Bugün; 12 Ekim 2024, Cumartesi
Osmanlı'da Ağaç Sevgisi
Tarih : 2015.11.11  14:58:15
Emine Gürel'in 'Osmanlı'da Ağaç Sevgisi' başlıklı yazısı:

Ağaç, bir Milletin yaşamında önemli yeri olan, bulunduğu topraklara can veren  yegane bir varlıktır. Ağacı sevmek ve korumak doğa dengesini korumaktır. Doğa korunursa, geleceğimizi de koruma altına almış oluruz.

Cenab-ı  Allah Cennet' ten bahsederken  '' ... altından nehirlerin aktığı ağaçlardan''  haber verir. Kuran' da 36 yerde doğrudan, 264 yerde dolaylı olarak ağaçtan bahsedilmektedir. Yani  hava, su ve yeşil, insanlar için hayat kaynağıdır. Yeşil gerçekten gözü, gönlü ve ruhu dinlendiren, yeryüzünün elbisesi, canlıların barınağı, insanların aksine nefes alırken zehir soluyan ve dışarıya temizlenmiş oksijen veren, yani gerçekten insanların hayat kaynağı olan Allah'ın bir lütfudur. 

'' Kıyamet koparken sizden birinizin elinde  bir ağaç dalı bulunur da buna kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın.''

'' Ağaç diken bir kimse için, o ağaçtan insanların, hayvanların, kuşların, vahşi haşaratın... yediği        (sadakadır. Hatta o ağaçtan çalınan meyveler bile diken için sadakadır. Çiçeğinden, kokusundan, tohumundan, odunundan, kerestesinden, gölgesinden her ne şekilden olursa olsun canlıların faydalanması  sadakadır) ''

Yani kıyamete kadar insana sevap getiren, defterine hayır hasenat yazdıran bir faaliyet. Çünkü kendi ektiği- diktiği kurusa bile onun filizlerinden fidelerinden, tohumlarından başka ağaçlar  yetiştiğini ve bunun sonsuza kadar devam edeceğini kabul ederek, ilk dikenlere kıyamete kadar sevap ve mükafat verileceğini müjdelemiştir.

Hz. Peygamber savaşa gönderdiği ordularına şöyle emretmiştir:  '' Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, teslim olanlara, kendisini Allah' ın buyruklarına ibadet eden ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz. Ağaçları yakmayınız. Hayvanlara dokunmayınız ve servetleri heder etmeyiniz.''

Ağaç  sevgisi Türk'lere  atalarından miras kalmıştır. İlk çağlardan beri ağaca değer  vermişler, ağaç sevgisini gittikleri yerlere götürmüş  ve oralarda ağaca vermiş oldukları değeri göstermişlerdir.

Son zamanlardaki bilinçsiz dönemlere gelinceye kadar, Osmanlıda da ağaç, özellikle de çınar ağacı mübarek ve mükerrem kabul edilirdi.

Geyikli Baba'nın Diktiği Çınar

Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey'in oğlu Orhan Gazi, Bursa'yı fethettiği günlerde baba dostu Turgut Alp'ten bir gazi dervişin menkıbelerini dinler, çok hoşuna gider ve Turgut Alp'ten bu derviş ile kendisini görüştürmesini ister. '' Alperen''  de tabir edilen bu Allah dostu, yörede Geyikli Baba diye ma'ruf biridir. Azerbaycan taraflarından gelip, İnegöl dağlarında yaşadığı, geyiğe bindiği, geyiklerle dolaşıp konuştuğu, geyik postu giydiği ve bu lakapla anıldığı bilinen Geyikli Baba ile Orhan Bey görüşür, sohbeti çok hoşuna gider, ısrarla Bursa'ya davet eder ama kabul edilmez. Bir gün habersiz olarak elinde bir çınar ağacı ile gelip, Orhan Bey'in ikamet ettiği küçük sarayın bahçesine diker. Çınar ağacı çok uzun ömürlü olması özelliğiyle bilinen bir ağaçtır.Derviş bu hareketiyle Orhan Bey'in  devletinin ve hanedanının çok uzun ömürlü olacağını Allah'ın evliyaullaha verdiği mükaşefe ilmi ile keşfeder ve ima eder. Orhan Bey; '' İnegöl havalisini sana ve müritlerine vereyim '' diye ısrarla teklif eder ama Geyikli Baba; '' bize mal gerekmez, sen onu ehline ver'' diyerek reddeder. Ancak ısrarlar devam edince; Bursa'nın Gürsu İlçesi, Babasultan köyünde küçük bir tekke ve külliyenin yapılmasına razı olur. Geyikli Baba o yıllarda buraya da çınar ağaçları dikmiş ve bu çınarları hala ayakta oldukları rivayet edilmekte, her yıl bu çınarların altında onları anma ihtifalleri yapılmaktadır.

Onun için Fatih Sultan Mehmed;  ''Ormanlarımdan izinsiz ağaç kesenin başını keserim'' demiş  ve         '' yaş kesen baş keser'' sözü Osmanlı milleti arasında darb-ı mesel olmuştur. La Baronne Durand De Fontmagne, ağaçları kesmek, onlara zarar vermemek için Osmanlıda yapılacak olan evlerin planlarının ve yerlerinin, yolların güzergahlarının değiştirildiğini, ağaca zarar vermemek için ne gerekirse yapıldığını kaydeder. Yine 4. Mehmed döneminde İngiliz Elçisi Katibi olan Richaut hatıralarında; Osmanlı askerlerinin kış dönemlerinde boşu boşuna kışlalarda tutulmadığını, sefer zamanı değil ve başka işleri yoksa ağaç diktiklerini, katiyen boş durmadıklarını, koruluklar, köprüler, çeşmeler ve benzeri sosyal eserler yaptıklarını kaydeder.

1876 yılında İstanbul'da bulunmuş olan Elizabet Caraven, Kont Edward Raczynski ve benzeri birçok kişiler Türklerdeki ağaç sevgisinin had safhada olduğunu, ev yapılacak yerlerde ağaç varsa kesmeyip başka yere yaptıklarını kaydederler. La Corbusier de Osmanlı ev yapacağı yere karar verince evden önce oralara ağaç diktiğinden bahseder. Ağaçları sulamak ve kurak mevsimlerde kurumalarını önlemek için çeşitli vakıflar kurulduğu yine tarihi rivayetlerdir.

Maaş Bağlatan Ağaç

Tarihi rivayetlere göre Osmanlı Sultanlarının en celallilerinden olan Yıldırım Beyazid'in ilk oğlu dünyaya gelince büyük bir sevince kapılmış ve '' araştırın, tellallar çıkartın, bugün çocuğu olan herkese ulufe verin( maaşa bağlayın)'' diye ferman buyurmuş.

Vaat edilen ulufeyi almak üzere saray önüne yığılan kadınların içinde bir de ihtiyar nene vardır. Görevliler birazda tebessüm ederek, '' nene sen neye sıraya girdin? sende mi doğurdun? deyince Nene;  '' evet bende bir oğlan doğurdum'' deyince durum sultana arz edilir, sultan '' bakın doğru ise onu da mükafatlandırın'' emri verince kadına '' göster bakalım doğurduğun oğlanı'' derler. Kadın onları yakındaki köyüne götürür ve bir çınar fidanını göstererek; '' işte padişah efendimizin şehzadesinin doğduğu gün diktiğim çınar fidanı, benimde doğurduğum oğlan bu'' der. Durum padişaha arz edilir. Çınarın kadrini, kıymetini , Osmanlı ile alakasını haneden ile özdeşleştiğini, ikisinin de uzun ömürlü olduğu olacağına oaln telmihe binaen Sultanın hoşuna gider ve yaşlı kadınında maaşa bağlanmasını emreder. ''Yaklaşık altı asırdan beri ayakta durmayı başaran ve Osmanlı tarihinde '' maaş bağlatan ağaç'' unvanı alan bu ulu çınar hala Bursa' da varlığını koruyor, içine bir taksi sığan kocaman gövdesiyle ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor.

Bin seneden fazla yaşadığı rivayet edilen çınar ağaçları vardır. Osmanlı döneminde bazı çınarlar ekildiğinde, aynen güzel eserlere yapıldığı gibi kitabeler yazılıp üstüne yerleştirilmiş, bu kitabeler incelendiğinde, tarihlerine bakıldığında bu uzun yaşlarının mübalağa olmadığı görülmektedir. Gövdeleri de yaşları gibi ulu ve devasa oluyor. Onun için Osmanlının remzi ve sembolü olmuştur. Devletlerinin de çınar ağaçları gibi çok uzun ömürlü olmasını hatta '' devlet-i Ebed Müddet'' yani kıyamete kadar devam etsin temennisiyle kurmuşlardır. Eskiden her yere ekildiği gibi, özellikle cami şadırvanlarının su ayaklarına ekilir, akan sular boşa gitmez onları besler, onlarda gölgeleri ile cemaat-ı Müslimine rahatlık ve ferahlık ihsan ederdi. Altlarında şanlı maziyi hayal ve tahattur ettiren sohbetler edilirdi. Seyyahlar, misafirler dinlenme ve istirahat imkanı bulurlardı. Gövdeleri o kadar büyük oluyor ki, bazı yerlerde depo olarak kullanılmış, bazı parklarda içinde çay ocağı işletilmiş, bazı bölgelerde de evsizlere meczuplara olmuştur. Nadir de olsa günümüzde hala bunlara rastlanmaktadır.

Güller , çiçekler, ağaçlar yani cansız gibi zannettiğimiz varlıkların canlı olduğu, kendilerini sevenleri ve dövenleri tanıdıkları ve ona göre kart vaziyeti aldıkları fennin ve tekniğin bugün ortaya çıkardığı ilmi gerçeklerdir. Kendilerini sevmeyen, zarar verebilecek insanlar yaklaşırken ezilip, büzülüp korku pozisyonuna girdiği gözlemlenmektedir. Osmanlı bunu asırlar önce keşfetmiş veya fehmetmiş olacak ki; odun kesecekleri zaman ormana baltayı açıkta götürmezler, bir kap veya torba içinde götürürlermiş. Peygamberimiz; '' kurban keseceğiniz zaman bıçağınızı kurbanın gözü önünde bilemeyiniz, onu korkutmayınız'' buyurur. Osmanlı ağaçları da canlı kabul etmiş ve aynı kuralı uygulamıştır.  

Fakat zeval dönemlerinde her hususta olduğu gibi, ağaç kıyımı konusunda da çok bilinçsiz uygulamalar olmuş, '' Cennet Vatan'' tabir edilen Anadolu'yu nerdeyse çöl haline getirmişiz. Şöyle bir misal vrirsek, herhalde mübalağa etmediğimiz daha iyi anlaşılır:

Londra % 67 oranı ile dünyanın en yeşil başkenti seçilmiş. Bizim en yeşil kentlerimizden İzmir'in ise yeşil oranı % 3 imiş. Japonya'da yapılan bir araştırmada yeşil ortamda yaşayan insanların hem uzun ömürlü hem de daha huzurlu oldukları ortaya çıkmıştır.

Ağacın önem ve ehemmiyeti hakkında son zamanlarda milletimiz arasında bir teyakkuz , bir uyanış vardır ama yeterli değildir. Başka milletler bu seferberliği çok daha önce başlatmışlardır.

Avustralya'nın Melbörn kentinde bir caddeye Çanakkale Savaşında ölen her bir asker için bir ağaç dikilmiş ve üzerine o askerin ismi yazılmıştır. Ağaçtan bir tünel oluşmuş, hem güzel bir görüntü ve gezinti yeri , hem sıcaktan korunma, hem de vatanları için canlarını feda edenlere bir kadirşinaslık, yani her yönden faydalı tutum ve davranış. Biz ise yıllarımızı hamasi konuşmalarla, samimiyetsiz törenlerle, tutum ve davranışlarla heba etmekteyiz. Şöyle bir misal verirsek, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır:

Demokrat Partinin meşhur Milli Eğitim Bakanı merhum Tevfik İleri, bakan iken Çanakkale Zaferimizin bir yıldönümü törenlerine katılır. Tören icra edilirken kürsüde konuşmakta olan Bakan Bey'e birkaç genç , kendi aralarında kanlarını topladıkları bir şişe getirip sunarlar ve ''nasılsa dedelerimiz burada kanlarını akıttılarsa, bizde akıtıp bu şişede topladık, feda olsun'' mealinde sözler söylerler. Bakan Bey onlara der ki; '' gençler, ilginize teşekkür ederim , davranışınız beni duygulandırdı, ama keşke daha faydalı bir iş yapsaydınız. Atalarımız kanlarını akıttı ama o gün öyle icap ediyordu ve en faydalı bir iş yapsaydınız. Atalarımız kanlarını akıttı ama o gün öyle icap ediyordu ve en faydalı işi yapıp, vatanlarını, bayraklarını, inançlarını, namus ve şereflerini korumak için kanlarını akıtmaları gerekiyordu. Ama bugün sizin akıttığınız kanın kimseye faydası yok. Keşke böyle yapacağınıza elinizde birer fidan getirip, savaş dönemi yakılıp kavrulan, hala kendine gelemeyip çıplak vaziyette duran şu tepelere ekseydiniz, daha bilinçli ve yararlı olurdu '' çok ibretli bir cevap vermiş. Gerçekten Avustralyalıların Anzakları için yaptıkları ile bizim şehitler için yaptığımızı karşılaştırdığımızda onlarınkinin daha bilinçli, yararlı ve kalıcı olduğunu itiraf etmek zorunda kalırız. Bu bilinçli uygulamalardan bir başka örnek de; '' Ağaç Bayramı'' diye bir uygulamayı başlatan kişinin de, Doğu Anadolu Fatihi tabir edilen Kazım Karabekir Paşa olduğu rivayet edilir.

Kore savaşında hava çok soğuktur, halk titriyor, donarak ölenler var. Bizim subaylar onlara; ''ormanlarınızdan neden odun kesip ısınmıyorsunuz?''  demişler onlar; ilerde torunlarımızın aç kalma pahasına ısınmak istemiyoruz'' diye cevap vermişler.

Birinci Dünya Savaşında Ruslara esir düşen Faruk Tonguç hatıralarında; dünyada en büyük orman alanlarına sahip olan Rusların bile, kamçı yapmak için bile olsa, küçücük bir ağaç kesenden nasıl hesabının sorulduğunu anlatması, bizde ise bu hususa nasıl bigane kalındığının hatırlanması insanı ürpertmektedir. Ama bu lakaydilik devam ederse, kısa bir müddet sonra Anadolu'nun çöl olacağını TEMA Vakfı yetkilileri ve ilim adamları dile getirmektedir.

Halbuki ecdadımız ağacın kıymetini darbı mesel haline getirdiği şu cümle ile özetlemiş ve ağaçla ilgili bir çok vakıflar, kurum ve kuruluşlar ihdas etmişlerdir; '' Ağaç yuvamızın eşiği, yavrumuzun beşiği, soframızın kaşığı, mevtamızın tabutu, ocağımızın yakıtıdır.

Emine GÜREL

Bu haber toplam 18237 defa okunmuştur
Haberi Paylaş :
YAŞAM

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi