3. CİLT’ten Notlar
* Âyet-i kerîmede “İkişer, üçer, dörder nikâhlayın” [Nisâ, 4/3] beyanına dayanarak dokuz hanımla evlenmeyi mübah gören kimseler de vardır; çünkü iki, üç, dört sayıları toplanınca dokuz eder. Bize göre ayetten bu hükmün çıkarılması mümkün değildir. Çünkü Allah Teâlâ’nın “mesnâ, sülâse ve rubâ” beyanının manası iki, yahut üç, yahut dört şeklindedir. Zira âyetin devamında “Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadınla yetinin” [Nisâ, 4/3] mealindeki beyan yer almaktadır. Ayette kişinin, eşleri arasında adaleti icra edememekten korkması durumunda tek kadınla yetinme vurgusu vardır. (s. 18-19)
* Koca yahut kadın, eşinin dininde değil ve onun dinî kimliğini taşımıyorsa aralarında miras paylaşması gerçekleşmez. (s. 61)
* Malın üçte birinden fazlası vasiyet edilemez, varislerden birine vasiyet edilemez. Kişi, varislere zarar getirmek üzere borçlu olmadığı bir şeyi, kendi borcu gibi gösteremez. (s. 73)
* Mut’a nikahı [Geçici bir süre için yapılan evlilik akdi] haramdır. (s. 135)
* Temenni ve özenme kıskançlıktan daha ürkütücüdür, çünkü kıskançlık nimetin ötekinden uzaklaştırılmasını, elinden alınmasını istemektir, temenni de ise hem bu anlam vardır, hem de kendisinin o nimet sebebiyle başkasına üstün kılınmasını istemek söz konusudur. (s. 173)
* Lütuf görünüşte nimet, gerçekte ise sınama ve mihnettir. (s. 173)
* Kişi çocuğunu kendisine ve diğer akrabasına tercih eder ama çocuk böyle değildir, babasını kendisine tercih etmez. Bunun içindir ki Allah Teâlâ ana-baba ve akraba hakkında vasiyeti zikretmiştir, ta ki yapılan iyilik onlara da ulaşsın. (s. 175)
* Savaşa katıldığı takdirde, kişiye, karşı safta savaşan babasını öldürmek yakışmaz; ancak babanın oğlunu buna mecbur bırakması durumu müstesnadır. (s. 196)
* Ana-babadan birisi ölürse, evlat onun defnini üstlenir, bu durum ana-babaya örfe uygun tarzda güzel bir şekilde sahip çıkma örneklerindendir. Rivâyet edildiğine göre, Ebû Tâlib vefat edince Resûlullah (s.a.) Hz. Ali’ye: “Git de onu defnet” buyurmuştur. (s. 196)
* Cimri adamın âdeti budur: Hem cimri olur, hem de başkalarına cimriliği emreder. (s. 206)
* Resûlullah’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Allah’ın nimet verdiği kimsenin üzerinde o nimet görülmelidir.” Burada yer alan “o nimet görülmelidir” ifadesiyle, kendisine harcama yapması ve kendisini giydirmesi kastedilmiş olmalıdır. En doğrusunu Allah bilir ya, Hz. Peygamber’in bununla başkalarına harcamada bulunma ve sadaka vermeyi kastetmiş olması da mümkündür. Buna göre harcamayı terk ettikleri takdirde Allah’ın kendilerine mal verdiği kimseler bu malları gizlemiş olurlar, çünkü çok malı olan kimse kendisine harcama yapmayı terk etmez. Bir görüşe göre “Cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye edenler” [Nisâ, 4/37] mealindeki ilahî beyan Kâb b. Eşref hakkında inmiştir. O, Hz. Peygamber’in güzel sıfatlarını ve özelliklerini gizlemiş ve diğer Yahudi reislerine de bu sıfatları gizlemeleri için yazı yazmıştır. (s. 206)
* Kâb b. Eşref Yahudi şair ve bilginlerinden biri olup, azılı bir İslâm düşmanı olarak temayüz etmişti. Bu alçak karekterli adam, Efendimizin işaretiyle, şerefli bir sahabîmiz tarafından katledilmek suretiyle cehenneme gönderilmiştir.
* “Elem tere” [görmedin mi?] kelimesi, kişiye ulaşan bir durumdan dolayı hayret ifadesi olup hatırlatma konumunda kullanılır. Yahut bilgi ulaşmamışsa bu ifade bildirme yerinde kullanılır. (s. 223)
* “Ey Ehl-i Kitap! Sizdekini doğrulamak üzere indirdiğimiz bu kitaba iman edin” [Nisâ, 4/47] ayet-i kerîmesi Mecûsîlerin kitap ehlinden yahut kendilerine kitap verilenlerden olmadıklarını göstermektedir. Çünkü Allah Teâlâ, “Sizdekini doğrulamak üzere indirdiğimiz kitaba iman edin.” buyurmuştur. Mecûsîlerin, kitabı yoktur ki Hz. Muhammed’e indirilen kitap [Kur’an-ı Kerim], onların beraberindeki kitabı tasdik edici olsun. (s. 227)
* Yüce Allah tövbe edilmediği takdirde şirki bağışlamaz, onun dışındaki günahları tevbe etmese de dilediği kimse için bağışlar. (s. 231)
* Kişinin kendisini temize çıkarması, yerilen bir davranıştır. Çünkü tezkiye bütün ayıplardan ve günahlardan kendini temize çıkarmaktadır. Oysa hiçbir kimse kusurlardan ve günahlardan kurtulamaz, hiçbir yaratık buna hak kazanamaz. “Kendinizi temize çıkarmayın” [en-Necm, 35/32] beyanının anlamı budur, zira kendini temize çıkarmak büyüklük taslamaktır. Bu ise kişinin kendini tanımamasından kaynaklanır, çünkü başkasını kendi şeklinde ve kendisi gibi görmez, dolayısıyla ona karşı kendini büyük görür. Şayet başkasının da kendine benzer ve kendisi gibi olduğunu bilse hiçbir kimseye karşı kibirlenmez, kendini de temize çıkarmaz. (s. 233)
* “Ulu’l-emr” [emir sahipleri] terkibinde farklı görüşler ileri sürülmüştür. Denildi ki bunlar devlet emirleri, yani kumandanlardır, fakihler ve âlimlerdir yahut hayır sahipleridir. Ulu’l-emr askeri kıtaların başına getirilenler anlamına gelme ihtimali de vardır. Nasıl olursa olsun, kim olursa olsun, bu beyanda, devlet görevine ancak ilim ve basiret sahibi kimselerin atanacağını gösteren deliller vardır, askeri kumandanlar yahut diğerleri. Çünkü aziz ve celil olan Allah onlara itaati emretmiştir. Bilgi ve basireti olmayan kimseye itaat emredilmez. (s. 257)
* Halka düşen görev devlet yöneticilerinin verdikleri hükümlere itaat etmek, devlet adamlarının görevi de âlimlerin verdikleri fetvaya uymaktır. (s. 258)
* “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin.” [Nisâ, 4/59] Bu ilâhî beyan hakkında üç farklı yorum yapılmıştır. Emrettiği şeylerde Allah’a, tebliğ ettiği şeylerde Resûlullah’a itaat edin. Farz kıldığı şeylerde Allah’a itaat edin, Sünnet kıldığı hususlarda Resûlullah’a itaat edin. İndirdiği ve Kitap’ta beyan ettiği hususlarda Allah’a itaat edin, açıklama yaptığı hususlarda Peygambere itaat edin. Dilde bilindiğine göre itaat, emredilene uymakla oluşur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise emrettiği bütün hususlarda kendisine itaat edilmesi gereken bir kimsedir, evet bu hususta itaat edilmesi lazımdır. Onun emri -kendisine ait olduğu sabit olunca- Allah Teâlâ’nın emridir, ona itaat Allah’a itaattir. Onun beyanıyla hususîlik, umumîlik ve nesih gibi hususlar oluşur; farz, edep gibi bütün hükümler onunla ortaya çıkar. Resûlullah’ın dilinden çıkan beyan, te’vil veya değiştirme Allah Teâlâ’nın sayesinde ondan çıkmıştır. Azîz ve celîl olan Allah ile Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem arasında ayırım şüphe doğurabilir ve ayrılık vehmettirir, Allah Teâlâ kendisine muhalefette bulunacak bir elçi göndermekten pek yücedir. Yardım ve başarı ancak Allah sayesinde mümkündür. (s. 265)
* Kıssada anlatıldığına göre iki kişi arasında anlaşmazlık çıktı, biri münafık diğeri ise Yahudi idi. Münafık: Kâb b. Eşref e gidelim, dedi. Yahudi ise: Muhammed’e gidelim, dedi. Ardından aralarında hükmetmek için Hz. Peygambere gittiler, o da Yahudi’nin lehinde, münâfıkın aleyhine hüküm verdi. Dışarı çıktıklarında münafık kişi Yahudi’ye, Ömer b. Hattâb’a gidelim, davamızı ona götürelim, dedi. Beraber ona gittiler. Yahudi Hz. Ömer’e:”Biz davamızı Muhammed’e götürdük, benim lehime hüküm verdi. Bu ise Muhammed’in hükmüne razı olmuyor, senin hükmüne razı olacağını düşünüyor, aramızda hüküm ver.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) münafığa: “öyle mi?” dedi, o da: “evet” diye cevap verdi. Ömer, az bekleyin, yanınıza çıkacağım “ deyip eve girdi. Kılıcını kuşanıp çıktı ve münafığın boynunu vurdu. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu: “Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu halde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar.” [Nisâ, 4/60] (s. 266)
* Müslümanların bir kâfiri hakem tayin edip, onun önünde muhakeme olmaları caiz değildir. (s. 269)
* Cihad, Müslümanlardan bir kısmının yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden düşen bir farz-ı kifâyedir. (s. 285)
* Allah’tan başka tapınılan her şey tağut’tur. (s. 288)
* İnsanlar dünya menfaati için yaratılmamış, sadece âhiret menfaati için yaratılmışlardır. (s. 295)
* Cenâb-ı Hak Hz. Peygamber’e itaati, Allah’a ibadete intikal ettirmiştir. (s. 303)
* Ayet-i Kerimede “Resûllullah’a itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” [Nisâ, 4/8] buyurulmuştur. Bilindiği gibi itaat eden kimse, ibadet edilen kimse değildir. Bilakis Peygambere itaat sebebiyle Allah’a ibadet edilmiş olur.
* Allah’ın lütfu Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm’dır. Rahmeti de Kur’andır. (s.312)
* Allah Teâlâ selâmı, Müslümanlar arasında bir bayrak, bir şiar ve bir güven yapmıştır, bazısını bazısının şerrinden emin kılmaktadır. Görmez misin ki şüphe ve töhmet sahipleri, anlamını ve açıklamasını bilmedikleri halde selam verip almazlar. (s. 321)
* İlim talep etmek için yola çıkmak farz-ı kifâyedir. Bazıları bu işi gördüğü takdirde diğerlerinden mesuliyet kalkar. Cihad farzı da bunun gibidir. (s. 374)
(Devam edecek)