâm, yani düş denilmiştir, çünkü o şeytanın oynamasından meydana gelmektedir. (s. 343)

* Hiç şüphe yok ki nefis daima daha leziz ve daha şehevî olan şeyleri ister ve tercih eder, zorluklardan ve hoş olmayan şeylerden de nefret eder. Nefis, işte böyle bir tabiatta yaratılmıştır. (s. 351)

* Hüzün, insanın gücünün dışında, gazap ise insanın kendi elindedir. (s. 378)

* Peygamberlerden hiç birinin sadaka ve zekat alması helal değildir. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed aleyhisselâmın durumu da böyledir; parasız mal (hediye) alması caizdir, fakat zekat yahut sadaka alması helal değildir. (s. 384)

* Yaratılanlardan merhamet gösteren her canlı, ancak Allah tarafından kendisine verilen rahmet ile merhamet etmektedir. (s. 388)

* Bütün peygamberler ancak gönderilmiş oldukları şehir halkından seçilmiştir, çöl ve sahra halkından peygamber gönderilmemiştir… Kur’an-ı Kerim’de geçen ve köy anlamına gelen “karye” ve “kura” kelimeleri ile şehirler kastedilmiştir. Cenâb-ı Hak bütün nebîleri ve reulleri ancak şehir halkından seçip göndermiştir, çöl ve sahra halkından göndermemiştir. (s. 404)

* “Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır.” [Ra’d, 13/12] Bu cümle, “İnsanın sağında solunda oturmuş iki alıcı vardır” [Kâf, 50/16-17] meâlindeki âyetle aynı anlama gelir. Mücahid dedi ki: Önündeki iyilikleri, arkasındaki kötülükleri yazar. İnsanın sağ tarafındaki melek iyilikleri yazar, sol tarafındaki de ancak sağdaki meleğin şahitliği ile yazar; ancak insan yürürken meleklerden biri önde, diğeri arkada olur. (s. 427)

* Adn, cennetin merkezidir, yani cennetin ortasıdır. Bazıları da şöyle dedi: Adn, ikâmet demektir, yani ikâmet ettikleri cennetler anlamına gelir. (s. 450)

* “Melekler de her kapıdan onların yanına girerler.” [Râ’d, 13/23]  Muhtemeldir ki onların bulundukları yerlerin ve makamlarının kapıları olacak ve her bir kapıdan melekler girecekler. İkincisi, muhtemelen onların yanına giren her melek, her birinin ameline ve yaptığı hayırlara göre farklı bir hediye ile gelecektir. “Her kapıdan” yani her çeşit hediyeden demektir. Bu cümle iki şekilde yorumlanır. Biri, melekler cennet ehlinin hizmetçisi olacaklar, bu anlam insanların meleklerden daha faziletli olduğu anlamına gelmektedir. Diğeri de, melekler hayır ehlini sevdikleri ve insanlar da dünyada iken hayır yaptıkları için meleklerle arkadaşlık hakkını kazanacaklar, Cenâb-ı Hak onları ahrette birbirlerine dost ve arkadaş yapacaktır. Bunun en doğrusunu Allah bilir. (s. 451)

* Cenâb-ı Hak Kur’ana hüküm adını verdi, çünkü hükmetmek üzere indirmiştir. (s. 473)

* Şeytanın insanları zorla saptırabileceği yorumu doğru değildir; çünkü şayet İblis’in onlar üzerinde baskısı ve onlara galip gelmesi söz konusu olsaydı insanlar mâzur sayılır ve azaba uğratılmazdı, çünkü zorlanan ve mağlup edilen insan mecburdur, mecbur olan da mazurdur. (s. 518)

* Selâm, her türlü hayrın, uğurun ve bereketin ismidir. (s. 519)

* İman, sınırı olan şeydir, onun çoğalması ancak süslenmesi ve güzelleştirilmesidir. İmanın bizzat kendisi ziyade kabul etmez; tıpkı yaprakları ve meyvesi ortaya çıktığında süslenen ve güzelleşen ağaç gibi. Ağacın kendisi artmakla nitelenmez, iman da böyledir. (s. 523)

* Nebîlerin, resûllerin ve büyük insanların, dinlerinden ve üzerinde bulundukları halden sapmaktan korkmaları daha fazla ve daha büyük olur., çünkü onlar Allah nezdinde, kendilerinin oldukları halden başka bir durumda olmaktan korkmaktadırlar, bundan dolayı sahip oldukları nimetin kendilerinden alınmasından endişe ederek ebedi bir korku hali içinde bulunurlar. Üzerinde Allah’ın nimetleri daha çok olan kimsenin Allah korkusunun da daha çok olması gerekir. (s. 537)

 

Bu makale toplam 170 defa okunmuştur
Makaleyi Paylaş :
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tüm Yazıları

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi