Bugün; 29 Mart 2024, Cuma
Salih Sedat ERSÖZ
Metni küçült
Salih Sedat ERSÖZ
PROF. DR. NECMEDDİN ERBAKAN (4)
Tarih : 2021.03.05  14:31:45

7- Partileşme ve 73 -77 arası dönem.

Bundan sonra parti kurma faaliyetleri başladı. Süleyman Arif Emre bu dönem için şunları anlatır: “parti kurma faaliyetleri yaparken Erbakan hocanın isteğiyle üç kişi Erbakan hoca, Hasan Aksay ve ben beraberce Mehmed Zahid Efendiye gittik, evinde görüştük. Ben şöyle dedim: “Efendim bizim bir liderimiz yok, hareketimiz yok, şurada burada itilip kakılıyoruz. Müslümanlar olarak şu ehveni şer bahanesi içindeyiz. Emrederseniz Erbakan hocamızı lider yapacağız. Beraberce bu yola gireceğiz. Bu konudaki emirleriniz nedir?”

Bunun üzerine Mehmed Zahid Hoca Efendi derin bir tarihçe yaptı, kısaca şunları söyledi: “Sultan 2. Abdülhamit hanın masonlar tarafından tahttan indirilmesinden bu yana, bu milletin yönetimi masonların eline geçmişti. Masonlara karşı da yönetimin tekrar Müslümanlara geçmesi için ciddi bir mücadele yapılmamıştır. Bu mücadelenin yapılmamış olması gayretullaha dokunur. Cenab-ı Hak bu milletin başına birçok felaket getirir, cezalandırır. Onun için bak Necmeddin, ben sana izin değil görev veriyorum. Bu arkadaşlarla beraber bu hareketi başlatın. Kazanamazsan dahi Farzı kifayeyi yerine getirmiş olursunuz. Belaları defetmiş olursunuz. Hadi Allah işini rast getirsin.” Biz bu emri alarak ayrıldık ve kısa sürede Milli Nizam Partisi’ni (MNP) kurduk.”

Erbakan hoca MNP’yi kurmadan önce de bazı parti ve dernek faaliyetlerine iştirak etmişti. 1952 de Ali Fuat Başgil’in Başkanlığında kurulan Türkiye Köylü Partisi’nde yer alır. Bazı faaliyetlere katılır. İlim Yayma Cemiyeti ile Sonradan Aydınlar Ocağı ismini alacak olan ve Aydınlar Kulübü olarak kurulan cemiyetlerde de aynı durum söz konusudur. Milliyetçiler Derneği ve Türk Ocağı Derneği ile de ilişkisi vardır.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ile de bir ilişkisi olmuş, Milli Birlik Komitesi’nden tanıdığı Alparsan Türkeş’in Genel Başkan olması için de çalışmalar da bulunmuştur. TOBB Başkanlığından polis zoruyla çıkarılırken MTTB’li ve MHP’li gençler kendisine destek oldular.

Erbakan TOBB’a başladığında şöyle der: “Biz Gümüş Motor’dan Sanayici arkadaşların ricası üzerine Odalar Birliğine geldik. Baktık ki dövizlerin ve kredilerin dağıtımı İstanbul’da bir işbirlikçi zümreye veriliyor. Zavallı Anadolu sömürülüyor. Bu böyle olmaz dedik ve Anadolu’ya pay ayırdık. Böylece Demirel’le aramızda fikir ayrılığı oldu. O bu adamlara verilmesini istiyor, biz de Anadolu’nun kalkınmasını istiyoruz.”   

Bu arada şöyle bir tahlil yapılabilir: Hasip efendi ve Abdülaziz efendi müritlerini ağırlıkla Üniversite hocalığına yönlendirmiş, Mehmed Zahid Efendi de bir yandan yetişmiş bu nitelikli topluluğu devlet yönetimine yönlendirirken, diğer yandan da nitelikli eleman sayısını arttırmıştır.

24 Ocak 1970’de Milli Nizam Partisi (MNP) kurulur. İsminin MNP olması Eşref Edip’in ısrarı ile olmuştur. Parti tüzüğüne özellikle, üye olmak için mason olmamak şartı konulmuştur. Bu tarihlerde Erbakan hoca “İslâm ve İlim” konferansları vermektedir. Bu konferansın parti faaliyeti olarak bastırılması ve o zaman parti üyesi olan Abdurrahim Karakoç’un yazdığı Hak Yol İslâm yazacağız şiirinin parti faaliyetlerinde marş olarak söylenmesi ve yazılması gerekçeleri ile Nisan 1971’de kapatılır. Bu dönem 12 Mart 71 muhtıra dönemidir.

Partinin kapatılmasına neden olan marşın bir bölümü şöyleydi:

 

Bucak bucak, köşe köşe

Kara taşa, kor-ateşe

Yıldıza, aya, güneşe

Hak yol İslâm yazacağız.

 

Askerlerin miğferine

Kağnıların tekerine

Buda´nın tunç heykeline

Hak yol İslâm yazacağız.

 

Herkes duyacak, bilecek

Saklanmaz, gayrı bu gerçek,

Yaprak, yaprak, çiçek, çiçek,

Tek yol İslam yazacağız.

 

Takdir-i İlahi öyle tecelli etmiştir ki; Gümüş Motoru kurmasının hemen ardından 27 Mayıs darbesi, ilk partiyi kurmasının ardından da 12 Mart darbesi olur.

MNP’nin 12 Mart döneminde kapatılmasının ardından, aynı kadrolar 11 Ekim 1972’de Milli Selamet Partisi’ni (MSP) kurdular. Gümüş Motor, TOBB ve MNP olayları üst üste geldiği için Erbakan’ın kalbi kaldıramadı ve kalp spazmı geçirdi. Bu sebeple Partinin ilk Genel Başkanı Süleyman Arif Emre oldu. MSP girdiği 14 Ekim 73 seçimlerinde %12 oyla 48 milletvekili ve 3 senatör kazandı. Tedavisi tamamlanan Erbakan seçimlerden bir hafta sonra Genel Başkan oldu.

Seçimlerde hiçbir parti tek başına iktidar olamadı ve uzun süre hükümet kurulamadı. Demirel “millet bana muhalefet görevi verdi” diyerek kenara çekildi. 3,5 ay hükümet krizi yaşandı. Nihayet 26 Ocak 1974’de CHP – MSP hükümeti kuruldu. Bülent Ecevit Başbakan, Erbakan’da Başbakan Yardımcısı oldu. Bu dönemde Ağır Sanayi hamlesi başlatıldı. Manevi eğitim faaliyetleri yapıldı, ABD’ye rağmen haşhaş ekim yasağı kaldırıldı ve Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldı. Hükümet ortakları arsındaki bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Ecevit istifa etti ve bu hükümet 17 Kasım 1974’de bozuldu.

MSP’de yapılan uzun müzakereler sonucunda, şu çalışmaların yapılması halinde CHP ile koalisyon yapılabileceği kanaatine varılmıştı: İnananlara yapılan baskıların kaldırılması, Şahsiyetli bir dış politika uygulanması, Ağır Sanayi hamlesinin başlatılması, ABD baskısı ile konulan haşhaş üretim yasağının kaldırılması, İslâm ülkeleriyle ilişkilerin arttırılması, Demirel zamanında kapanan veya inşaatı durdurulan İmam Hatip Okulları’nın açılması, Diyanet Teşkilat Kanununun çıkarılarak imamlara kadro tahsisi yapılması ve vekil imam uygulamasının sonlandırılması, Vakıflara Cami onarım ve inşa için yardım yapılması, İslâm ülkelerinde okuyanların diploma denkliklerinin kabul edilmesi, fikir suçlarına af çıkarılması…

Bütün bunlar için çalışma yapılmasını CHP kabul ederse hükümet kurulacaktı. Öyle de oldu. Zaten daha önce CHP’nin başına yeni geçen Ecevit, MSP’ye sıcak mesajlar vermeye başlamıştı. Mesela yaptığı bir açıklamada, “İnönü dönemi laiklik anlayışı altında inananlara baskı yapılmasını reddettiğini” ifade etmişti. Ecevit’in buna benzer bazı ifadeleri ve yukarıdaki şartları kabul etmesi sonucu CHP – MSP hükümeti kuruldu.  Daha sonra aynı şartlar MC hükümetlerinin programına da yazdırıldı ancak Demirel bunları uygulamamak için sürekli oyalama taktiklerine başvurdu.

Erbakan, 12 Nisan 1975’de kurulan MC hükümetinde yine Başbakan Yardımcısı oldu. Bu hükümet 1977 seçimlerine kadar görevde kaldı. Bu dönemde de Erbakan’ın ağırlığı ile Ağır Sanayi hamlesi ve manevi kalkınma devam etti.

Efsane boksör Muhammed Ali, 1976 yılında geldiği Türkiye'de, Necmettin Erbakan ve binlerce kişiyle Sultanahmet Camisi'nde cuma namazı kıldı. Ali, Erbakan'ın kendisine sarılması üzerine; "Hiç bir beyaz lider bana sarılmamıştı" sözleriyle büyük yankı uyandırmıştı.

1.MC’NİN SON BAKANLAR KURULU TOPLANTISI:

Hasan Aksay anlatıyor: “1. MC döneminde bir Bakanlar Kurulu toplantısı yapılıyordu. Milli Gazete yazarı Selahattin Eş, 2. Abdülhamit hanı metheden bir yazı yazmış. CGP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu gündem dışı söz aldı. Elinde Milli Gazete vardı. Şöyle dedi: “Demokrasi düşmanları sadece dışımızda bulunmuyor ki. İçimizde de düşmanlar yok mu? Bakın şu gazeteye. Hasan Aksay’ın gazetesi. Bakın burada bir yazar Abdülhamit’i methetmiş. Bu nasıl bir iş? İçimizde hainler var, demokrasi düşmanları var.”

Bu konuşma üzerine biz ayağa fırladık. Bizi tutuyorlar.  O anda Erbakan hoca yumruğunu masaya bir vurdu, masadaki bardaklar, tabaklar devrilip yerlere saçıldı. Bir şangırtı, bir gürültü. Hoca bağırıyordu. “- Bre mason, sen kim oluyorsun da İslâm’a hakaret ediyorsun? Biz burada varken hiç kimse İslâm’a hakaret edemez. Senin haddin değil.” Masaya bir iki yumruk daha vurdu. Herkes şaşkın. Demirel’de şaşırmış vaziyette. Hoca her yumruk vuruşunda” –bre mason” diye bağırıyor. Ortalık karıştı.  Söz istiyoruz, Demirel söz vermiyor. Sadece İhsan Sabri Çağlayangil’e söz verdi. Çağlayangil bir saatten fazla şahane bir konuşma yaptı. Söz arasında: “- Beyler burada aramızda hain mi var? Nereden çıkarıyorsunuz? Aramızda demokrasi düşmanı mı var? Cumhuriyet düşmanı mı var? Sayın Feyzioğlu bunları nereden çıkardınız da bu toplantıda dillendiriyorsunuz” diyerek Feyzioğlu’na verdi veriştirdi. Biz de söz alıp o adama haddini bildirmek istedik ama Demirel, Çağlayangil konuşmasını bitirir bitirmez, “-oturumu kapatıyorum” diyerek toplantıyı bitirdi. Bu olaydan sonra Bakanlar Kurulu bir daha toplanmadı. Erken seçime gidildi.”   

8- MSP nin 77’den sonraki dönemi ve 12 Eylül Darbesi

Erbakan hoca sık sık şeyh efendileri ziyaret eder, hayır dualarını alırdı. Lütfi Yalman’ın, Tahir hocadan naklen ayrıca Abdurrahman Öncü’nün Hikmet Tuzkaya’dan naklen aktardıklarına göre;

1977 seçimleri öncesinde ziyaret ettiği Mahmut Sami Ramazanoğlu hoca efendi Erbakan’a şöyle der: “Vallahi senin yaptığın İslâm. Senin söylediğin İslâm. Biz ne yapabiliriz? Sen ümmetin liderisin? Bize emrin nedir? İsteğin nedir?” Bunun üzerine Erbakan; “Estağfirullah, sizin duanızı istiyoruz” der ve şöyle devam eder: “Efendim Anadolu’da sanki partimizle, sizin cemaatiniz arasında bir ayrılık varmış gibi hava estiriliyor. Uygun görürseniz tanınmış isimlerden Ömer Kirazoğlu bey, Tahir Büyükkörükçü hocam, Ömer Öztürk bey, İlhan Armutçu gibi isimleri değişik illerden aday koyalım da bizim ayrı olmadığımız anlaşılsın.” Sami Efendi de, “bu bir emirdir ve yerine getirilecektir” der. Bu isimler Sami Efendinin talimatıyla aday olurlar. Hatta o toplantıda Sami Efendi, orada bulunanlara Erbakan’ın elini öptürerek biat ettirir. Orada Musa Topbaş, Mehmet Öztürk, Mustafa Alemdar, Hikmet Tuzkaya gibi isimler vardır. Tahir hoca bir gün Ali Güneri’ye şöyle der: “Sami Efendi hocamız bize, Erbakan hoca ne derse tutacak, yerine getireceksiniz. Karşılığında da asla bir şey istemeyeceksiniz derdi.”

5 Haziran 77 seçimlerinden önce, bir grup milletvekilinin MSP’den yollarını ayırması sonucu, 14 Ocak 1977’de başına önce Hüsamettin Akmumcu daha sonra da Abdülkerim Doğru’nun getirildiği Nizam Partisi kuruldu. Bu parti etkili olamadı ve seçimlere girmedi ama MSP’ yi oldukça yıprattı. Zira bu milletvekilleri 77 seçimleri öncesi her gün birer birer istifa ediyordu. Bu gelişme ile girilen seçim sonuçlarında beklenmeyen bir sonuç çıktı. Milletvekili sayısı yarıya düştü. %8 oy ile 24 miletvekili.

Seçim sonuçlarından yine tek parti hükümeti çıkmamış ve 2. MC hükümeti kurulmuş, Erbakan yine Başbakan Yardımcılığını sürdürmüştür. Bu arada Güneş Motel olayı zuhur eder, MC hükümeti düşer ve Ecevit, 5 Ocak 1978 de CHP hükümetini kurar. 14 Ekim 1979’da yapılan ara seçimlerden sonra Ecevit istifa eder ve hükümet düşer. 25 Kasım 1979’da MSP ve MHP’nin dışardan desteğiyle AP azınlık hükümeti kurulur. Erbakan’ın güven oylamasında söylediği Evet ama kerhen sözü meşhurdur.

Bu arada ülkede 70 li yılların ikinci yarısından bilhassa 77 den itibaren başlayan anarşi gittikçe artmış, her gün onlarca kişi öldürülüyor olmuştu. Anarşinin yanında toplu katliamlar, yokluk ve kıtlıklar, kuyruklar yani ekonomik bozukluklar ülkede bir darbenin daha yaşanmasına neden olmuştur.

12 Eylül 1980’de silahlı kuvvetler ülke yönetimine el koymuştur. 12 Eylül darbesinden önce, Erbakan hoca Konya’da 2 büyük miting düzenlemiştir. İlki 29 Mayıs 1978 de Fetih Mitingi, diğeri de 6 Eylül 1980 de Kudüs Mitingidir. 12 Eylül darbesi gecesi, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit Gelibolu Hamzakoy’a gönderilirken, önce Necmettin Erbakan, 2 gün gecikmeli olarak teslim olan Alparslan Türkeş’de İzmir Uzunada’da gözlem altına alındılar. Erbakan ve Türkeş bir ay sonra Ankara Bahçelievler Dil Okuluna diğer partili tutukluların yanına götürüldüler. Birkaç ay sonra mahkemeleri başladı. Mahkeme Mamak askeri cezaevinde yapılıyordu.  

DİL OKULUNDA GÜNLER NASIL GEÇTİ:

Oğuzhan Asıltürk anlatıyor: “Hapishane hayatı bize Medreseyi Yusufiye gibi bir değer kazandırdı. Sabah namazından sonra evrat okunur, zikirler yapılır. İşrak namazı kılındıktan sonra yatıp tekrar saat 10 da kalkıp Hadis dersine başlarız. Lütfi Doğan hoca, Tahir Büyükkörükçü hoca, Erbakan hocamız koğuşta. Herkes yatağının üzerine oturur, bir yatağa da bu hocalar oturur, Hadis dersi okuruz. Yerine göre bir iki saat sürerdi. Arkasından öğle namazlarını kılarız. Öğle yemeği yenir, biraz istirahat edilir, ikindi de tekrar ders başlar. Bu çalışmaların dışında bir de benim görevim vardı. Arkadaşlarının hepsinin ismini yazarım. Arkasına da o gün yapacağı dersleri yazarım. Mesela herkes 7 defa Yasin-i Şerif okuyacak. Ondan sonra zikirler var. Bir de sabah derse başlamadan önce gazeteler gelir. Okuyacağız ancak gazeteler bizim havamıza uygun değil. Çıplak kadın resimleri var. Benim, “Ben görmeden gazeteleri kimseye vermeyeceksiniz” diye tembihatım vardı. Gazeteleri getirirler, keçeli koyu kalemle çıplakları giydirirdim. Ondan sonra okunmaya başlanırdı.” 

MAHKEMEDE BİR OLAY:  

Süleyman Arif Emre anlatıyor: “Mahkeme üyesi Kayahan Özen adında ahlaksız bir adam var. Sanıkları, Erbakan hocayı azarlayıp duruyor. Yine böyle bir celsede hocaya karşı sert ve azarlar bir şekilde konuşmaya başladı. O anda müthiş bir gürültü koptu. Kıyamet kopuyor zannettik. Korkunç bir dolu yağışı. Mahkeme salonunun üzeri eternit ve saçla kaplı olduğu için kocaman dolu taneleri saç ve eternite vurduğunda kulakları sağır edecek kadar güçlü bir ses oluşuyor. Normal dolu yağışının sesinin en az 10 katını düşünün. Mahkeme heyeti, hâkimler, savcılar şaşkın. Heyecanla sağa sola bakınıyorlar. Utanmasalar masaların altına girecekler. İzleyiciler, hâkimler, askerler herkes şaşkın. Erbakan hocaya bakıyorum. Gayet sakin ve dudaklarında zikir kıpırtıları. Dışardakilerin dediklerine göre başka yere hiç dolu yağmamış. Tek bir dolu düşmemiş. Sadece mahkemenin kurulu olduğu barakanın üstüne yağmış.  5 dakika kadar bu gürültü devam etti, sonra kesildi. Sonra hâkimlerde o ceberrut davranıştan eser kalmadı. Gayet yumuşak, gayet sevecen bir halde kaldıkları yerden devam ettiler. Dışarı çıktığımızda gördük ki hiçbir yere dolu veya yağmur yağmamış.” 

Ahmet Ziya Kasapoğlu aynı olayı şöyle anlatıyor: “Erbakan hocamızın ilk mahkemesi idi. Duruşmaya ben de gittim. Savcı iddianamesini okudu ve hocanın idamını istedi. Biz de büyük bir korku var. 15 dakika kadar geçmişti ki büyük bir gürültü koptu. Kıyamet kopuyor sanırsın. Bina yıkılıyor gibi. Herkes sustu. Hâkimler sustu. Mahkeme heyeti şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyorlar. 5 dakika kadar devam etti. Sonra duruşma ertelendi. Dışarı çıktık. Her taraf kupkuru. Yerlerde bir ıslaklık yok. Orada duran iki adama seslendim. “Hemşehrim bakar mısın? Az önce dolu yağdı ama yerler niçin ıslak değil?”  Adamlar birbirlerine bakıyorlar, bu adam kafayı yemiş kabilinden. Birisi şöyle dedi. “Ne dolusu hemşehrim. Buraya dolu molu yağmadı.” Biz şaştık kaldık. Ertesi gün Tercüman Gazetesini okuyorum. Büyük manşet atmış. “-Erbakan kerametini mahkemede de gösterdi” Tercüman gazetesi arşivinden bulunabilir. Tarihi bellidir. Haberin devamında mahkeme başkanı Erbakan hocayı ikaz etti: “-Sayın Erbakan, Mahkemeyi manevi baskı altına almayın.”

Bu arada 13 Kasım 1980 Perşembe günü Erbakan hapiste iken Mehmed Zahid Efendi vefat eder. Mehmed Zahid Efendi 1979 yazında Hicazda iken hastalanır. Ağır hasta olarak 1980 Şubat’ın da Türkiye’ye dönmek zorunda kalır. Mart ayı başında ameliyata girer ve midesinin üçte ikisi alınır. Kanserdir. Ameliyat sonrası biraz düzelir gibi olur. Hacca gider. Hac esnasında hastalığı tekrar nükseder ve ağrıları artar. Haccı güçlükle tamamlar ve 6 Kasım 1980’de ağır hasta olarak İstanbul’a döner. Hacda iken Türkiye’de askeri darbe olduğunu öğrenir ve çok üzülür. Erbakan ve arkadaşlarının durumunu merak eder. Nitekim uçaktan iner inmez ilk sorusu “Necmi nasıl?” olur. Tutuklu olduklarını öğrenince üzüntüsü katlanır. Bir hafta sonra 13 Kasım 1980 Perşembe günü öğle vakitlerinde vefat eder. Cuma günü de Süleymaniye Camii haziresine defnedilir. Böylelikle Erbakan hem şeyhini hem de en büyük destekçisini kaybetmiştir.  

Recai Kutan 12 Eylül isimli kitabında Mehmed Zahid Kotku Efendinin vefat haberini şöyle anlatır: 13 Kasım günü ziyaret günüydü. Şevket Kazan arkadaşımız, çocukları ile görüşmesini tamamlayıp koğuşa döndü.  “-Şimdi size çok üzücü bir haber vereceğim. Bugün saat 12.30 da büyük mürşit, büyük âlim Mehmed Zahid Efendi İstanbul’da Allah’ın rahmetine kavuşmuş” dedi. Bu sözü duyunca bir an neye uğradığımı şaşırdım. İnanamadım. Sanki dünyam yıkılmış gibi oldu. Koğuşta bir anda üzüntü fırtınası esti. O sırada koğuşta Necmeddin bey, Fehim, Temel, Yaşar ve Lütfi Doğan hocayla beraberdik. Bu haber üzerine hepimizin gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Uzunca bir sessizlik oldu. Sadece gözyaşları ve hıçkırıklar vardı. Koğuşa dönüp de bu acı haberi duyan diğer arkadaşlarda da aynı şaşkınlık ve üzüntü. Sessizliği Lütfi Doğan hoca bozdu. “-El hükmü Lillah. Hepimizin başı sağolsun. Cenab-ı Hak cümlemizi Evliyaullah’ın, büyüklerimizin şefaatından ayırmasın. Bundan sonra yapılacak tek şey dua etmektir” dedi.

Kur’an-ı Kerim okunması için taksimat yapıldı. 30 cüzü bazılarımıza 3, bazılarımıza da birer, ikişer olmak üzere paylaştık. Hatim yaptık. Bazıları da Yasin-i Şerifler okudular. Dualar okuduk. O gün büyük üzüntüyle geçti.

 

Bu makale toplam 158 defa okunmuştur
Makaleyi Paylaş :
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tüm Yazıları

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi