- » TYB' DE CENGİZ AYTMATOV KONUŞULDU
- » KADİR GECESİ ŞİİRİ
- » GÜNÜN ŞİİRİ: HOŞ GELDİN
- » ERBAKAN HOCAM şiiri
- » Aydınlar Ocağı’ndan Parlaktürk’e vefa
- » GÜÇLÜ: “ÜSTÂD, BİZİM MUSA’MIZDIR!”
- » Gıda Katkı Maddeleri Gerekli mi, Zararlı mı, Helal mi?
- » VEFATININ 10. YILINDA MERHUM SULTANÜ’L VAİZİN TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ ANILDI
- » 28 ŞUBAT DARBESİNİN 24. YILDÖNÜMÜ
- » Vefatının 10. Yılında ÖNGÖRÜ ve GÖREV ADAMI Olarak NECMETTİN ERBAKAN
- » AK Parti Konya ilçe adayları belli oldu
- » Başkan Altay: Bizim Vizyonumuz Gönüllere Girmektir
- » AK Parti’nin Konya Büyükşehir Adayı Başkan Uğur İbrahim Altay Oldu
- » AK Parti Meram İlçe Yönetimi belli oldu
- » Konyaspor kupaya galibiyetle başladı
- » Konyalı milletvekillerine yeni görev
- » Konya evladına sahip çıktı
- » KAZANAN MİLLET, KAYBEDEN YOK
- » TEK BAŞINA, İŞ BAŞINA
- » Haydi sandığa...
- » Kombassan Anadolu'da ağırlığını hissettiriyor
- » Müsiad'dan Kombassan'a 4 ödül
- » Kombassan 5 şirketi ile listede
- » ASKON heyeti, Urfa’dan verimli görüşmelerle döndü
- » Komyapı yeni projelere start verdi
- » ASKON İnşaat Sektörünü değerlendirdi
- » ÜNSA1’da mülakatlar yapıldı
- » Kombassan Rulman başarılı şirketler arasında
- » Kombassan'da eğitimler sürüyor
- » Golda'ya tüketicilerden ödül
- » Gazze'de kalıcı ateşkes sağlandı
- » Belediye Meclisleri İsrail'i kınadı
- » İsrail zulmü devam ediyor
- » Zulüm sürüyor, 683 idam kararı daha
- » "Mevlana anlayışına ters düşen yapılaşmaya izin vermeyin"
- » Konya'dan, Mısır'daki idam kararına protesto
- » “Kırım’ın Rusya’ya bağlanması kabul edilemez”
- » Konya’da, Abdülkadir Molla’nın idamı protesto edildi
- » KATLİAMA DÜNYA SESSİZ
- » Mursi, konuşmasını yarıda kesip ezan okudu
- » KONYA ŞAİRLERİ ANADOLU ŞİİR AKŞAMLARINDA
- » Salih Sedat Ersöz'den Filistin Kitabı
- » Cemil Paslı'dan Yeni Kitap
- » SALİH SEDAT ERSÖZ SELÇUKYALI ŞAİRLERLE BULUŞTU
- » YAZAR- ŞAİR AHMET EFE İLE ŞİİR ÜZERİNE SOHBET
- » “Dünya o irfana geri dönecek”
- » Aydınlar Ocağı'nda Aşıklık Geleneği
- » FETİH VE AYASOFYA ŞİİRİ
- » TYB’de Seyyid Harun Velî konuşuldu
- » GÜNÜN ŞİİRİ: MUHAMMED GÜNEŞİ
- » “En Yüce Dosta”
- » Azmin Zaferi
- » Osmanlı'da Ağaç Sevgisi
- » Yağış geliyor
- » Çevre dostu davranışları göstermeyen kişi
- » Müslüman Temizdir
- » İslam ve Çevre Ahlakı
- » Meram’da 2 bin fidan toprakla buluşturuldu
- » Müslümanın yaşam alanı Camiler olmalı
- » "2014’te 703 Bin Fidanı Toprakla Buluşturduk"
- » Selçuklu'da Otizm duyarlılığı
- » Karatay'dan Örnek Proje
- » Ramazan sigarayı bırakmak için fırsat olabilir!
- » Göz kuruluğuna dikkat!
- » Sigarayı bıraktıktan sonra kilo almayı önleyecek öneriler
- » Uyku sağlığı hakkında ‘doğru’ sanılan 7 ‘yanlış’
- » "GDO'lu ürüne toleransımız yok"
- » Taklit ve Tağşiş Yaptığı Kesinleşen Firmalar
- » Medical 2000 sağlık sektörünün geleceğinden umutlu
- » Hayvandan İnsana Geçen Hastalıklar Konusunda Bilinçlendirme Çalışması
- » Yeni eğitim-öğretim yılı başladı
- » Karatay Üniversitesi’nde “Meslek Ahlakı ve Ahilik Çalıştayı” Başladı
- » “Uzaktan Eğitim Gün Geçtikçe Önem Kazanıyor”
- » Ders zili çaldı
- » İmam Hatip Ortaokuluna sınavla öğrenci alınacak
- » Mümtaz Koru İmam Hatip’te Arapça Heyecanı
- » KOMEK Yaz Okulu protokolü imzalandı
- » Anadolu İmam Hatip Liseleri açıldı
- » Konya'da okullar tatil, TEOG sınavı devam...
- » 31 İlçede Büyükşehir’den Eğitim Desteği
- » Süper Lig'de görünüm
- » Süper Lig'de görünüm
- » Kocaman'dan Büyük Başarı
- » KONYASPOR TARİH YAZDI
- » Konyaspor'dan tek gol 3 puan
- » Konya'da kazanan çıkmadı 1-1
- » Konyaspor'a nefes aldıran 3 puan...
- » Beraberliğe razı olduk
- » Konyaspor'dan bayram hediyesi
- » Şampiyonu yenerek sezonu tamamlamak ne güzel
Hatay'ın Yayladağı ilçesinin Olgunlar mahallesindeydik birkaç gün önce. Geniş katılımlı Kültür-Sanat Etkinliği'ne davetliydik.
Şiir eksenli bu düzenlemeye, daha önce de katılmıştık haliyle. Olgunlar Derneği başkanı Necip Demir (Suskun Şair) ile Olgunlar muhtarı ve Yayladağı Belediye Başkanlığının ortaklaşa düzenledikleri söz konusu etkinliğin çok renkli geçeceğini biliyorduk.
Köse Dağı’nın eteklerinde zeytinlik ve kızılçamlarla tabiat dokusunu tamamlayan eski bir yerleşim birimidir Olgunlar. Ayrıca haritamızın en uç noktası sayılan Güney kısmındadır ve bünyesinden bir nice bürokrat ve de akademisyen çıkartmakla bilinen yerdir.
Sabahın erken bir vaktinde çıktığımız yolculuk serüveni, saat 11'e doğru hitam bulmuştu. Tabii bu esnada depremde ziyadesiyle zarar gören kadim şehir Antakya'yı, içimiz sızlayarak izledik içerisinden geçerken.
Şehrin simgesi konumundaki Habibi Neccar Camisinden eser yoktu. Ulu camii yerle yeksan vaziyetteydi. Mis gibi baharat kokan uzun çarşı, harabeye dönmüştü. Kısacası kadim şehrin silüeti silinmişti görselliğinden. Asi Nehri mahzunca akmaktaydı kıyısındaki palmiyelerden eymenerek.
Olgunlara vardığımızda, dışarıdan gelenlere ikram etmeye yönelik keşkek ve etli pilav kazanları kurulmuştu. Alan ise yavaş yavaş dolmaktaydı. Yine alanda, uzanan kollarıyla çevreyi kuşatan tarihi çınarın gölgesi herkesi kucaklamaktaydı.
Değişik illerden gelen şair ve ozanlarda, bir kaynaşma bir muhabbet faslı başlamıştı. Kültür- sanat zaviyesinden bakınca, ilgi bir hayli fazlaydı aktiviteye.
Gözlerimiz, Galata Kulesini andıran ve bedenine kocaman Türk Bayrağı çekilen minareyi aradı, fakat maalesef depremde yıkıldığını öğrendik!
Milli Mücadele döneminde Milli Kongrenin yapılmasına tanıklık eden camii ayakta kalsa da, minaresi dehşetengiz sarsıntılara mukavemet gösterememişti anlaşılan.
Açılış konuşmalarının ardından, ilk türküyü, ilerlemiş yaşına ve hastalığına rağmen, Amik Ovası'nın güçlü sesi Aziz Tok havalandırdı. Emekli TRT sanatçısı Muzaffer Gök ona eşlik etti ve akabinde kendi türkülerini çığırdı.
Kahramanmaraşlı gazeteci- şair anonsuyla naçizane şahsım, "Mahzun Olur" başlıklı eserimi okudum. Keza aynı minval, yetmiş(70) in üzerinde tüm şair ve ozanlar sırasıyla eserlerini icraya koydular.
Keşkek ve etli pilav ikramından sonra katılımcılara birer plaket verildi ve böylece hatıralarda kalabilecek güzel bir gün, taçlanarak ikmale erdi. 05.09.2024
İnsan aklı ermeye başladığında yani çocukluk döneminde bir sorumluluk taşımaz doğal olarak. Başında annesi vardır, babası vardır. Onlara sonsuz güven içindedir.
İlkokul çağlarında yavaş yavaş, “dünyaya niçin gelmiş olduğunu, aile ve toplum içinde nasıl bir yaşama sorumluluğu yüklenmesi gerektiğini öğrenmeye başlar.
Kendinden büyük yaşta olan aile bireylerini ya da çevresindeki başarılı olmuş kişileri örnek almaya başlar. En çok da öğretmenini örnek alır. Özellikle kırsal kesimde öğretmenler çocukların gözünde olduğundan da fazla anlam yüklenen kişilerdir.
Daha sonraki yıllarda eğer öğrenimine devam edecekse, kendi dar çevresinden daha geniş ve farklı kültürlerin yaşandığı çevrelere ulaşma imkânı bulur ve örnek alması gereken profillerin daha da çoğaldığını idrak eder.
Çok farklı meslek grupları dikkatini çekmeye ve “büyünce ne olacaksın?” klasik sorusuna verdiği cevaplar çeşitlenmeye ve seçenekleri artmaya başlar.
Eğitimine devam etmeyip ticaret ya da sanayi gibi alanlara yönelenler ise daha ziyade kısa yoldan nasıl para kazanılır?” bilmecesini çözmek için kafa yormaya başlar.
Bazı iş ve görev alanlarında çalışırken bir an önce “emeklilik” konusunu düşünmeye başlar insanoğlu. Emeklilik onun için, artık rahatlayacağı, istediği zaman istediği mekânlara engelsiz bir şekilde ulaşabileceğini sandığı bir dönemdir.
Bazı iş ve görev alanlarında ise “emeklilik” asla düşünülmeyen bir konudur ve o alanlarda çalışanların “Gözünü ancak toprak doyurur.” diye yaygın bir kanaat vardır. Bu “gözünü toprak doyurma” meselesi illaki parasal ya da maddi bir konu değildir. Burada meslek isimlerini açığa vurup o alanlarda görevli insanları bu konuda hedef göstermenin de bir anlamı yoktur ama bu gerçekliği de yadsımamamız lazımdır.
Kendisine hürmette kusur edilmemesi, kendi geleceğinin onlara bağlı olduğunu bildikleri için onlara öyle ya da böyle yakınlık gösterilmesi gereken meslek alanları vardır. İşte bu doğal olsun ya da olmasın ilgiye mazhar olanların emeklilikte düşecekleri yalnızlık sendromu onlar için hiç de basit bir psikolojik olay değildir.
Bir uzman görüşüne göre;
“Emeklilik insanların hayatlarındaki önemli kırılma noktalarından biridir. Yeni hayata ve tempoya adapte olmak bazen ruhsal sorunlara sebep olabilir.
Kimileri emekli olmayı ‘yaşlandım’ olarak düşünürler ve kabul etmekte zorlanırlar. Oysaki emeklilik sadece çalışma hayatının değişme durumudur. Birçok insan emeklilik sonrası çalışmaya devam edebilmektedir. Kimi kendisine özel meşguliyet alanları yaratmakta, kimisi de ailesiyle vakit geçirmeyi tercih etmektedir. Fakat emekliliğe geçişi ‘yaşlılık’ olarak düşünenler daha kolay ‘demoralize’ olup depresyona girebilmektedirler.
Doğu toplumlarında komşuluk, aile ve arkadaşlık bağları emeklilik sonrası yeni hayata alışmayı kolaylaştırıcı niteliktedir. Yalnızlığın ve bireyselliğin daha çok olduğu batı toplumlarında bu yüzden emeklilik daha zor geçmektedir. O yüzden batı toplumlarında emeklilik yaşı doğuya göre göre çok daha geçtir. Buna ekonomik etkenlerin yanında bu kültürel faktörler de etkendir.
Ataerkil toplumlarda çalışmak ve bir işe sahip olmak ‘güçlülük göstergesidir.’ Bu sebeple emeklilik sonrası bireyler kendilerini ‘güçsüz,’ ‘iktidarını kaybetmiş’ gibi düşünebilirler. Bu da ruhsal sıkıntılara zemin hazırlar.
Yıllarca çalışmış insanların emekli olduktan sonra yapacak bir şeylerinin olmaması kötü bir duygudur. Eğer emeklinin hayatında hedefleri veya bir hobisi yoksa sıkıntı başlar. İnsanı emeklilik değil herhangi bir hedefinin olmaması bunalıma sokar.
Emeklilikte en sık görülen ‘psikiyatrik bozukluktur.’ ‘Mutsuzluk,’ ‘içe kapanma,’ ‘dalgınlık,’ ‘gerginlik,’ ‘uykusuzluk’ ve ‘halsizlik’ şeklinde kendini gösterir. Depresyona giren emeklilerde ‘alınganlık’ çok sık görülür. Bir an önce tedavi edilmesi son derece önemlidir. Tedavi edilmeyenlerde intihar riski yüksektir.
Emeklilik sonrası bireyleri ‘korku’ ve ‘kaygı’ kaplar. Kişide ‘yalnız kalma’ ve ‘ölüm korkusu’ baş gösterebilir. Bu korkular bazı emeklilerde istenmeyen yanlış ilişkilere sebebiyet verebilir. ‘Yalnızlık korkusu’ bazen kendisini ‘panik ataklarla’ gösterir.
Emeklilik sonrası sorunlar ‘bireysel’ olduğu kadar ‘toplumsaldır’ da. Devletin bu konuda bir emekliliğe adaptasyon çalışması yapması faydalı olur. Ancak bireysel anlamda ‘depresif’ bir durum söz konusu ise ‘psikiyatrik’ destek gerekir. Çünkü emeklilik sonrası yaşanan depresyon ve ruhsal sorunlar Alzheimer ve ‘tıbbi hastalıkların’ oluşmasına zemin hazırlamaktadır.”
İşte emeklilikte bütün bu sorunların üstesinden gelmek için şahsen, çalıştığım yıllar içinde tasarladığım, hayal ettiğim bir işi yapıyorum. “Emekli olunca ikamet edeceğim şehrin kültür ve sanat ile ilgili faaliyetleri içine gireyim ve emekliliğimi hiç hissetmeyeyim.” dedim ve hayallerimi gerçekleştirmeyi de Allah bana nasip etti, çok şükür.
Gerek sosyal medya mecralarında, gerekse kültür sanat alanlarında faaliyet yürüten derneklerin etkinliklerinde fazlaca bulunmam, hayallerimin neticesidir. Tasarlayarak verdiğim ve uyguladığım bir kararın sonucu olarak bu işlerin içindeyim.
Bunları yaparken ne bir şahsi yükselme çıtam var, ne meşhur olma derdim var ne başkalarıyla bir yarış içindeyim ne kimseye örnek olmak gibi bir gayretin içindeyim ne de kimseden aferin alma beklentim var.
Herkese tavsiye ederim ki kendinize benim ve benim gibi davranırsanız emeklilik dönemi, eğer istenirse ve iyi planlanırsa emeklilik öncesindeki çalışma döneminden çok daha mutlu, huzurlu ve sağlıklı ve verimli bir dönem olabilir.
“Beni örnek alın!” demiyorum sadece yaşadığım tecrübeleri emekliliği düşünenlerinizle paylaşıyorum ve tavsiyelerimi yazıyorum.
Zira ben bir emekli olarak hayatımdan, yaptıklarım ve yaşadıklarımdan dolayı çok mutluyum.
Sevgili Sami YILDIZ hocamızın göçmen sorunu ile ilgili yaptığı bir araştırmayı bizimle paylaşmasaydı bu yazı yazılmayacaktı.
Ağır bir konudur; çünkü başlangıçta yalın ve doğrudan insanı, insanla muhatap etmek gibi bir yükü, bir metafizik boyutu vardır. Metafizik boyutu vardır; çünkü insan olduğunuz için önce merhametle donanmış olmanızı gerektirir. Merhamet nuruyla tanışmamış insanın göçmen(!)konusuyla ilgilenmesinde ne samimiyet vardır ne derinlik. Olsa olsa ilginiz sosyal medya küfürbazlarının yüzeyselliğine eş değer bir takıntıdır Çünkü bugünkü anlamıyla göç olgusunu anlayabilmek için siyaset bilimi, tarih, sosyoloji, psikoloji, hukuk, coğrafya gibi disiplinlerin hepsine birden ihtiyaç duyma zorunluluğumuz vardır.
Bu konuyla ilgili epeyce çalışma yapıldığına şahit olmak sevindirici.(Örneğin Uşak Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Siyaset Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği’nin 6.maddesini ‘’uygulamaya’’ yaptığı vurgu nedeniyle değerli buluyorum) Diğer akademik çalışmaların da, kavramsal çalışmalarla birlikte pratik hayattan alınmış ve uygulanmış sığınmacı örnekleriyle konuyu zenginleştirmesi beklenir ki; şehir efsaneleriyle zehirlenen Suriyeli veya Afganlı düşmanlığı sosyal medya cehaletinin insafına terkedilmiş olmasın.
Ülkemizdeki göçmenler(aslında 2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan İskân Kanununa göre bu insanlara göçmen diyemeyiz. Çünkü kanun Türk soyundan gelme ve Türk kültürüne bağlı olma şartını getiriyor. Başlıkta ki parantez ünlemi odur) Savaşın tahrik ettiği can pazarı bu insanları, seçeneksiz bırakmış ve bir yerlere sığınmaya zorlamıştır. Yani ekonomik konforu hedef alan bir seçim yok ortada.
Sığınmacılara hayatı kolaylaştırıcı disiplinler içinde psikoloji, merkeze yerleşir kanaatindeyiz.(’’Mültecilerin göç alan ülkeye yerleşmelerinde ve uyumundaki başarı ve başarısızlıkları o ülkedeki hükümetlerin ve toplumun tutumlarına, göçmenlere destek programlarına ve göçmenlerin fiziksel ve ruh sağlıklarına yönelik kolaylaştırıcılara bağlıdır. (Sue 1977)’’Dünyada göç ile ilgili çok sarsıcı deneyimler yaşanmasına rağmen Türkiye’de benzer bir süreç yaşanmamıştır. Bunun sosyal, kültürel ve siyasal sebepleri olduğu söylenebilir .Zübeyit GÜN-Türk Psikoloji Bülteni sayı:38 sf.27)
Son 4-5 yıldır sataşma, aşağılama, küçümseme hatta hakarete varan psikolojik saldırıların küçük çaplı fiziki şiddete dönüşmesinde Ümit Özdağ gibi değil sığınmacı, ülkemiz insanını bile sevme nimetinden mahrum siyasi figürlerle, kurucu iradenin eğitim yoluyla beslediği Batı ajandalı Yahudi tipi milliyetçilik anlayışını saplantıya dönüştürmüş tiplerin sosyal medyadaki duruşlarının etkisi büyük olmuştur.
Mültecilerin ülke ekonomisine yaptıkları katkı, ticari hayata getirdikleri canlılık (örneğin sadece Gaziantepte Suriyeli iş insanlarının yaptığı 4 milyar dolarlık yatırım )ve sanayide ağır işleri yüklenimdeki tasarruf gibi maddi ve manevi getirileri hiç görmemezlikten gelerek sadece Batı ezikliğinin verdiği kompleksle Suriyelilerin şahsında kibirlerinden (!) dolayı tepeden baktıkları Arap toplumuna saydırdıkları şuur altı hezeyanlarının neye tekabül ettiğini biz, onları Mekke ve Medine hatıralarından tanıdığımız Falih Rıfkı Atay kadar tanıyoruz.
Yazı uzadığı için kapatacakken İngiliz Daily Expres’de bir yorumun ‘’Erdoğan’ın, mülteci konusundaki ilkeli duruşu ,siyasi çıkarlardan kaçınması ve mültecileri tamamen güvende olana kadar ülkelerine geri göndermeyi reddetmesi, onun insani değerlere olan sarsılmaz bağlılığının altını daha da çiziyor’’ tespitiyle yazının ikinci paragrafı bire bir örtüştüğü için böyle kapatayım istedim. Gazete yorumun sağına ’İlk turda salladık, ikinci turda kazanacağız’’ diyen ve insanı gülümseten K.Kılıçdaroğlu reklamı koymuş. Selamlar.
Bazen yenilmek güzeldir. İnsana birçok tecrübe kazandırır. Farklı bir şekilde, bakış açısını değiştirmeyi sağlar. Yeniden baktığında aslında hep orada olan ve gözünden kaçanı görmeyi sağlar. Futbol bir takım oyunu, takım oyunu ama büyüleyici bir oyun, oynarken ayrı izlerken ayrı keyif alırsınız. Peki bu takım bu tanıma uyan bir takım mı ? Yani oyuncular oynarken, taraftar izlerken keyif alıyor mu ? İskandinav ülkeleri çok daha düşük bütçelerle taş gibi takımlar ortaya çıkartabiliyor. Demek ki takım olmak, sadece maddiyatla açıklanacak bir durum değil…
Başarılı teknik adamların kadro tercihinde vazgeçemediği oyuncular olur. O bölgenin adamı budur dersin! Oynadıklarında kimsenin itiraz etmeyeceği oyunculardır. Bu oyuncuları yazar, diğerlerini üzerine koyarak takıma adapte ederler. Örnek verecek olursak; Kalede Slowik defansta Adil, Bazoer ve Guilherme mevcut kadroda, senin olmazsa olmazındır. Orta alanda Pedrinho Jevtovic yeri mevcutta belirli olanlar. Demek ki üzerinde duracağımız konu sağbek, kanatlar ve hücum olmalı diyebilmelidir. Konyaspor’un haftalardır yazılarda belirttiğim üzere kanayan yarası Amir sonrası o bölgede istirar sağlayamaması yani 8 numarada yaşadığı sıkıntı.
Ali Çamdalı’nın bu takımdan gönderilmesinin ilk nedeni yaptığı yanlışlarda ısrar edip, kadro derinliğini kullanamamasıydı. Teknik direktörlük bir takımı sahaya çıkarmak oynayın demek değildir. Elindekine uygun şablonu oluşturup, oyunculara uygun plan yapmakla başlar. Hocam senin Çamdalı'dan bir farkın kalmadı. Standart oyuncular oynuyor, girenler belli çıkanlar belli bunu rakiplerde biliyor.
Mesela bu taraftarda iz bırakan teknik patronlara bir bakalım; Aykut Kocaman Pas oyununu, koşu mesafesini ve defans anlayışı tüm ülkeye hatta Avrupa maçlarında rakiplerine ezberlettirmiş bir teknik adamdı. İlhan Palut hücum oyunlarını, duran top organizasyonlarını hatta taç organizasyonlarını futbol dünyasında unutulmaya yüz tutmuş birçok organizasyonla fark oluşturanlar arasına girmeyi başardı. Ligde kalma sürecinde, Sergen Yalçın, Bülent Korkmaz’ın kısa sürede yapmayı başardıkları iz bırakmalarına neden olmuştu. Vasatı geçemeyenler belli standartlarla debelenip durdular. Şimdi Recep hocanın bir karar vermesi lazım standart günü mü kurtaracak yoksa hem kendisi hem Konyaspor için yeni zaferler mi kazanacak? Elbette yenilmeyi isteyen yoktur ve yenileceğini bile bile kimse yarışa girmez. Bir fark görelim hocam, Çamdalı gitti Recep hoca geldi. İyi ki geldi diyebilmeli insanlar, Hepsi aynı anda olmaz elbet ama Tunahan, Melih, Keyta neden denenmiyor. Neden, sürekli dönüp dolaşıp aynı oyuncularla vasat bir ilk yarı izlemek zorunda kalıyoruz? Mesela bir maça da şu 4 değişiklikten sonraki on bir ile çıksan hocam! Attığın golde Bazoer başlattı. Yusuf kesti Kramer bitirdi.
Alanyaspor Konyaspor maçının ilk yarısında, Alanyaspor orta sahası adeta Konyaspor orta sahasını ezdi top göstermedi. Buna karşılık gol pozisyonu dışında da bir ciddi pozisyon olmadı. İkinci yarı hoca takıma baktı olmayacak 4 değişikliği aynı anda yaptı. Burada şunu unutmamak gerek, Alanya skor koruma içgüdüsü ile çekilmesiyle pozisyonlara girdik. Fakat oyunu 4 değişiklikten sonra aldık. Yenilen gollere baktığımızda ilk gol Alanya adına bir şans golü diyebilirim. 2.Gol ise öncesinde Prip’e yapılan bariz faulle gelen bir goldü. Hakem Konuşmayalım diyoruz, diyoruz da o pozisyonu görse bugün takım ilk yarı oynanan kötü oyuna karşılık, Alanya’dan puan alıp gelecekti. Aklı başında maç izleyen herkes Efe Can’ın nasıl atılmadığına şaşırmıştır. Hatta maç sonu Trio ekibi hakeme Efe Can üzerinden gönderme yaptı. MHK Başkanı TRT spor’da katıldığı programda hakemlerin başarısından sistemden falan bahsetti durdu. Kusura bakma sayın başkan eyyam kokan kararlar çıktı sen ne kadar iyi niyetli olursan ol bir arpa boyu yol alamazsın. 45. Dakika yaşanan bir pozisyon var Adil ile Hwang arasında hakem burada 2 oyuncuya da kart verdi. Aslında bu eyyamdan başka bir şey değildi. Burada doğru olan 2 oyuncuyu da uyarmaktı. Verebileceği en yanlış kararı verdi. Hwang Adile temas ediyor, Adil kendini yere bırakıyor. Şimdi sevgili hakem kardeşim, Adil aldattıysa seni Hwang neden sarı kart yedi. Yok Adil’e gerçekten kartlık bir hareket yapıldıysa Adil neden kart yedi. 2025 yılının ilk eyyamı olduğu için, hakem yazıp, konuşmaktan yorulsak da belirtmekte fayda var! Türk futbolundaki hakemler aslında başlı başına bir yazı konusu ama ne zaman hakemler düşen her defans oyuncusu lehine düdük çalmaktan vazgeçerse, ne zaman ev sahibi takımın lehine daha rahat karar vermekten vazgeçip, İstanbul takımlarını kollamazlarsa belki olumlu bir şeyler düşünebiliriz. Onun dışında Vasat yönetimlerle bile mutlu oluyoruz. Sayın Recep hocam senin de çok iyi bildiğin gibi futbol bir takımı oyunudur. Oyuncular birbirini tamamladığı zaman başarı gelir. Konyaspor’da herkes ayrı telden çalıyor. Sanırım ilk halletmen gereken kadro derinliği, ikinci halletmen gereken konu ise birbirini tamamlayan oyuncular ile takım oyunu!
Önce Kupada moral bulup Fenerbahçe maçına en iyi şekilde çıkmanızı bekliyorum. Umarım bu sancılı dönem bize güzel oyunlar ve yeni Umutlar verir. Şu da var Bugün Alanya’dan puan yâda puanlar alsak bir şeylerin üzeri kapanabilirdi. Onun için ben bu mağlubiyetin uzun vadede fayda sağlayacağını düşünüyorum.
Maçın sözü; Bazı yenilgiler, zaferlerden üstündür.
Geçen gün komşum Huriye teyze ile sohbet ederken bana başından geçen ilginç bir olayı anlattı. Olay baya bir ilgimi çekti…
Bende bu ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim…
İlgimi çekti diyorum çünkü son günlerde yaşanan bazı olaylarla zihnimde ilişkilendirmeme neden oldu bu olay…
İki hafta önce komşum evlerinin bodrum katında hamile bir kedi görmüş iki gün sonrada mutfağın penceresinin önünde gün boyunca aynı kedinin doğum yapmış olduğunu ve sürekli miyavladığını görünce de herhalde karnı aç ondan diye düşünmüş…
Neyse o günün akşamı arka odada bulunan kapağı açık kalmış dolabın içinden el yüz havlusu alacakken bir şeylerin hareket ettiğini fark edince korkmuş ve hemen eşine haber vermiş…
Eşi de gelip bakmış birde ne görsün dört tane yeni doğmuş birkaç günlük kedi yavruları…
Tabi çok şaşırmışlar bu duruma nereden nasıl geldi bunlar buraya diye…
Çok geçmeden anlamışlar ki; kedi bodrum katta doğum yapmış komşum evde yokken de hava alması için açık bırakılan mutfağın camından yavrularını daha güvenli bir yere yani o dolabın içine taşımış…
Camın kapalı olduğunu görünce de resmen açın camı diye yalvarmış yavruları için…
Lafa gelince de hayvan işte der geçeriz…
Hayvan da olsa insan da olsa annelik evrenseldir…
Anneliğin dini dili ırkı insanı hayvanı olmaz annelik bambaşka bir şey…
Tabi insan, üstün olarak yaratılmış varlık. Annelik ise bu üstünlüğünde üstünde ama şu sıralar bunu unutmuş ve bir kedicik kadar olamayan anneleri de görmek mümkün toplumda…
Ne demek istediğimi az çok anlamışsınızdır…
Anne var adı hayvan ama yavruları için çırpınan. Anne var adı insan ama yavrusunu sokağa bırakan. Birde anne var oda insan evladı olmayanın karnını doyuran…
Evet, Nisa Mihriban bebekten bahsediyorum…
Tamam, olayın iç yüzünü bilmiyorum günah almak da istemem ama ne olursa olsun bu bir caniliktir bunun başka bir açıklaması yok…
İnsan ne kadar çaresiz olursa olsun bu caniliği bu bahaneyle örtbas edemez…
Bu ülkede bir otorite var, bir sosyal devlet var. Devlet vatandaşını böyle bir caniliği yapmaya asla mecbur bırakmaz…
Zira devletin himayesinde bulunan nice yavrucaklar var nice anneler var…
Buna rağmen Nisa bebeğin yaşadığını yaşayan birçok bebek var olmaya da devam ediyor ne yazık ki…
Ana babanın hatasını günahsız yavrucaklar çekiyor olan onlara oluyor…
Herkes evlat sahibi olabilir lakin gerçek anne baba olmak hele hele gerçek annelik bambaşka bir şey…
Allah ıslah etsin böylesi anneleri diyorum başkada bir şey demiyorum diyemiyorum…
Ama şunu da söylemeliyim ki; toplumda ahlaki düzen bozulmaya devam ettikçe insanı insan yapan vicdan, merhamet, edep en önemlisi de Allah korkusu yok olup gidiyor maalesef…
Allah sonumuzu hayretsin ne diyelim…
10. CİLT’ten Notlar
* “Firdevs” Bir izaha göre Rumca bir kelime olup bahçe dernektir. Allah (c.c.) cenneti değişik isimlerle anmıştır. Bunlardan bir kısmı Adn, Naîm, Me’vâ, Firdevs’tir. [İsimleri çok olmakla birlikte] gerçeklikte cennetler tektir. Çünkü “Adn” kelimesi ikamet yeri demektir. Naîm, verilen nimet, Me’vâ da aynı şekilde ikamet yeri demektir. Sonra Firdevs, Adn, Me’vâ bunlar naîm, yani nimetlerdir. Bazı rivâyetlerde Hz. Peygamber’den (s.a.) şöyle hadis nakledilmiştir: “Firdevs, cennetin en yücesi, tam ortası ve en güzel yeridir”. Eğer bu rivâyet sabit ise o, bahsedildiği gibidir. (s.20)
* Allah’ın insanı yaratmış olmasının sadece ölüm için değil “Sonra da kıyâmet gününde tekrar diriltileceksiniz” [Mü’minûn, 23/16] buyruğunda bildirildiği üzere hesaba çekmek amacıyla diriltmek için olduğunu söyleriz. (s. 28)
* “Heyhâte heyhâte” [Mü’minûn, 23/36] bir işin olmasının uzaklığını ve inkârını ifade için kullanılır ve “uzak ki ne uzak!” yani asla olmayacak iş demektir. (s. 42)
* Resûller de diğer insanlar gibi emir ve yasaklarla imtihan edilirler. (s. 50)
* “Verdiklerini, Rablerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek verenler…” [Mü’minûn, 23/60] Bu âyette şöyle bir işaret de vardır: Nasıl ki günah işleyen günahından ötürü korku içinde olursa, taat içinde olan da itaatinde Allah’tan bir korku içinde olur. Hz. Âişe’den (r.a.) bu yönde bir rivâyet bulunmaktadır. O bu âyeti Hz. Peygambere (s.a.) sormuş ve “Bu âyette sözü edilenler içki içenler, hırsızlık yapanlar ve zina edenler midir?” demiştir. Hz. Peygamber cevap olarak: “Hayır! Onlar oruç tutanlar, namaz kılanlar, sadaka verenler ancak bu halde iken yaptıkları ibadetlerin kabul edilip edilmediği konusunda kaygı duyanlardır. Onlar hayır işlerde yarışırlar!” buyurmuştur. “Kalpleri ürpererek” anlamına gelen kavl-i celîlin bu şekilde değil de, “Kalpleri, Rab’lerine ne ile/nasıl dönecekler, saîd olarak mı yoksa şakî olarak mı? diye korku içinde olurlar, şeklinde yorumlanması da mümkündür. En doğrusunu Allah bilir. (s. 57)
* Bazıları şöyle demişlerdir: “Berzah”, iki sûra üfleyiş arasında olan zamandır. Bazıları da “Berzah” ölüm ile yeniden dirilme arasında geçecek olan zamandır, demişlerdir. Bu, Kelbî ve Katâde’nin görüşleridir. Mücahid ise şöyle demiştir: Berzah, ölüm ile dünyaya yeniden dönme arasına konulan engeldir. İbn-i Kuteybe ve Ebu Ubeyde ise şöyle demişlerdir: Berzah, dünya ile ahret arasında olan dönemdir. Onlar İki şey arasında kalan her şey berzahtır, demişlerdir. Ebû Avsece: “İki sınır, yani dünya ile ahiret arasında kalan zamana berzah denir demiştir. Yine o, berzah, düz araziye denir demiştir. Berzahın aslı, hâciz, yani iki şeyi birbirinden ayıran engel demektir. (s. 87)
* Kabir azabının hissedilmesi uyku halinde iken vücuttan ayrılan idrak edici ruhun (nefs-i derrâke) bir halet-i ruhanîye şeklinde hissetmesi olup, insanın biyolojik canlılığını sağlayan ruhun hissetmesi şeklinde değildir. Bu aynen uyku halindeki birinin rüyasında kendisini bir belâ ve sıkıntı içinde görmesi ve şiddetli korku içinde olması ve kendisini daha önce bilmediği, hakkında bir haber duymadığı bir mekâna atılmış görmesi gibi olur ve onda canlıların belirtileri olur. Buna göre kabir azabının insana hayat veren biyolojik canlılık anlamına gelen ruh ile değil de eşyayı idrak edici/kavrayıcı ve hissedici ruh ile olması söz konusudur. (s. 96)
* Allah, her ne kadar iki cihanda da mâlik ise kendisini özellikle “Din gününün sahibi” [Fatiha, 1/4] diye nitelemesi, o gün mülkünde hiç kimsenin kendisine ortak çıkmasının söz konusu olamayacağı içindir. Dünyada iken mülkte ortaklığa yeltenenler olabilir. Ama o günde mülkün sadece ve sadece O’na özgü olması böyle bir nitelemeyi hikmetli kılmıştır. (s. 99)
* “Bağışlasınlar, hoş görsünler” [Nûr, 24/22] mealindeki beyanla [yüce Allah] affetmeyi ve görmezden gelmeyi, bağışlamayı ona [Peygamber aleyhisselâma ve ona inanlara] emretti. Yani size kötülük yapanın yaptığını unutun ve bağışlayın, hatta onun yaptığı kötülüğe karşı sizin onu bağışlamanızı da anmayın, onun hatasından bahsetmeyin. Çünkü affın belirtilmesi başa kakmak gibi görülmüştür. Tıpkı şu ilâhî beyanda olduğu gibi: “Sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın.” [Bakara, 2/264] Çünkü başa kakma ve bu şekilde incitme sadakayı boşa çıkarır. (s. 151)
* İktidarsız ya da iğdiş edilmiş olsa bile bir erkeğin yabancı bir kadınla baş başa kalması caiz değildir. ( 173)
* Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeteniniz hemen evlensin! Çünkü o gözü daha iyi sakındırır ve iffeti daha iyi korur. Kimin de gücü yoksa o zaman oruç tutsun. Çünkü oruç onun için kalkan olur.” Yine rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ömer’e “Kızlarını ne yaptın?” dedi. “Onlar yanımdalar yâ Resûlallah!” diye cevap verdi. Hz. Peygamber “Onlar ergenlik yaşına geldiler mi?” dedi. O, “Evet!” dedi. Hz. Peygamber “Sen onlardan birini dengi olan birinden alıkoyar ve evlenmesini geciktirirsen mutlaka her gün sevabından bir kırat eksilir!” buyurdu. Bazı haberlerde de şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Bir kimsenin çocuğu evlilik çağına gelir ve onu nikâhlama imkânı da bulunur, buna rağmen onu evlendirmez de çocuğu bir günah işlerse günah aralarında ortak olur.” (s. 179)
* Zenginlik ve bolluk fesada, darlık ve yoksulluk da fesattan alıkoymaya sebep olabilir. Yahut bunlardan birinin diğerine üstünlüğü konusunu hiç ele almamak gerekir. Zira her ikisi de kulların kendisi ile sınandığı hallerdir: Şunlar fakirlik ve darlık yüzünden sabır ile ötekiler de zenginlik ve bolluk yüzünden şükür ile sınanmaktadırlar. Bu itibarla bunlardan birinin diğerine üstünlüğünü konuşmak lüzumsuz bir kelâm etmektir. (s. 183)
* Mümin, kendisine fitnelerden hiçbir şey dokunmadan ecir kazanabilir, bazen da fitnelerle imtihan edilir de Allah onu sabitkadem kılar. O şu dört hal üzere bulunur. Belâya mâruz kalırsa sabreder, verilirse şükreder, söyledi mi doğru söyler, hükmetti mi adaletle hükmeder. O diğer insanlar arasında ölülerin kabirleri arasında yürüyen bir diri gibidir. Nur üstüne nur. O beş nur içinde döner dolaşır; sözü nurdur, ilmi nurdur, girişi nurdur, çıkışı nurdur, kıyamet gününde cennete varışı nurdur. (s. 192)
* Kâfirler kıyamet gününde yüzüstü kapanmış halde, sürünür bir vaziyette olacaklardır. Müslümanlar ise ayakta, dik ve düz halde yürüyor olacaktır. (s. 213)
* Bazı fakihlerimiz Ebû Hanîfe’nin ihtilam olmaması halinde ergenlik yaşının on sekiz olarak belirleme şeklindeki görüşünü destekleme bağlamında şöyle demişlerdir: Çünkü oğlan çocuklarında ihtilam olma ortalama on beş yaşına ulaşmaları halindedir. Onlar belki bu yaştan önce ihtilam olurlar, belki de ergen olmaları bu yaştan daha sonra olur. Mâruf olana göre âlimler on iki yaşından küçük olanların ihtilam olmaması, on iki yaşına ulaşınca da ihtilam olmasının ihtimal dâhilinde kabul ettiler. Bu durumda ihtilaf edenler arasında ortalama yaş olarak kabul edilen on beş senenin üzerine, on iki yaşında ergen olma ihtimaline binaen nasıl ki üç sene ilâve varsa üç sene eklediler. [Yani en son 18 yaş dediler.] (s. 229)
* Yoksul ve ihtiyaç sahibi biri peygamberlik görevine liyakatte zengin ve varlıklı kimselerden daha elverişlidir. Çünkü insanlar zengin, mülk ve saltanat sahibi kimselere zaten tâbi olurlar. Eğer Hz. Peygamber (s.a.) zengin, varlıklı, mülk ve saltanat sahibi biri olsaydı o takdirde sırf Hakka hak olduğu için uyanlarla araları ayırt edilemezdi. Fakir ve kendisi muhtaç biri olması halinde bu ayırım kolaylıkla yapılabilir. Ancak sahip olduğu mal mülk ve saltanat peygamberliğinin alâmeti ise -Dâvûd ve Süleyman peygamberlerde olduğu gibi- o takdirde hükümranlık -duasında da olduğu gibi- onun risâletinin mucizesi olur. “Rabbim!” dedi, “Beni bağışla; benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver bana.” [Sâd, 38/35] (s. 255-256)
* İlim öyle bir izzettir ki onunla zillet asla bir arada bulunmaz. O, sahibine asla horlanma ve kahır getirmez. (s. 268)
* Yüce Allah kâfirlerin amellerini bir keresinde savrulmuş toz zerrecikleri, bir defasında kül, bir defasında serap, başka bir yerde kuvvetli yağmurun üzerindeki toprağı silip süpürdüğü yalçın kayaya benzetmiştir. Buna mukabil müminlerin amellerini de sabit, sağlam ve benzeri niteliklerle anlatmıştır. (s. 274)
* “Aksine onlar, başka değil, hayvan sürüsü gibidirler.” [Furkan, 25/44] Bazıları dediler ki: Onlar [kâfirler] hayvanlar gibidir, çünkü onların bütün kaygıları aynen hayvanların kaygıları gibidir; yemekten ve içmekten başka bir şey düşünmezler, bunun dışında başka bir dertleri yoktur. Hayvanların akıbetleriyle ilgili herhangi bir düşünceleri yoktur. Buna göre kâfirler bu yönden aynen hayvanlar gibidirler. “Hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar.” [Furkan, 25/44] Birtakım yorumcular “daha sapkındırlar” ifadesi hakkında dediler ki: Çünkü hayvanlar Rablerini ve yaratıcılarını bilir, O’nu lisân-ı hal ile anarlar, oysa kâfirler ne Rab’lerini tanırlar ne de O’nu anarlar. Yahut “onlar daha sapkındırlar” çünkü çocuk edinme, şerik (ortak) isnadı gibi Allah’a lâyık olmayan birtakım yakıştırmalarda bulunurlar, ibadette O’na başkalarını ortak koşarlar. Oysa hayvanlar bunlardan hiçbir şeyi yapmaz, bu itibarla onlar kâfirlerden daha üstündür. Bazıları dedi ki: “Onlar daha sapkındırlar” çünkü hayvanlar yola sokulduğu zaman yol boyunca giderler, oysa kâfirler kendilerine hidâyet edilip doğru yola çağrıldıkları halde hidâyeti bulup da yola girmezler, davete icabette bulunmazlar. Bu itibarla onlar daha sapkındırlar. Yahut şöyle denir: “Onlar daha sapkındırlar” çünkü kâfirler hem kendileri saparlar hem de başkalarını yoldan çıkarıp saptırırlar, oysa hayvanlar öyle değildir. (s. 291)
* Yağmura rahmet denilmesi, Allah’ın rahmetinin eseri olması sebebiyledir. Aynı şekilde cennete de rahmet denilmektedir, çünkü oraya giren ancak O’nun rahmetiyle girecektir. (s. 294)
* “Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler.” [Furkan, 25/72] Bazıları dediler ki “lâ yeşhedûne’z-zûra” yani “asılsız şeye şahitlik etmezler” cümlesinden maksat “zûr” mekânına uğramazlar demektir. “Zûr” ise müziktir. Buna göre âyet “onlar müzik icra edilen mekânlarda bulunmazlar” anlamındadır. Bazıları da şöyle yorumlamışlardır: “Zûr”a şahitlik etmezler, “Zûr” da yalan demektir. Buna göre âyet “Yalancı şahitlik yapmazlar” anlamındadır. (s. 318)
* Hasan-ı Basrî dedi ki: Vallahi bir Müslüman kul için çocuklarını, çocuklarının çocuklarını ve yakınlarını Allah’a itaatkâr görmekten daha sevimli bir şey yoktur. Ve dedi ki: Onları Allah’a itaatkar görürüz de buna sebep gözlerimiz aydın olur. (s. 320)
* Bazı müfessirler şu açıklamayı yapmıştır: Firavun, [Hz. Musa’ya iman eden sihirbazların] ellerini ve ayaklarını kesmek, asmak gibi tehdit etmiş olduğu işkenceden bir kısmını onlara fiilen uygulamıştır. Ne var ki âyette onlara yönelttiği tehditleri gerçekleştirdiğine dair bir açıklama bulunmamaktadır. O yüzden biz yalana düşme korkusuyla bu gibi açıklamalara girmiyoruz. (s. 344)
* “Ezlefekallah”, Allah seni kendisine yakın etsin anlamındadır… “ez-Zülef” konaklar ve menziller demektir. Çünkü konaklar yolcuyu gideceği yere yaklaştırır. (s. 348)
* “Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır…” [En’am, 6/160] Bu beyanda “Kim iyilikle gelirse” denilmiş, “Kim bir iyilik işlerse…” denilmemiştir. Bu da belirttiğimiz gibi amellerin makbul olabilmesi için kişinin dünyadan tevhit üzere göçmesi, işlediği hayırları bozmaması şartı olduğunu gösterir. (s. 358)
* “Mercum” taşlanarak öldürülen demektir. Öldürmenin en şiddetlisi recimdir. (s. 367)
* Peygamberler, Allah’ın izni olmadan, helak olmaları için kavimlerine beddua etmezler. Görmez misin ki, Allah, Yûnus peygamberi kendisinden izin almadan kavmi arasından çıkıp gittiği için azarladığını bildirmiştir. O, izinsiz çıkması sebebiyle azarlandığına göre, bir peygamberin kavminin helak olması için izinsiz bir şekilde beddua etmesi muhtemel değildir. (s. 367)
* “Va’z” işin sonunun nereye varacağını kâh korkutarak kâh müjdeleyerek bildirmek, öğüt vermek demektir. (s. 375)
* Musa kıssası ve diğer peygamberlere ait kıssalar kitapta [Kur’anda] değişik yerlerde farklı lafızlarla, değişik şekillerde, bir takım takdim ve tehirlerle anlatılmıştır Bundan da maksat şahitlik, bilgi aktarımı vb. konularla ilgili pek çok ahkâmda lafızların harfi harfine korunmasının gerekmediğinin, aktarırken mananın korunmasına odaklanmak gerektiğinin anlaşılmasıdır. (s. 416)
* Kendisine bir haber gelen kimsenin görevi, o konuda –haberin yanlış ya da yalana ihtimali bulunması halinde- hak ve hakikat ortaya çıkıncaya kadar beklemesidir. (s. 440)
* Yüce Allah’ın nesneleri var edip bu âleme bahsedilen faydaları yaratması, ayrıca bütünüyle bu âlemi yaratması insanları sınamak içindir; bundan dolayı onlara emirler vermekte, birtakım yasaklar getirmektedir. Sonra sonucu almak için onlara bir âhiret (akıbet) âlemi tayin etmiş ve orada itaat edeni ödüllendirecek, isyan edeni ise cezalandıracaktır. Eğer böyle bir akıbet (sonucun alınacağı öbür dünya) olmazsa o zaman bütün bu yaratmalar abes olurdu ve hiçbir hikmeti olmazdı. Çünkü bir binayı yapan, ondan elde etmek istediği bir yarar olmaksızın sırf onu yıkmak ve yok etmek için yaparsa, o zaman yaptığı işi hikmetten uzak ve tamamen anlamsız olurdu. Aynı şekilde evrenin yaratılması da böyledir. Eğer amaçlanan bir akıbeti olmayacaksa o da hikmetten yoksun ve anlamsız olacaktır. Âyetler, onlara inananlar ve tasdik edenler içindir. Onlara inanmayan ve tekzip edenler için ise lehlerine değil aleyhlerine âyetler olacaktır. (s. 487)
* Biz Allah’ın belirttiği üfleme, sûr gibi şeyleri şudur ya da budur diye açıklama yoluna gitmiyoruz. Ya da onun şu ya da bu olduğuna işaret anlamına gelecek bir söz de etmiyoruz. Ama bunlarla ilgili olarak Hz. Peygamber’den bir açıklama (tefsir) gelmişse o takdirde o doğrultuda açıklama yapılır. Hem bu, ameli gerektiren bir konu da değildir ki bundan dolayı onun sıhhatini ya da çürüklüğünü ortaya koyma külfetine girelim. Bu sadece tasdiki gerekli olan bir haberdir. Bu itibarla “nefh”, yani üfleme ve sûr hakkında nasıl geldi ise öyle kabul ediyor, onları açıklama yoluna gitmiyoruz. En doğrusunu Allah bilir. (s. 489)
Üretkenlik, iktisadi kalkınmanın en önemli motoru olduğu hepimizce bilinir. Meşru ve mübah olan her şeyin üretilmesi, ihtiyaç olduğu kadar aynı zamanda bir vatandaşlık görevidir. Köylünün ürettiği ürünler, şehirlinin icra ettiği ticaretler, sanayicinin çevirdiği çarklar bütünüyle iktisadi kalkınmanın bir gereğidir.
İktisadi kalkınma, milli gelirin yükselmesine vesile olan en doğru yoldur. Milli gelirin yükselmesi, dünyadaki refahın sağlanmasına katkı sağladığı inkar edilemez.
Her türlü üretkenlik ve iktisadi kalkınma, dünya hayatının refahı yanında ebedi hayatı kazandıracak bir yola vesile oluyorsa büyük bir nimet olur. İşte “ Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver...” ayetindeki dua bunu ifade ediyor.
Fert ve devlet zenginliği güç, kuvvet olup adaleti, içtimai yardımlaşmayı, mütevazılığı sağlıyorsa; arkasından özellikle Allah’a kul olmayı getiriyorsa ne kadar şükretsek azdır.
Haram yollarla yapılan veya harama götüren üretkenlik, dünyada kalacağı gibi ebedi hayatı zindana çevireceği izahtan varestedir.
Üzerinde durulması, konuşulması oldukça önemli olan bu konu ehli tarafından daha iyi izah edileceğinden eminim.
Aslında benim ifade etmek istediğim hedef nokta bu değildir. Şüphesiz devlet ricali, iktisatçılarımız,sanayicilerimiz bu konunun önemini çok iyi biliyorlar. Benim özellikle vurgulamak istediğim nokta iktisadi kalkınmanın bağımsızlıkla bağlantılı olduğunu söylemektir. Gücümüz varsa vatanımızı başta olmak üzere her türlü kutsalımızı müdafaa edebiliriz. Ayasofya’yı açar her türlü iç ve dış terörü önleyebiliriz. Evimizde rahat uyur normal hayatımıza devam edebiliriz.
Güçlü değilseniz iç ve diş canavarlara yem olmaktan başka bir yol olmadığı tarihi hadiselerle ispatlanmıştır. Onun içindirki Allah cc bizi bu konuda özellikle uyarıyor. Hatta şöyle emrediyor:“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.”Enfal 60.
Şüphesiz zaman ve zemin neyi gerektiriyorsa ona göre güçlü ve hazırlıklı olmak zorundayız. İşte güçlü olmanın yolu da iktisadi kalkınmadan geçer. Onun için Türkiye’nin her tarafında bulunan sanayici kardeşlerimize, üretici köylümüze ve güçlü olmamıza katkıda bulunan herkese müteşekkiriz. Özellikle son zamanlarda devlet ricalimizin silahlanmaya verdiği önemi takdirle karşılıyoruz. “Kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır” hadisindeki mesaj oldukça önemlidir.
Bu arada her üretici kardeşimize hatırlatmakla mükellef olduğumuz bir noktayı belirtmek isterim. Doğruluk,kalite,sözde durma,haram-helal ölçülerine dikkat etme ve özellikle Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirme ilkelerinden ödün vermeyelim. Allah’a emanet olunuz.
1988 yılında Konya’da Kan Merkezi’nde sağlık memuru olarak çalıştım.
İnsanların yakınları için kan arayışındaki çaresizliklerine bizzat şahit oldum.
Kendime söz verdim ve o zamandan beri sürekli kan bağışı yapıyorum.
Geçen hafta 55 yaşımda 55. Kan bağışımı yaptım.
55 sadece Kızılay Kan Merkezine yaptığım bağışlar.
55 dışında yakınlarıma karşılı olarak ve beyaz kan bağışları da var.
Kızılay’a bağışladığınız bir ünite kan 3 kişiye can oluyor.
Kızılay ormanında her bağış adına bir ağaç dikiyorlar.
10 bağışta bronz, 25 bağışta gümüş, 35 bağışta altın madalya, 45. Bağışta plaket veriyorlar ve (Allah muhtaç etmesin) Kızılay için VIP insan oluyorsunuz.
Kan bağışı sürecinde doktor kontrolünde bir dizi sağlık kontrollerinden geçiyorsunuz.
Kan bağışı zinciri tamamlanıp muhataba ulaştığımda siz küçük çaplı bir check-up tan geçmiş oluyorsunuz.
Kan bağışı ile yukarıda sayılan toplumsal faydaların yanında vücudun kan üretim merkezleri ve kan dolaşım sistemi tam bir tatbikat icra etmiş oluyor.
Peki, “Hacamat mı, kan bağışı mı?” sorusunun cevabı nedir?
Açık ve kesinlikle “kan bağışı” dır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kan transfüzyonu imkânı yoktu.
1818 James Blundell (Londra, kadın-doğum uzmanı) bir insandan diğerine kan transfüzyonu yapan ilk kişidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kan transfüzyonu imkânı olsa dünyanın en değerli sıvısı olan kanı israf etmez mutlaka bağış yapardı.
İslam’da makasıd sabit vesail değişkendir.
Kanın ve kan üretim merkezlerinin yenilenmesi makasıd; hacamat/kan bağışı vesaildir.
Alternatif tıp adı altında hacamatın pazarlanmasına bir itirazım yok.
Ancak hacamatın “sünnet” diye pazarlanmasına karşıyım.
Bana göre; Hz. Muhammed (s.a.v.) günümüzde yaşasaydı hacamat yaptırarak kanı israf etmez (hacamat yaptıranlar 1 yıl kan bağışı yapamıyor) kan bağışında bulunurdu.
Her akıl sahibi kan bağışı ve hacamatı birlikte değerlendirsin, artı ve eksisini iyi hesap etsin, kıyaslasın ve ona göre karar versin.
Çünkü fetanet sahibi Allah Resulü (s.a.v.) her meselede öyle yapardı.
Donate Blood? Cupping?
In 1988, I worked as a health officer at the Blood Center in Konya.
I have personally witnessed people's desperation in their search for blood for their loved ones.
I made a promise to myself and have been donating blood constantly ever since.
Last week, I donated my 55th blood at the age of 55.
55 is just the donations I made to the Red Crescent Blood Center.
Apart from 55, there are also white blood donations for my relatives.
One unit of blood you donate to the Red Crescent saves the lives of 3 people.
They plant a tree in the Kızılay forest for every donation.
They give you a bronze medal for 10 donations, a silver medal for 25 donations, a gold medal for 35 donations, a plaque for 45 donations, and (God forbid) you become a VIP person for the Red Crescent.
During the blood donation process, you undergo a series of health checks under the supervision of a doctor.
When the blood donation chain is completed and I reach the contact person, you go through a small check-up.
By donating blood, in addition to the social benefits listed above, the body's blood production centers and blood circulatory system are given a full exercise.
So, "Cupping or blood donation?" What is the answer to the question?
It is clearly and definitely “blood donation”.
Hz. There was no possibility of blood transfusion during the time of the Prophet (pbuh).
1818 James Blundell (London, obstetrician) is the first person to transfuse blood from one person to another.
Hz. If blood transfusion was possible during the time of the Prophet (pbuh), he would definitely donate blood, which is the most precious liquid in the world, without wasting it.
In Islam, the purpose is fixed and the means are variable.
The purpose of renewing blood and blood production centers; cupping/blood donation is a means.
I have no objection to cupping being marketed under the name of alternative medicine.
However, I am against cupping being marketed as "circumcision".
For me; Hz. If Muhammad (pbuh) had lived today, he would not have wasted blood by having cupping (those who have cupping cannot donate blood for 1 year) and would have made blood ties.
Every sane person should evaluate blood donation and cupping together, calculate the pros and cons carefully, compare them and decide accordingly.
Because the Prophet of Allah (s.a.w.), the possessor of wisdom, used to do so in every matter.
Konya’mızda olsun Konya dışında olsun, kültür, sanat, edebiyat, ilim ve fikir…adamlarını yaşarken hatırladığı gibi vefatından sonra da yad eder. Bu yönüyle vefalı bir dosttur. Hiç ayırım yapmaz programlarında. İnsanlığa, topluma yararlı işler yapan insanları asla unutmaz. Bu özellik ve hassasiyet başkan Mustafa Güçlü’den gelmektedir.
Vefa örneklerinden birisini daha gösterdi Aydınlar Ocağı.
Konya Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği Selçuklu Salı Sohbetlerinde bu hafta “Vefatının 5. Yılında Konya Çelebisi Dr. Hasan Özönder” anıldı. Prof. Dr. Ahmet Çaycı, Aydınlar Ocağı Başkan Yardımcısı Mustafa Sinan Ümit ve merhum Özönder’in torunu Osman Emre Arslan konuşmacıydı.
2024 yılının son gününde yapılan programın açılış konuşmasında Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü, merhum Hasan Özönder’in Konya kültürüne çok değerli hizmetlerde bulunduğuna vurgu yaparak, “Hocamızın emekliye ayrıldığı 1996 tarihinde Salı Sohbetlerini başlatmıştık, yirmi dokuz sene oldu ve hiç aksatmadan bugünlere geldik. İstikrar bakımından çok iyi bir yerdeyiz. Hasan Özönder hocamız da faaliyetlerimize katılarak bizi şerefyab eylerdi. Eskiden her şeyin en güzeline (İstanbuli) derlerdi. Hocamız da centilmen ve kibar konuşmanın sembolü olarak İstanbuli idi. Bu yüzden Konyalılar kendisine (Konya’nın kişizadesi, beyefendisi derlerdi” dedi.
Daha sonra söz alan, merhum Hasan Özönder’in torunu Osman Emre Arslan dedesinin biyografisine dair şu bilgileri verdi:
“Akademisyen, yazar, Mevlana aşığı, sanat meraklısı, Konya Çelebisi ve dostlarının ve öğrencilerinin tabiriyle bir Konya kişizadesi olan dedesi Hasan Özönder’in 17.08.1943 tarihinde Topraklık mahallesinde dünyaya geldi. Çocukluğu Türbe önünde geçen dedem (Biz gözlerimizi açtık Hz. Pîr’i, camileri, türbeleri, kütüphaneleri gördük. Bu kültürel çevre bize kültürel ve sanatsal faaliyetlerde bulunma yolunda çok etkili oldu) derdi.
Babası, Konya’nın meşhur âlimi Tahir Büyükkörükçü Hocaefendinin tavsiyesi üzerine oğlunu Konya İmam Hatip Lisesinde okutmaya karar verdi. Hasan Özönder, dersleri dışında kendini olabildiğince geliştirmeye çalışırken, meşhur kütüphanesini de bu yıllarda, daha lise talebesiyken kurmaya başlar. Tarih hocası Yaşar Gökçek’in evinde sohbetlere, derslere katılım sağlamış, hocasının kütüphanesine ilgi ve merakla bakıp incelemiş ve: “Allah’ım benim de böyle bir kütüphanem olacak mı?” diye niyaz edermiş. Bir gün hocasını ziyarete gittiğinde kütüphanedeki kitapların yere dizildiğini görünce, sebebini sormuş. Hocası, belli bir yaştan, belli bir seviyeden sonra bu kitaplara ihtiyaç duymadığını ve artık sadece Kur’an ve hadis kitabıyla yetineceğini söylemiş. Bu sözler üzerine Hasan Özönder utana sıkıla hocasına kendisinin alıp alamayacağını sorar. Bu teklife sevinen hocası: “Çok sevdiğim kitaplarımın, çok sevdiğim öğrencime gitmesi beni de çok mutlu eder” diye cevap vermiş.
Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1967 yılında mezun oldu. İki yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 1969’da girdiği sınavı kazanıp, mezun olduğu Konya Yüksek İslam Enstitüsü “Türk Medeniyet Tarihi” dersi öğretim üyeliğine tayin edildi. “Türk Sanatları ve Mimarisi dersi de uhdesine verilmiş. 1979’da Erzurum Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’nde Türk İslam Sanatları ve Mimarisi üzerine doktorasını yaptıktan sonra 1982’de Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde yardımcı doçentliğe atandı. Doktora diploması haricinde 1990 yılında Selçuk Üniversitesi Türk El Sanatları Ana Sanat Dalı’nda sanatta yeterlilik diploması da aldı. Üniversitede birçok yeni imkânların hazırlanılmasında ve çalıştırılmasında rol oynadı. Selçuklu Kültür ve Medeniyetini Araştırma Merkezi’nde ve Türk El Sanatlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde yönetim kurulu üyelikleri ve uzun yıllar da başkanlığını yaptı.
Bilimsel toplantılara katılmak üzere yurtiçi ve yurt dışı birçok şehir ve ülkeyi gezip görmüş, her gittiği yerin sanatsal mekânlarını, tarihi yerlerini, mezarlıklarını, vefat eden büyük zevatını ziyaret etmiş ve fotoğraflar çekmiştir. Altmış beş yıldır büyüttüğü çok geniş kütüphanesinin yanında çok büyük fotoğraf, video ve slayt arşivi de vardır. Türk kültür ve medeniyetine ait değişik konularda pek çok eseri gün yüzüne çıkardı. Osmanlılardan kalan Mevlevîhâneler ve Türk Mahallelerindeki tarihe karışmış medeniyet nişanesi olan sadaka taşları da bunlardandır.
Şu ödüllere layık görülmüştür: Konya Meram Belediyesi tarafından 2004 yılında “Sanata Saygı Ödülü, Konya Büyükşehir Belediyesince 2012 yılında “Konya Kültürüne Hizmet” ödülü.
“Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ve Konya Ansiklopedisi’nde çok sayıda madde de kaleme almıştır. Hasan Özönder ile ilgili kendisini ve eserlerini konu alan iki adet bitirme tezi de yazıldı. 1996 yılında emekliye ayrıldı. Fakat otuz yıl kadar eğitmenlik yapmasına rağmen doyamadığını anlatırdı. Onun emekliliği sadece görev emekliliğiydi.
Konya ve Türk bilim, kültür ve sanat hayatına dair çalışmalarını son nefesine kadar sürdürdü.
Özönder’in cesur ve engel tanımayan bir yönü olduğunu anlatan Çaycı, “Mum dibini ışıtmaz, cümlesini kullanıp yurt dışındaki kongreleri mutlaka takip etmemizi tavsiye ederdi. Onun hızına yetişmek mümkün değil ama biz de tavsiyelerine uymaya gayrete ediyoruz.
Allah rahmet eylesin. Hasan Özönder hocamın öğrencisi oldum. Dersleri çok akıcı, huzur verici olurdu. Ondan çok şey öğrendim. Rabbim, böyle hocalarımızın, ilim adamlarımızın, fikir insanlarının sayısını artırsın.
OZAN GÖZÜYLE
OZAN SÕZÜYLE
Aşık Ataroğlu
Neyim var ki bana ait
Söylediğim söz emanet
Senin varmı sana ait
Seyrettiğin göz emanet
Sevgili dostlar, bu muhabbetimiz de emanet üzerine olsun istedim. Nedense biz millet olarak hatta insanlık olarak bu emanet konusunu ya anlayamadık yada anlamak istemiyoruz. Bir türlü içimize sindiremedik.
Bence insanın eğitiminde en önce verilecek ders emanet olmalı. Ana dilimiz gibi emanetin ehemmiyetini öğrenmeliyiz. Annenin babanın en önemli görevi olmalı bu emanet duygusunu evladına kazandırmak. Ama tabi duyguyu kazandırmak kendi yaşantılarıyla tezat teşkil etmemeli.
Bu duygu ve alışkanlık eğitimine okullarımızda daha da şumullü olarak devam edilmeli ve kazandırılmalı.
Bir japon atasözünde derk ki " Bize bu vatan atalarımızdan miras kalmadı, gelecek nesillerden emanet aldık"
Bu pencereden bakarak vatanımız bayrağımız cumhuriyrtimiz kültürümüz(gelenek görenek örf adetlerimiz edebiyata eserlerimiz vb.) elimizde bulunan her şeyimiz gelecek nesillerin emanetidir.
En baştan çocuklarımız oyuncaklarını kırıyorsa, okul sıralarını kirletiyor çiziyorsa okul eşyalarına zarar veriyorsa emanet eğitimini almamış demektir.
İleriki yaşlarda çalıştığı kurumlarda da aynı sorumsuzluğuna devam ettiğini düşünün. Düşünün felaket olur değilmi. Zaten de olmuyormu. Çalıştığı fabrikayı zarara uğratanlar hatta yakanlar, yine çalıştığı kurumu babasın malı sanıp kendi menfeatına kullananlar aramızdan çıkmadımı halada devam etmiyorlarmı.
Şimdi biraz da en önceye gidelim. İnsanın ilk yaratılışına. Biz kendi kendimize olmamışız bizi en güzel şekilde yaratan ve ilkimizede Adem diyen bir yaratıcımız var. O da Allah.
Ne bedenimizin var oluşunda nede Dünyanın üzerindeki emrinize verilen her bir şeyin var oluşunda bizim bir sermayemiz yok. Sermaye Onun, onun kârı bizim. Tabi zararıda bize ait.
Senin ruhunu yaratıp üzerine bu bedeni giydiren sahibin, var oluştan bu yana daima rehberler ve kullanma kılavuzlarını da göndermiş.
Demiş ki sana verilen her şey emanet gönderdiğim rehbere birde kullanma kılavuzu verdim. Rehberden bu kılavuzun içinde yazanları öğren ve daima kılavuzu yanında taşı. Dünya hayatında neyi nasıl yapacağını bu kılavuza göre yapacaksın. Gün gelecek emanetini geri alacağım hesabıda o zaman görürüz demiş.
İnsanlığın yaratılışından bu yana ilk insanı kendi kendine ve çocuklarına rehber tain ettikten sonra binlerce rehber göndermiş ve son olarak ta bizlere Hz. Muhammed Mustafa'yı(s.a.v) rehber olarak göndererek hayat ve kulluk klavuzumuz olarakta Kuranı vermiş.
Dostlar bu konuda yazılacak çok şeyler var ama ben sözü şuraya getirmek istiyorum.
Şu anda tüm Dünyayı sarsan bir Çorana virüsü var.Bütün Dünya milletleri bu virüsle kalkıyor bununla yatıyor. Haberlerin hepsi virüs üstüne. Her kafadan tavsiyeler yorumlar. Ayrıca komplo teorileri. Bundan sonra yaşantı şöyle olacakmış böyle olacakmış.
Dostlar Dünya veya yaşantı sağ kalanlar için nasıl olur kimsenin bileceği bir şey değil.İnsanların komplo teorileri varsa Allah'ın değişmez kaderi var. Allah'ın indinde her şey biliniyor ve işleyiş ona göre gidiyor.
Eee Ataroğlu sen işi bitirdin yani hiç bişey yapmıyalımmı der gibisiniz. Asla öyle bir şey demiyorum. Tabi ki üzerimize düşeni yapacağız.
Hemen kullanma klavuzumuza ve rehberimizin tavsiyelerine baktığımızda zaten çok açık .
Ne buyurmuş efendimiz rehberimiz "Bir yerde veba varsa oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba varsa da oradan da çıkmayınız"
İşte sana talimat uymalısın. Daha başka dinimiz ilim dinidir. Doktorların ve bilim adamlarının tavsiyelerine uyacağız. O zamanlar veba şimdi Corona. Geçen çağlar içinde nice virüsler, bulaşıcı hastalıklar çıkmış binlerce insan can vermiş.
Bunların hepsinden yaratan haberdar. Onun izni olmadan hiç bir şey çıkamaz. O dilemezse kimse bir şey dileyemez.
Dostlar muhabbetimizin başında konuşmuştuk ya bu beden bize emanet biz emaneti korumakla görevliyiz. Ölümün ne zaman nerde ne şekilde geleceğini bilemeyiz.
O zaman yapacağımız bütün korunmaları Allah'ın emri olarak yapmalıyız. İşte o zaman hareketleriniz ibadet hükmüne de geçiyormuş.
Vazifeni yap tevekkül et.
Haa, kendi emanetimizi korurken başkalarının emanetine de saygılı olmalıyız çünkü onunda hesabını bizden soracaklar.
Dostlar araya birde fıkra koyalımda hem düşünelim hem de birazcık gülelim.
Babayla oğlu deniz kenarına kamp yapmaya gitmişler. Çadırlarını kurup eşyalarını yerleştirmişler.
Akşama kadar yüzmüşler spor yapmışlar zamanı gelince de yatmışlar.
Gece bir ara baba uyanmış ki yıldızlar görünüyor. Hemen oğlunu kaldırmış demiş bak bakalım yukarıda ne görüyorsun bir değişiklik varmı.
Oğlu yıldızları görüyorum baba deyinca babası tekrar sormuş. Nasıl olmuş bu iş. Oğlu başlamış anlatmaya demiş , Astronomi ilmine göre yıldızlar birer güneştir onlardan galaksiler oluşur falan derken babası ensesine yapıştırmış.
Demiş ulan salak oğlum görmüyormusun çadırı çalmışlar.
Sevgili dostlar inanın çoğumuzun üzerimizdeki çadırdan haberimiz yok ahkam kesiyoruz.
Anlayan ne anlarsa anlasında ben bir ozan olarak muhabbete bir şiirle son vereyim.
Sağlıcakla kalın.
EMANET 2
Neyim var ki bana ait
Söylediğim söz emanet
Senin varmı sana ait
Seyrettiğin göz emanet
Emanetin sahibi var
Odur bize en güzel yar
Yeşil ova karlı dağlar
İniş yokuş düz emanet
Karun kadar malın olsa
Evin Barkın altın dolsa
Hesabı var nasıl olsa
Çok emanet az emanet
Geçen ömrüm bunca yaşım
Elim kolum ayak başım
Dilim dişim gözüm kaşım
Aynadaki yüz emanet
Dört mevsim gelip geçecek
Herkes ektiğin biçecek
Onlar bir mevsimlik çiçek
Torun oğlan kız emanet
Ataroğlum gönül eri
Emanete ver değeri
Benim sinem yangın yeri
Ocak onun köz emanet
Cenaze namazını kıldıran İmam, cemaate dönerek “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca; cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” diye üç defa aynı sözü tekrarlar ya… Veyis Ersöz Hoca’yı iyi bildik, iyi bilirdik ve iyiler arasında son yolculuğuna uğurladık.
Veyis Ersöz Hoca’mızı en son olarak Aydoğdu semtindeki evinde 4 Haziran 2018 Pazartesi günü ziyaret ederek elini öpmüştüm. Daha önce de Salih Sedat Ersöz Bey’in evinde Konya Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Dr. Mustafa Güçlü ve üyeleriyle birlikte hatıralarını dinlemiştik. Konya Aydınlar Ocağı, Yazar Veyis Ersöz için Şükran Gecesi düzenleyerek ve teşekkür plaketiyle taltif ederek büyük bir vefa örneği göstermişti. O gecede de kendisinden hayatıyla ilgili çok anlamlı ve düşündürücü, genç nesillere ışık tutan hatıralar dinlemiştik.
Merhaba Gazetesinde 1994’ten 2001’e kadar yazı işleri müdürü olarak görev yaptığım süre içerisinde yazılarını bazen elden, bâzan de görev yaptığı Konya İlim Yayma Cemiyeti’nden bir başkası vasıtasıyla gönderirdi. Elden getirdiği zaman yazısını okur, beraber mütalaa eder ve memleket meseleleri hakkında konuşurduk.
Ziyaret ettiğimiz günden elli dört gün sonra vefat haberini aldığımda; “İmanla yaşadı, imanlı öldü!” dedim. Cenaze namazını kıldıran İmam, cemaate döner ve “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca; cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” diye üç defa aynı sözü tekrarlar ya… Veyis Ersöz Hoca’yı iyi bildik, iyi bilirdik ve iyiler arasında son yolculuğuna uğurlarken de oğlu Ömer Ersöz’ün dediği gibi “Velhasılı Kelam Güzel Yaşadın, Güzel Öldün” deme makamındayız.
Kabri nurla dolsun, mekânı cennet olsun ve Rabbim bizleri de cennetinde cem eylesin.
Veyis Ersöz Hoca imanlı bir şekilde iyi yaşadı, imanıyla birlikte iyi bir şekilde aramızdan ayrıldı.
Kendisinden pek çok hatıra dinledim. Hânesine gittiğimde duvarda asılı duran levhada şu güzel hadisi şerif yazılı idi:
“Allah’ım! Dünyada bize iyilik ver. Ahirette de bize iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” Hz. Muhammed (s.a.v.)
Veyis Hoca, yazılarında devamlı olarak iyiliği emreder, kötülükten sakındırarak kötülere karşı savaş açardı.
Televizyon izlerken, gazete okurken ya da ya da herhangi bir yerden geçerken görmek veya duymak istemediğiniz birçok şeyle karşılaşırsınız. Fakir insanlar, cinayetler, toplu kıtaller, katliamlar, açıkça haksızlığa uğrayan ama hakkını arayamayan kişiler, kavgalar, sataşmalar, küfürler, incitici ve aşağılayıcı sözler, çekişmeler, tartışmalar, çeşit çeşit menfaat uğruna çıkartılan huzursuzluklar, zorbalıklar ve daha birçokları.
Elbette siz de herkes gibi huzur ve güvenlikli, hiç kimsenin bir diğerine zarar veya tedirginlik vermediği, insanların barış ve dostluk içinde yaşadıkları, birbirlerinden daima güzel, övücü, saygı ve sevgi dolu sözler işittiği bir toplumda yaşamak istersiniz. Elbette diğer bütün insanlar gibi siz de televizyon kanallarını değiştirdiğinizde, gazete sayfalarını çevirdiğinizde veya işinizde, evinizde, ailenizle birlikteyken hep güzel ahlâka sahip, neşeli, candan, dürüst, saygılı, sevgi dolu, hoş sohbet insanlar görmek, hep müjdeli ve güzel haberler duymak istersiniz.
Barışın, huzurun ve güven ortamının hakim olduğu bir toplumda yaşamayı samimi olarak isteyenler arasında ortaya koyduğu kitapları, yazdığı makaleleriyle Veyis Ersöz’ü gördüm, hayatını anlattığında mücadele dolu, zulme karşı çıkan zâlime asla alkış tutmayan onurlu ve zorlu bir kaleme şahitlik yaptığımı söyleyebilirim.
Muhit ve çevrenize baktığınızda olayları akıl, vicdan ve sağduyu ile değerlendirdiğinizde, yukarıda sıraladığımız bütün bu güzelliklerin insanlar arasında hakim olması için çalışan, bütün vaktini, imkânlarını ve enerjisini buna vakfeden insanların var olduğunu fark edeceksiniz.
İşte Veyis Ersöz de vakıf bir insan olarak karşımızda duruyor.
O halde size, bize ve hepimize düşen görev; iyilerle ittifak kurmak, iyi insanlar arasına katılmak, iyilerle, samimilerle, şefkatlilerle, candan ve adaletli insanlarla, dürüstlerle, merhametlilerle, vatanseverlerle, milliyetperverlerle, müsamahakârlarla, vicdan sahipleriyle, hayırseverlerle, alçakgönüllülerle, affedicilerle bir olmak ve onlara bütün desteğimizi vermekle mükellef olduğumuzun şuur ve bilinciyle hareket etmeliyiz.
İçinde bulundukları refahın, huzurun peşine düşen zulmedenlerden, suçlu ve günahkârlardan olmamak adına; yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi iyi insanlardan olmalıyız.
Unutmayınız ki dünyayı iyiler ve iyilikler kurtaracak.
Unutmayın ki zulme rıza göstermek, yeryüzünde durmak bilmeyen kötülüklere karşı ses çıkarmadan seyirci olmak, herşeyi balkondan seyretmek, zulmün ta kendisidir.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Veyis Ersöz Hoca, en son verdiği pozunda bizlere el sallıyordu. Yâni bize ve sevdiklerine; “Allahaısmarladık, hoşça kalın, elveda…” diye mesaj yolluyor.
Gerçek ahiret yurduna imanlı bir şekilde göçen Veyis Hoca’m!
Güle güle…
Nûr içinde yat.
Yoldaşın Peygamberimiz olsun.
Uluslararası Helal Kongresi 2024 yılı 17-19 Mayıs tarihleri arasında Lokman Hekim Üniversitesi öncülüğünde Ankara DSE Genel Müdürlüğü Salonlarında gerçekleştirildi. Agricities (Uluslararası Tarım şehirleri Birliği)’nin de paydaşı olduğu Uluslararası Helal Kongre programı çok verimli olarak tamamlandı.
Kongrenin ana teması; “Helal Ürün ve Hizmetlerde İzlenebilirlik Ve Helal Ekosistemde Güncel Gelişmeler” olarak belirlenmiştir. Kongrenin ana teması kapsamında Helal Ürün kapsamında gerçekleştirilen oturumlarda “Helal Ürün Ve Hizmetlerde İzlenebilirlik, Dijital Dünya ve Helal Yaşam, Helal Kazanç Bilinci Duyarlılığı, Helal Belgelendirme Helal Akreditasyon Ve Uluslararası Tanınırlık, Helal Yaşam Alanları Ve Helal Ekosistemde Güncel Gelişmeler (Helal Gıda, Helal Kozmetik, Helal Turizm Helal İlaç, Helal Finans, Helal Tekstil, Helal Lojistik, Helal Yönetim, Helal Dijital Yaşam) Başlık ve alt başlıklarında sunumlar gerçekleştirilmiştir. Müslümanlar için vazgeçilmez olan helal kavramı ile ilgili en güncel gelişmeler ortaya konularak konunun akademik, ahlaki, etik, hukuki, sosyal ve vicdan boyutları ön plana çıkartılmıştır. Helal yaşam tarzı kapsamının öncelikle Müslümanlara hitap etmesi vurgulanmış ancak onun ötesinde uluslararası yaşam arenasında bütün insanlığın sığınacak güvenli bir liman olduğu net bir şekilde ifade edilmiştir.
Helal bilinci ve helal belgelendirme konusu insanı ve toplumun birçok yönden kuşatan temel kapsamlı ve önemli bir konudur. İnsan ve değer, ekonomi, iktisat, ticaret, ahlak, interdisipliner olmak üzere psikoloji, sosyoloji ve benzeri alanların hepsiyle ilişkisi vardır. Helal kavramının; her Müslümanın yaşam zemini ve İslam medeniyetinin baskın karakterini ifade eden bir kavram olduğu dikkate alınıp düşünüldüğü zaman konunun kapsamı zihinlerimizde daha anlaşılabilir şekilde netleşmektedir. Müslüman toplum için yaşam zemini ve temel bir sorumluluk olduğundan helal ürün endüstrisi güçlü bir fikri ve manevi temele sahiptir. Konunun ekonomik yönü nedeniyle bu alana katkı yapanların sadece Müslümanlar olmadıkları da bilinen gerçeklerdendir.
İslam, varlığı bir bütün olarak ele alır. Allah (c.c.)’ın hikmeti ile var kıldığı kâinat ve insan… Bu varlık karşısında İslam; hem varlığı açıklar hem de ona karşı nasıl bir tutum içerisinde olunması gerektiğini ortaya koyar. Varlığı ve onun cüzleri nasıl anladığımız sosyal ekonomik ve siyasi boyutlarıyla insan pratiğinde karşılığı bulan tutum ve davranışlar da belirler. İnsan öğrenmek, bilmek, anlamak, kavramak, İlâhi hikmeti kudreti, San’atı takdir etmek kabiliyetlerine sahip, bu kabiliyetlerini ebedi hayata taşımak için kalbini, ruhunu, arındırarak manevi terakki amacını gerçekleştirmesi gereken özel bir varlıktır. Tam da bu açıdan bakıldığında İslam’ın helal-haram, iyi ve kötü kavramlarının insan açısından anlamları, belirtilen amaç ile bağlantıları netleşmektedir. Kur’an-ı Kerim insanın yaratılış amacı olarak bilme/kavramayı göstermektedir. Bu bilme, dünyadaki sınırlılığına karşın, İlahi hikmetin sonsuz tecellisine mazhar olunacak ebedi hayatta esasen gerçekleşecek. Bu yolda yürüyebilmesi için Allah (c.c.) insana ruhundan üflemiş, ilk İnsana isimlerin tamamını öğreterek bu isimlerin gösterdiği varlık şemasını kavratmıştır. “İnsan hakkında Allah (c.c.) “Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık” (Tîn Sûresi âyet:4) buyurmuştur. Allah Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. Sûrede ‘en güzel biçimde yarattık’ ifadesi bu hususu belirtmektedir. İnsan serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini güzel kullanarak ‘kâmil insan’ olacak yahut da aksi yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır. Kur’an- Kerîm, insanın şerefine ve varoluş amacına uygun olarak daima helal, temiz, nezih yiyecekleri ve davranışları emretmiş habis, necis olanları haram kılıp yasaklamıştır. Bunun içindir ki Rol Model peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s); “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Husnü'l Halk, 8; Müsned, 2/381) Buyurmuştur.
İnsan ilahi hikmet ve tecelliye mazhar olabilmek bir gönül ile yaratılmış, ebedi hayata bu kabiliyetleri köreltilmemiş bir kalp ile ‘kalbi selim’ ile gelmesi istenmiştir. Bu nedenle insanı ebedi menzile vardıracak yol helal ile tanımlanan yoldur ve İslam’ın hükümleri bu çerçevede anlamını bulmaktadır. Helal kavramı, dinen izin verilen yapılabilir ve meşru olan anlamına gelir bu kavram dini değerler açısından insan ve yaşam arasındaki müspet örtüşmeyi ifade eder. İslam’a göre eşya ve fiillerde asıl olan helal olmaktır. Bu kavram ile ifade edilen çerçeve, güncel yaşamın bütün alanları kuşatan bir kapsamlığa sahiptir. İnsanın, İslam’ın hedeflediği şekilde var olabilmesi kendisini gerçekleştirmesi ve manevi terakkisinin zemini olması önemlidir. İslam, helal, temiz ve nezih olan zeminin dışına çıkılmamasını, necis, habis, pislik alandan uzak durulmasını emrederek bu yönde bir şuur oluşmasını sağlamıştır.
Âyet-i Kerîmelerde: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara Sûresi âyet:168) “Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin” (Mâide Sûresi âyet:88) buyurulmuştur.
Helal, ekosistem ve belgelendirme açısından bakıldığında helal bilincinin iki yönlü olduğunu öz olarak belirtilmiştir. Tüketici ve Üretici bilinci. 2(iki) milyar nüfusa sahip olan İslam dünyasında, helal bilinci ile beslenen ve sürekli artan bilinçli tüketim oranı, bütün bir endüstri ve hizmette üreticileri helal sertifikalı üretime yönlendirmektedir. Helal farkındalığı üreticileri aynı zamanda ürünün helal süreci konusunda tüketicileri ikna etme yönünde çalışmalara ve şeffaflığa da teşvik etmektedir. Helal bilincinin olumlu katkı yaptığı alanlardan biri de ‘gıda güvenliği’ dir. Özellikle Müslüman ülkelerde gıda güvenliği ve helal birlikte yürütülmektedir. Çünkü helal güvenli, sağlıklı hijyenik özellikler gerektirir ve gıda güvenliği hedefleri ile paralellik arz eder. Kur’an-ı Kerimdeki tam ifadesiyle ‘Halalen Tayyiben’ meşru, güvenli ve zararlı olmayan anlamına gelmektedir. Bundan dolayıdır ki gıda açısından ifade edecek olursak helal gıda Müslümanım diyen herkesin vazgeçilmezidir diyebiliriz. Ayrıca gayrimüslimlerin de sertifikalı ürünlere yönelmesi kaçınılmazdır diye düşünüyorum. Helal bilincinin üretim ve tüketim ahlakını beslediğini unutmamalıyız. Allah (c.c.)’ın bize verdiği rızkı tüketmenin sadece biyolojiyi değil, şahsiyeti, dini hayatı ve ibadetleri etkileyen manevi ve ahlaki boyutları olduğu zikredilmiştir. Ahlakı oluşturan temel kavramlarımızın bir kısmı şöyle diyebiliriz: Alın teri, helal kazanç, helal rızık, Tayyip, bereket, ameli Salih. Bunların karşısında sakınılması gereken davranışları ifade eden olumsuz kavramların bir kısmı ise şunlardır; haram kazanç, aldatma, riba, alkol, haksızlık, hırsızlık, gasp, ihtikâr, rüşvet, yetim malı, kul hakkı, zülüm gibi.
Yapay et konusunun konuşulduğu oturum sonunda söz alarak, Diyanet İşleri Din İşleri Yüksek Kurulunun yapay etin helal ve hara olduğu ile ilgili bir fetvasının olmamasının yanlış değerlendirilmemesi gerektiğini ifade ettim. Helal veya haram denilmeyişi konu hakkında doğru bir karara varılamayıp içinde bazı şüpheleri barındırdığındandır diyerek şüpheli şeylerden sakınılması gerektiğini bildiren hadisi aktardım. Hadis-i Şerifte: “Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisi arasında, birçok kimsenin bilmediği şüpheli hususlar vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelileri işlerse, zamanla harama düşer. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her sultanın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu sâlih olursa, bütün vücut sâlih olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Müslim, Müsâkat, 107, 108. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân, 39; Büyû’, 2; Ebû Dâvûd, Büyû’, 3/3329; Tirmizî, Büyû’, 1/1205; Nesâî, Büyû’, 2; Kudât, 11; İbn-i Mâce, Fiten 14)
Yapay ete helal fetvası verilemediğine göre şüpheli kapsamdadır. Şüpheli şeylerden sakınmamızda emredilmiştir. Ayrıca tek dertleri para kazanmak olan yapay et savunucuları Bill Gates, Elon Musk v.b. kişilerin insanlığın hayrına bir şeyler yapmayacakları, paralarına daha çok para kazandırma hırslarına sahip oldukları düşünüldüğünde şüphenin yeni şüpheleri doğuracağının düşünülmesi durumunda yapay ete şimdilik olumlu yaklaşım gösterilemeyeği kanaatimi ifade ettim. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurul Üyeliği yapmış olan Muhlis Akar kardeşimiz, toplantıdan erken ayrılıp şahsımla görüşemediği için, TSE de Daire Başkanı, Genel Sekreter Yardıcılığı görevlerinde bulunan Doğan Yazar Bey ile haber gönderip yaklaşımımı ve görüşümü takdir ettiğini ve aynı görüşte olduğunu belirtmesi de bizi ziyadesiyle mutlu etmiştir.
Zaman zaman birçok konuda istişare ettiğimiz Gazi kara Pilot Albay Nihat Abayhan kardeşimiz, Uluslararası Helal Kongrede olduğumuzu duyunca ekteki mesajı yazıp gönderdi. Kendisi FUY (Fıtrata Uygun Yaşama) üzerinde çalışmaları olan bir kardeşimizdir. Mesajında: “Helal gıda projesi; Üretimden pazarlamaya, finansmandan satışa, tüm üretim ve tüketim süreçlerini, eğitimden spora ve turizme tüm hizmet sektörünü, İslam'a uygun olarak düzenlemeyi hedeflemektedir. Bundan dolayı; maddi, manevi ve zihni olarak ifsat edilmiş insanlığın, fıtratına dönebilmesi için, kapitalist seküler dünya düzenine karşı, faizsiz, gerçekçi bir sosyo ekonomik model sunmaktadır. Helal gıda projesi; Kur'an ve sünnetin, İslam ahlak ve ekonomisinin, İslam şeriatının, ferdi ve sosyal hayatta yaşamanın ve yaşatmanın ciddi bir adımı ve uygulamasıdır. En büyük tebliğ ve cihattır.” diyerek katkılarını sunmuşlardır. Rabbimiz katkı sunanların her birinden ebeden razı olsun.
Lokman Hekim Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Uluslararası Helal Kongre Programının ana salon ile birlikte 1.2. salonlarda da çok verimli sunumlar gerçekleştirildi. İkinci gün 1 Bir nolu salonda; 2. ve 3. Oturumlarda Sözlü Değerlendirme için Jüri olarak görevlendirildik. Dolu dolu çok özel ve güzel geçen Kongreden azami derecede faydalandık. Düzenlenmesinde çok büyük emeği olan Lokman Hekim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Gültekin Hoca’mızın şahsında bütün emeği geçenlere kalb-i şükranlarımı sunarım.
Rabbimiz, haramlardan uzak durarak helaller dairesinde hayat yaşayan Mü’minlerden olmamızı her birimize lütfeylesin. Sıhhat ve âfiyetler dilerim.
omerlutfiersoz@gmail.com
DİYANET, "DEZENFORMASYONLA MÜCADELE MERKEZİ" KURMALIDIR
Gündemden hiç düşmeyen bir konu emeklilerin durumu…
Hele hele Temmuz ve Ocak ayları gelince emekliler konusu zirve yapıyor. Bu aylarda maaşlara yapılacak zamlar açıklanacağı için emekliler büyük bir umutla bekliyor.
Aynı umudu çalışanlar da bekliyor tabi ama son yıllarda emeklilerin geliri diğer kesimlere nazaran çok gerilerde kaldığı için, emekli kesim gündemde daha çok yer alıyor.
Bundan 7 - 8 yıl önce bir emekli çalıştığı maaşın %70 ini alıyordu. Geldiğimiz noktada emekli çalıştığı maaşın %45 ini alıyor. Mesela çalışırken 50 bin TL alan bir memur, emekli olduğu an maaşı birdenbire 22 bin TL. ye düşüveriyor. 7 - 8 yıl önce aynı memurun aynı maaşını aldığını düşünürsek emekli olduğunda 35 bin TL. alıyordu. Görülüyor ki geçen yıllar sürekli emekli aleyhine işlemiş. Her geçen yıl emekli gelirinde düşüş olmuş. Memurlara verilen seyyanen 8 bin TL. emekliye verilmeyince, emeklilerle çalışanlar arasındaki makas iyice açılmış oldu.
Bir de en düşük emekli maaşı konusu var. O tamamen facia. 12.500 TL. olan en düşük emekli maaşı 14.460 TL. ye çıkarıldı. Yapılan artış 2 bin TL. nin altında. Bırakın insanca yaşamayı bu rakam emeklinin ev kirasını bile karşılamıyor.
Yapılması gereken, en düşük emekli maaşının asgari ücret düzeyine çıkarılmasıdır. Zaten asgari ücret, en düşük ücret değil midir? En düşük ücreti 22 bin TL. olarak belirliyorsun ama emeklinin maaşını, ödenmesi gereken en düşük ücretin bile altında tutuyorsun.
Yeri gelmişken onu da yazalım. Asgari ücret yeterli midir? Asla yeterli değildir. Asgari ücretle çalışan devlet çalışanı yok denecek kadar az olsa da, asgari ücret özel sektörde çalışanların ücreti olsa da yeterli değildir ama devlet hakem rolüyle bunu belirlerken işvereni de düşünerek belirliyor. Asgari ücretin 22 bin TL. olduğu bir ülkede emekliye 14.460 TL. verirseniz burada hakkaniyetten bahsedemezsiniz.
Devlet her vatandaşına adaletli davranmak zorundadır. Çalışana 8 bin TL. seyyanen zam yaparken, emekliye hiç vermemek büyük adaletsizliktir. Devletin imkânları her kesime eşit ve dengeli dağıtılması gerekir. Var olan imkân eşit dağıtılır, yoklukta da her kesim aynı oranda etkilenmesi gerekir. Bir gruba var, diğer gruba yok olmaz, olmamalıdır. Babanın evlatlarına eşit ve dengeli davrandığı gibi devlet de vatandaşına eşit ve dengeli davranmalıdır. Aksi halde adaletten bahsedemezsiniz.
Bir emekli “Yıl 2005... 970.00 Tl. emekli aylığı bağlandı şahsıma. Yine aynı yıl asgari ücret 350.00 Tl. idi. Maaşım asgari ücretin 2.7 katıydı. Şimdi ise asgari ücretin biraz üzerinde bir maaşım var. Halbuki 2.7 kat fazlalığa göre maaşım 59.400 Tl. olması lazım” dedikten sonra şu espriyi patlatıyor. “Şükürler olsun ki 2005 yılında emekli olduğumda asgari ücretten 2,7 kat fazla olan maaşım, şu an asgari ücretin biraz üzerine denk gelmeye başladı. Böyle gittiği takdirde birkaç yıl içinde, asgari ücret maaşıma tur bindirecek inşallah. Ayrıca, 31 yıl 3 ay prim ödemesi karşılığında belirlenmiş olan maaşım, pancar dairesine bir kere pancar, TMO'ya 2 kere haşhaş kozalağı teslim edip oradan emekli olmuş olan en düşük emekli maaşı ile de eşitlenmiş olacak. Maaşlarda "Eşitlik ve adaleti sağlamak" bu olsa gerek. Harika.”
Bir Bağkur emeklisi de konuya basamak farkından yaklaşmış ve şu mesajı göndermiş: “Hocam biz Bağkur emeklileri de memur emeklileri gibi mağdur durumdayız. Misal ben: 31 yıl 10386 gün ve 16. basamaktan emekli oldum aldığım rakam 14.000 TL. Bağkur 6. basamak iken basamak farkını ödeyerek son basamağa çıktım basamak sayısı 12 oldu yarıya düştüm. 12. basamağa kadar farkları ödeyerek çıktım bu hükümet döneminde 24 oldu. 12. basamak asgari ücrete endekslendi biz kendimizi en üst basamakta zannederken alta düştük. Yine hakkımız ölmesin dedik 17 ye çıktık bir geriden 16. basamaktan emekli oldum döndüm bir baktım benden on yıl önce 7. basamak tan emekli olanlar ile aynı maaş. Her gün üzülüyorum. Zira kandırılmış hissediyorum. Emekli olduğumda nominal değerle ödediğim primle şehir için de normal bir daire alabilirdim. Bu haksızlığa sebep olanları Allah'a havale ediyorum. İnşallah mahşerde hesaplaşırız. Yine de susmak zorunda kalıyoruz. Sağlıcakla kalın.”
Emekliler zor durumda, emekliler sıkıntılı. Emeklilerin bu feryatları duyulmalı. Emeklilerin problemlerini çözmek, sıkıntılarını gidermek gerekir. Dünya mazlumlarının ve mağdurlarının yanında olan Cumhurbaşkanımızın zor durumda olan emeklilerin durumlarını da iyileştireceğine olan inancımızı kaybetmiyoruz.
Emeklilerimize de zor dönemden geçmekte olan ülkemiz şartlarını göz önünde bulundurarak biraz daha sabretmelerini öneriyoruz. Ülke ekonomisinin bu yıl sonuna kadar tamamen düzeleceğini söyleyen Cumhurbaşkanımız, mutlaka bu konuya da el atmalı ve emeklilerin geçen yıllardaki gelir düzeyindeki düşüşleri giderilmelidir.
Ayrıca maaşlara zam gelmeden sattığı ürünlerin fiyatlarını değiştiren bazı esnafların da mutlaka engellenmesi gerekir. Bu da devletin görevidir. Kontroller yapılarak fahiş fiyatın önüne geçilmeli ve hiçbir neden yokken ürün fiyatlarını arttıranlara çok ağır cezalar verilmeli tekrarı halinde de o işyeri kapatılmalıdır.
Erbakan Hocamızın her konudaki düşüncelerini ve projelerini bir bir gerçekleştiren Cumhurbaşkanımızdan, Hocamızın Başbakanlığı döneminde bir yıl içinde çalışanlara %100, emeklilere %130 oranında yaptığı maaş zammı ile ekonomide bayram havası oluşturduğunu, buna rağmen açık vermeden denk bütçe yaptığını hatırlatarak benzer bir uygulamayı bekliyoruz. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.
NAMAZ VAKİTLERİ
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi