Sakarya İline bağlı tarihî bir kent olan Taraklı, içinde yer alan cumbalı, kafesli, nefis kapı tokmaklı evleri, bir Mimar Sinan eseri olan 500 yıllık Yunus Paşa Camii, çeşme ve çarşılarıyla tanınmakta, son yıllar içinde yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisiyle ziyaret edilmektedir. Merhum ve mağfur Evliya Çelebimizin buyurduğu gibi, “Bağları, tahta kaşık ve taraklarıyla hem meşhur hem de mamur bir Osmanlı köyü…”
Tarihî dokusunun korunmaya çalışıldığı bu şirin kasabayı biz de üç-beş kez ziyaret etmiş, daha ilerisinde yer alan Göynük ve Mudurnu’ya giderek yörenin tamamını görmeye çalışmıştık. Gerçekten yurdumuzun şiir gibi güzel yerleri üzerine kurulu bu Osmanlı şehirlerinde nice hatıralar, nice acılı ve sevinçli günler yaşanmıştır.
Atalarımızın, büyük devletlerini kurarken ilk fethettiği yerler arasında yer alan Taraklı’daki aziz hatıralardan biri de, muhtemelen fetihten hemen sonra dikilmiş Osmanlı çınarıdır. Tarihî Hüseyin Ağa Çeşmesi kenarında ve 700 yaşındadır. Onu bulup gölgesine sığındığımızda kendimizi bahtiyar hissettik. 11 metreyi aşan çevre genişliğine sahipti. Başını göklere uzatmış bir yiğit cengâver gibi yöreyi bekliyor, muhakkak ki günün her saatinde tohumunu toprağa salan aziz kahramanlar için dua ediyordu.
Önüne konulmuş tanıtım levhasında yedi asırlık bir ağaç olduğu belirtildikten sonra, “Osmanlı geleneğinde fethedilen yerlere çınar ağacı dikilirdi. Bu ağacın da 1293-1294 yıllarında Taraklı fethedildiğinde dikilen ağaç olduğu tahmin edilmektedir,” yazılıydı.
Yanımda kızım, damadım ve iki sevgili torunum var. Onlar da bu devi hayranlıkla seyrediyor, dört bir yanına geçip fotoğraf çekiyorlar. Ayşe Nihal kovuğuna girip kayboluyor… Birlikte poz verip bu güzel anların hatırasını saklamak istiyoruz.
Osmanlı çınarı muhakkak ki yanında şırıldayıp duran çeşmenin sularını içip durmakta, kim bilir kaç metre derine uzanan kökleriyle sanki bütün dünyayı kucaklamakta… Kalın gövdeleriyle başı gökyüzünde ve hep maveraya seslenmekte… “Ey zâir! Gölgemi âleme sebil ettiğimi ve her daim yüce Mevlâ’yı tesbih ettiğimi bil. O’dur sayısız yapraklarımın, dal ve köklerimin ve elbette bütün kâinatın sahibi. Muhteşem eserlerini görüp de ibret alamayan canlara pek yazık! Ardında bir eser bırakmayıp öyle çaresiz gidenlere pek yazık… Siz de atalarınız gibi yeryüzüne bereketli tohumlar serpip, adınızı unutulmazlar arasına yazdırmaz mısınız? Kâinatın Efendisinin, “Yarın Kıyametin kopacağını bilseniz dahi dikmekte olduğunuz fidanı dikmekten vazgeçmeyiniz…” sözünü duymadınız mı? Hadi yolunuz açık, bahtınız kutlu olsun…” demekte… Biz de bin bir selâmla yanından ayrılıp, “Senin de ömrün uzun, bahtın kutlu olsun ey yüce çınar…” diyoruz.