Bu yol, Karadeniz’in uzak bir köyünde. Çoğu zaman sisin çöktüğü, ağaç ve çimlerine çiğler düşen uzak ve yalnız bir köyün yolu. Orada küçük sürüler, üç beş koyun, bir kaç sığır dolaşıyor. Başlarında küçük ve kara yağız çocuklar yahut yaşlı nineler. Hayat akıp gidiyor bu asfaltsız, çoğu zaman çamurla kaplı dar patikalarda. Orada da çocuklar var; utangaç, mahcup. Bir fotoğraf makinesi görünce başını yere eğen, nereye kaçacağını bilemeyen masum ve güzel çocuklar. Lâkin şimdi bizim yolumuza çıkan bu yavrucak Bitlis’in bir Köyü’nden. Arklarından ince sular akan, aşağıdaki deresi kış günleri köpürüp çağlayan bir köyün çocuğu...
Küçük sürüyü Özbekistan’ın Kızılkum çölünde, ıssız bir yolun kenarında görmüştüm. Belli belirsiz buraya gelmişler işte. Birilerinden korkup kaçıyorlar sanki.
İlerde bir su göleti vardı ve hava epeyce sıcaktı Kızılkum’da. Ağaçsız, uçsuz bucaksız bir çöl ki Buhara ile Hive arasında uzanıp gidiyor. İçine düşen ya susuzluktan yahut açlıktan telef olurmuş eskiden. Belki şimdi de öyledir. Biraz daha ilerleyebilirseniz Amu Derya Ceyhun’a ulaşır, gün ışığında onlarca kola ayrılıp hiç durmadan akan bu mübarek nehrin şarkısını duyarsınız. Çöle hayat katan bereket ırmağı bu. Ta ötesindeki Sir Derya yani Seyhun ile arasındaki cana can katan topraklara Mâverâunnehr denilmekte. Âh ecdâdımızın eski şehirleri, sürüler peşinde otlaklar aradıkları mübarek topraklar. Amuderya Ceyhun ile bizim Ceyhan’ın, Sir Derya Seyhun ile bizim Fırat’ın, Aras’ın, Dicle’nin ne farkı var? Aynı kaynaktan, aynı gözeden çıkmadılar mı?..
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım :
Genç Online Türkiye'nin En iyi 1
oyunlar1 sitesi