Bugün; 12 Mayıs 2024, Pazar
Ahmet EFE
Metni küçült
Ahmet EFE
Cümle Kapısı
TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’AN’ ın Türkçeye Tercümesi’nden NOTLAR -10-
Tarih : 2023.02.11  22:01:50

8. CİLT’ten Notlar

* Bir kimseye uyanlar “âl” kavramına dahildir… Görmez misin ki yüce Allah “Âl-i Firavn” buyurdu. Firavunun ailesi ise ona uyan kimselerdi. Musa ailesi, Harun ailesi, İmran ailesi gibi kavramlarda da “âl” uyanlara döner. Dolayısıyla bu ifade “Allah’ım! Muhammed’e, Muhammed’in âline rahmet et” duasına, Hz. Muhammed aleyhiselama uyan herkes dâhil olur. (s. 57)

* Allah yaratıkları içinde dilediğine yemin eder, fakat hiç kimsenin Allah’tan başkasına yemin etmeye hakkı yoktur… Allah Hz. Muhammed aleyhisselamın hayatına yemin etmiş olup onun dışında bir kimseye ve hayatına yemin etmemiştir. (s. 64)

* “Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin!” [Hicr, 15/88] Sanki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Nefsini onların yararlandırıldıkları mallara ve nimetlere meylettirme ve buna rağbet ettirme, çünkü bu genişlik Allah nezdinde önemli ve mertebeleri yüksek kişi­ler olmalarından dolayı onlara verilmemiştir; aksine bu nimetlerin, Allah ka­tında önem ve değer taşımadığının bilinmesi içindir. Öyle ki Allah kendisine iftira atanlara, nimetleri ve lütuflarını inkâr edenlere de vermiştir. Anılan âyette fakirliğin zenginlik üzerine üstün tutulması söz konusudur. Çünkü Resûlullah’ı (s.a.), onların yararlandırıldıkları mal ve nimetlere gözlerini dikmekten yasaklamıştır. Malumdur ki, Resûlullah (s.a.) gözlerini bunlara dikse, sadece dünya ve dünya sevgisi için dikmez, belki düşmanlarına karşı cihat için bunlardan yararlanmak ister ve hayır yolunda ashabına yardım et­mek için yapardı. Buna rağmen Allah, onu kendisine yasakladı. Bu durum, en hayırlı ve en faziletli olan yolun Hz. Peygamber’in (s.a.) tercih ettiği fakirlik ve elinin darda bulunması yolu olduğuna işaret etmektedir. En doğrusunu Allah bilir. (s. 75-76)

* Su baba gibi, toprak ana gibidir. (s. 101)

* Şöyle bir soru sorulursa: Şunu düşündün mü? Müminler cennette kendilerine peygamberlerin dereceleri ile ebrâr ve sıddîkların mertebelerinin verilmesini iste­seler bu dilekleri yerine getirilecek midir? Buna şöyle cevap verilir: Bunu dileyemezler. Çünkü bu gibi şeyler ya haset etmekten dolayı olur yahut temenni tarzında olur. Cennette ise haset olmaz. Çünkü haset bir kimsenin, kendisinde olmayan bir şeyin başkasında olduğu­nu görmesi ve bunu çekememesidir yahut benzerini kendisi için istemesidir. Cennet ehli olanlar bütün temenni ettikleri şeyleri yahut kalplerinden geçen şeyleri bulacaklardır, dolayısıyla Rab’lerinin başkalarına verdiği şeyleri isteme­lerinin bir anlamı yoktur. (s. 121)

* Dünyada inananlar birbirini selâm duası ile karşılarlar, melekler de onları cennette selâm duası ile karşılayacaklardır. Onların verdiği selam her türlü afet ve çirkin işlerden emin olduklarının bildirilmesidir. (s. 122)

* Tâğût, Allah’tan başka ibadet edilen her şeydir. Şeytan da en büyük tâğûtlardan biridir. (s. 126)

* Peygamberler erkek olup, hem erkeklere hem de kadınlara gönderilmişlerdir. (s. 134)

* Allah, rüzgârın kendi emri ile estiğini haber vermiştir. Bu durum rüzgârın Allah’ın emrini bildiğine işaret eder. (s. 139)

* Ecelin tehir ve takdimine dair yapılan dualara icâbet edilmez. Yani ecelin sonraya bırakılması yahut öne alınması konusunda yapılan duayı Allah Teâlâ kabul etmez. (s.152)

* Dil âlimlerinden bazıları şöyle demiştir: Arap kelâmında vahiy birkaç an­lama gelir: Bunlardan biri nübüvvet vahyidir. O da Allah’ın meleklerini pey­gamberlerine ve elçilerine göndermesidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuru­yor: “Herhangi bir beşer ile Allah’ın konuşması ancak vahiy ile olmuştur.. .” [Şûrâ, 42/51] Vahiy türlerinden biri de işaret anlamına gelen vahiydir. Tıpkı şu âyette olduğu gibi: “Onlara vahyetti ki, sabah-akşam Allah’ı tesbih edin[Meryem, 19/11] Vahyin başka bir şekli de ilhamdır. Şu âyetlerde belirtildiği gibi: “Senin Rabb’in arıya vahyetti.” [Nahl, 16/68] “Musa’nın anasına vahyettik ki...” [Kasas, 28/7] “Senin Rabb’in yere vahyetti ki...” [Zilzâl, 99/1-5] Vahiy şekillerinden biri de fısıldama anlamına gelen vahiydir. Nite­kim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.” [En’âm, 6/112]  (s. 164)

* “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.” [Nahl, 16/77] Bu beyanın birkaç şekilde yorumlanmaya ihtimali vardır. Birincisi, müfessirlerin belirttiği gibi kıyametten ve kopacağı vakitten sormaktır. Nitekim yüce Allah: “Ne zaman gelip çatacak?” diye sana kıyamet saatini sorarlar. De ki: “Onun hakkındaki bilgi sadece Rabbimin katındadır. Vakti geldiğinde onu açığa çıkaracak olan ancak Allah’tır. O (kıyamet), göklere de yere de ağır gelecektir!” [A’râf, 7/187] Gizli olduğu için ağır gelecek­tir. Çünkü gizli olan her şey kişiye ağır gelir. Allah, vakti geldiğinde onu açığa çıkaracak olanın ancak Allah olduğunu haber vermiştir. Ne zaman kopacağını Ondan başkası bilmez. (s. 179)

* Kâfirlerin reisleri ve önderleri hem kendileri saptılar, hem de kendilerine uyanları saptırdılar. Kendileri kâfir olmaları sebebiyle onlar için daimî azap vardır, başkalarını saptırdıkları için de ilave azap vardır. (s. 193)

* Tevekkül sıkıntı, sevinç, darlık genişlik gibi bütün durumlarda Allah’a dayanmak ve işini ona havale etmektir. (s. 214)

* Allah’a ibadet etmeseler de kulların Allah’a şükretmesi lâzımdır. (s. 230)

* “Rahmân” adının başkasına isim olarak verilmesi caiz değildir. (s. 281)

* Yüce Allah, babanın çocuğu öldürmesinden dolayı aralarında hayatı koruyan kısası meşru kılmamış, babasını öldürmesinden dolayı çocuğun öldürülmesini ise meşru kılmıştır. Çünkü babanın kalbine, çocuğunu öldürmeye engel olan şefkat ve rahmet konulmuştur. Çocukta ise bu şefkat ve merhamet yoktur. (s. 284)

* İnsanın iki eli kuşların iki kanadı konumundadır, kuşun kanatları ise iki elleridir. (s. 285)

* Yeniden inşa etmek üzere binayı yıkmak hikmete uygun olunca diriltmek üzere insanı öldürmek de hikmete uygun olur. (s. 324)

* Melun şeytan, “Kıyamet gününde senin üzerine lânet olsun” [Hicr, 15/35] mealindeki beyanı işitince şöyle dedi: “Rabbim! Kıyamet gününe kadar bana mühlet ver.” [Hicr, 15/36] Şeytan, kendisine iman etse de rahmetin kendisine dokunmayacağını bildi, çünkü Allah Teâlâ kıyamet gününe kadar ona lanet ettiğini zikretmiştir. Lâin, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılandır. İşte o zaman Rabbinden, kıyamet gününe kadar mühlet istemiştir. O melun şeytan, yaratıkların Allah’a itaat etmesinin, Allah’ın mülkünde bir şeyi artırmayacağını, isyanının da mülkünden bir şeyi eksiltmeyeceğini biliyordu, bunun için “Adem’in neslini peşime takacağım, onları azdıracağım ve yoldan çıkaracağım.” [İsrâ, 17/62] demiştir. (s. 348-349)

* Ahşabın su üzerinde durmasını sağlayan özelliğin ne olduğunu anlamıyoruz, halbuki ağırlığı ağaçtan daha az olan nesneler suya batmakta ve dibe inmektedir. Yahut ağaç tabiatı gereği, Allah’ın lütfu sebebiyle, suyun üzerinde duracak ve dibe batmayacak şekilde yaratılmıştır. (s. 355)

* Yüce Allah’ın bize yüklediği külfetler ve verdiği sıkıntılar O’nun rahmetle nitelenmesine engel olmaz ve bunlar O’nu hikmet dairesinin dışına çıkarmaz, bilakis O –kendisinin buyurduğu gibi- “Merhamet edenlerin en merhametlisidir.” [Yûsuf, 12/64] (s. 357)

* Sıdk bize göre kişinin bütün işlerinde lütfu Allah’a nispet etmesi, bu lütufta kendisinin bir payı bulunmadığını bilmesidir. Buna göre de bütün işlerinde Rabbine karşı şükretmesi lazımdır. (s. 379)

9. CİLT’ten Notlar

* Bilmeden bir şey söyleyen kimse bu hareketinden sorumlu tutulur. (s 21)

* Resûlullah (s.a.) kâfirlerle onları katledip telef etmek için savaşmış değildir. Müslüman olmalarını sağlamak için savaşmıştır. Çünkü onlara acıdığından neredeyse kendini helak edecekti. Dolayısıyla kâfirleri katletmek için onlarla savaşmış olması ihtimal dâhilinde olmaz. Zira katil [öldürme] fiilinde şefkati bir yana bırakma gibi bir özellik vardır. Resûl-i Ekrem’in (s.a.) onlarla savaşması, savaşın kendilerini İslâm’ı kabule zorlaması ve Müslüman olup helak olmamaları amacına yöneliktir. (s. 23)

* İmanın her vakit yenilenme gibi bir özelliği vardır. Sebebine gelince mümin, her vakit küfrü inkâr edip reddetmektedir. Bunu yapan kişi, aynı şekilde her zaman imanı yenilemektedir. (s. 33)

* Ashab-ı Kehf hakkında, sadece Tevrat’a inananlar, yani Yahudiler soru sormuşlardır. Bu durumda Ashab-ı Kehf’in Hz. Îsâ’dan sonra gelmiş olması ihtimal dâhilinde değildir. Çünkü Yahudiler İncil’e inanmıyorlardı. (s. 55)

* Ahirette bütün kâfirler iman edecek, fakat imanları fayda vermeyecektir. (s.84)

* “İblis’ten başka hepsi secde ettiler.” [Kehf, 18/50] Bu beyanın anlamı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları şöyle demiştir: Âyette İblis’in cinlerden ‘olduğu ifade edilmiştir. Çünkü o cennetlerde çalışan cinlerdendi, bu yüzden cinlerden olduğu söylendi. Bazıları da şöyle demiştir: Meleklerin cin isminde bir kabilesi vardı. İblis işte bu kabiledendi. Bundan dolayı cinlerden olduğu söylendi. Hasan-ı Basrî ise şöyle demiştir: İblis bir an olsun asla meleklerden olmadı. Fakat o, yüce Allah’ın dediği gibi cinlerdendi. İblis, cinlerin atasıdır. O cinlerden Rabb’ine ilk karşı gelendir. Tıpkı Âdem’in insanların atası ve babası olduğu gibi. Buna göre İblis, cinlerin babası olmuş olur. Bazıları da “O cin­lerdendi” [Kehf, 18/50 ]mealindeki cümleye o cinlerden oldu anlamını vermiştir. Aynı şekil­de “ve kâne mine’l-kâfirîn” yani “O kâfirlerden oldu” [Bakara, 2/34] mealindeki âyette de o kâfirlerden oldu” mânasını vermişlerdir. Bazıları âyeti şöyle tef­sir etmişlerdir: O, Allah’ın ezeldeki ilmine göre cinlerdendi. Yani onun, Rabb’ine isyan edeceği ve Âdem’e secde etmeye direneceği vakit kâfirlerden olacağı Allah’ın ezelî ilminde vardı. (s. 96)

* Müfessirlerin, Musa’nın (a.s.) arkadaşımın öldürdüğü çocuğun adının Haşnûza olduğuna dair görüşü vardır, fakat o çocuğun ismi nedir bilmiyorum, ana-babasının isimlerinin ne olduğunu bilmiyoruz. Öğrenmeye ihtiyacımız da yoktur. Aynı şekilde duvar sahibi iki yetim çocuğun adının da Asram ve Sarîm olduğunu da bilmiyorum. Bunu öğrenmeye ihtiyacımız da yoktur. Yine Musa’nın (a.s.) arkadaşının adının Hızır olduğu, ona Hızır denilmesi beyaz bir kürkün üzerine oturduğu ve oturunca yeşermesi dolayısıyla bu ismin veril­diği şeklindeki ifadelerine gelince; bu ancak vahiy yoluyla, yani semadan ge­len vahiyle bilinecek hususlardandır. Bu konuda Kur’anın söylediğinden daha fazlasını söylemiyoruz. Çünkü söylersek, Allah’a yalan yere iftira atmış oluruz ve bize herhangi bir amel veya başka bir hususta faydası da olmaz. Kur’ânda sadece “kullarımızdan bir kul”, “iki yetim çocuk”, “genç”, “şehirde iki yetim” vb. ifadeler zikredilmektedir. Bu konuda [Kitapta] olan neyse o söylenir. Allah, Teâlâ’ya yalan iftira atmış olmamak için bunun ötesine geçilmez. (s. 130-131)

* “Doğduğu gün, öleceği gün ve yeniden hayata döndürüleceği gün ona selâm olsun.” [Meryem, 19/15] Âyetin metninde geçen “ona [Yahya’ya] selâm olsun” ifadesi üç şekilde açık­lanabilir. Bir yaklaşıma göre “selâm” her türlü iyiliğin ve hayrın ismidir. Bu takdirde âyetin mânası şöyle olur: Sözü edilen bu hallerin tümünde bütün iyilikler ve hayırlar ona olsun. İkinci ihtimale göre “selâm” övgü demektir. Bu esas alındığı takdirde mâna şöyle olur: Allah onu doğumundan ölümüne kadar bu dünyada ve öldükten sonra âhirette övmüştür. Üçüncü ihtimale göre “ona selâm olsun” beyanı “şeytanın karşısına dikileceği ve vesvese vereceği tüm bu hallerde ona esenlik olsun demek olur. Çünkü şeytan doğum ânında gelir ve eğer bir yol bulabilirse çocuğu ifsat eder. Aynı şekilde insan ölürken şeytan gelir ve kişiyi ifsat etmeye çalışır. Bundan dolayı yüce Allah Hz. Yahya’nın (a.s.) şeytanın kışkırtmalarından salim, uzak ve korunmuş olduğunu, o derecede ki “hiçbir günah işlemediğini, hatta bunu aklından bile geçirmediğini haber ver­mektedir. (s. 168)

* Çocuk, yüce Allah’tan yarattıklarına bir lütuf ve bir nimet olarak verilmiş bağıştır. Cenâb-ı  Hak ayette “hibe” kelimesini kullanmıştır. (s. 193)

* “Selâm” kelimesi sanki bütün hayır ve bereketin adı gibidir. (s. 204)

* Allah Teala’nın dünyadaki bir kimsenin geçimini rahatlatıp, bir başkasının hayat şartlarını daraltması ancak imtihan içindir yoksa kişinin mertebesi ve konumu ile alakalı değildir. Sevap ve ceza ise kişinin değeri, mertebesi ve aşırıya kaçıp kaçmaması ile ilgilidir. (s. 214)

* Bir kimse insanların kendisini sevmediklerini gördüğü zaman bunun kötü amellerinden kaynaklanması dolayısıyla kendisi için endişe etmesi gerekir. (s. 231)

* Bir kimseye herhangi bir soru sorulursa, soruya muhatap olan kişi, soruyu soranın sorunun cevabını bildiğini bilse bile yine de o soruya cevap vermelidir. (s. 252)

* Mûtezile mezhebine göre “haram olan şeyler rızık değildir. “ Ehl-i Sünne’ye göre ister helal isterse haram olsun boğazdan geçen her şey rızıktır. (s. 292)

* Tartışmada gerekli olan önce karşı tarafa gittiği yolun bozuk olduğunu göstermek, sonra da kendi inandığı yolun delillerini ve kanıtlarını ortaya koymaktır. Böylesi, sunduğu delillerin daha çok dinlenmesi ve daha çok kabul edilmesine vesile olur. (s. 391)

* Emir ve yasaklar kuldan efendisine yönelik olduğu zaman sığınma ve dua anlamı ifade eder. Ama bu talepler efendiden kula yönelik olursa sığınma ve dua değil emir ve yasaklamadır. Emir ve yasaklama hakikat anlamındadır. Aynı şekilde bir emirin (devlet başkanı) halktan talebi emir ve yasaklama olurken, yönetilenlerin ondan talepleri yakarma, sığınma ve çağrıda bulunma anlamındadır. (s. 415)

* “Küfrân” kökünün asıl manası “örtmek”tir. “Şükür” ise “açığa çıkarmak” anlamına gelir. (s. 421)

* Cennetlikler kâfirlerin başlarına gelen azap ve sıkıntılar sebebiyle tasa duymazlar. Çünkü cennette üzüntü, tasa ve kaygı yoktur. (s. 430)

* “Fitne”, içinde bela ve sıkıntı barındıran bir imtihan demektir. (s. 457)

* Rivâyete göre Yahudiler Hz. Peygamber’den Bakara Sûresinin ilk ayeti olan ‘elif-lâm-mîm’ kelimelerini duyunca hemen ‘ebced’e vurup cümmel hesabıyla bunun 71 rakamına denk geldiğini görmüşler. Çünkü bu hesaba göre; elif=1, lâm=30, mîm=40 değerindedir. Bunun üzerine İslâm’ın ömrünün de 71 sene olacağını çıkarmış ve “71 yıl ömrü olan  bir dini neden kabul ediyorsunuz?” demişlerdir. (Dipnot: s. 512)

* Ebced hesabı denilen şeyin bir aslı olmadığı anlaşılmaktadır. Yahudi icadıdır ve onların yalancılıklarını gösterir.

* “Allah her şeyi işitir ve görür” [Hac, 22/61] Yani onların sözlerini işitir ve ihtiyaçlarını görür. “es-Semî” kelimesinin “kabul eden” manasına olduğu söylenmiştir. Yani Allah onların dualarını kabul edendir. (s. 520)

 

Bu makale toplam 123 defa okunmuştur
Makaleyi Paylaş :
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tüm Yazıları

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi