Bugün; 29 Mart 2024, Cuma
Ahmet EFE
Metni küçült
Ahmet EFE
Cümle Kapısı
TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’AN’ ın Türkçeye Tercümesi’nden NOTLAR -6-
Tarih : 2023.01.02  12:55:19

       4. CİLT’ten Notlar

* Namazın başlangıçta iki rekat olduğu, bilahare hazarda artırıldığı, seferde ise aynen korunduğu hususu Hz. Aişe’den (r.a.) merfû olarak rivâyet edilmiştir. [Bk. Buhârî, “Salât”, 1; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 1-3] (s. 15)

* Rivâyet edildiğine göre bir adam Hz. Ömer’e (r.a.) “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin sizi gafil avlamalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.” [en-Nisâ, 4/101] mealindeki âyeti sormuş ve bugün insanlar emniyettedir, demiş; Hz. Ömer radiyallahu anh da şu cevabı vermişti: Senin hayret ettiğin gibi ben de buna şaşırmış ve Resûlullah’a (s.a.) sormuştum. O şöyle cevap vermişti: “O bir sadakadır, Allah onu size lütfetmiştir, binenaleyh O’nun sadakasını kabul ediniz.” (s. 16)

* İctihada dayanan bütün meselelerde tutulacak yol şudur; her biriyle amel etmemiz, fakat Allah şunu murad etmiştir diye kesin hüküm vermememiz. (s.27)

* Peygamber’in içtihadı nas gibidir, çünkü Allah Teâlâ hakkı gösterdiğini haber vermektedir, dolayısıyla Allah’ın ona doğrudan başka bir şeyi göstermesi mümkün değildir. Diğer müçtehitlere gelince, onların İsabet etme ihtimali olduğu gibi hata etmesi de imkân dâhilindedir, çünkü Şeytanın ona hatayı doğru diye gösterebileceği inkâr edilemez, gayet tabii bu da hata olur. Binâenaleyh mese­lenin gerçek mahiyeti ortaya çıkmadıkça onun doğru olduğunu kabul etmek İsabetli değildir. Buna mukabil Resûlullah’ın bütün içtihatları doğrudur, zira her türlü kusurdan münezzeh ve yüce olan Allah, ona doğruyu göstermektedir, bu itibarla onun içtihatlarının doğruluğuna şahitlik edilir. (s. 33)

* Cahiliye Arapları, meleklerin Allah’ın gökteki kızları olduğunu iddia ediyor ve onlara tapıyorlardı. Onlar kendi anlayışlarına göre dişi putlara ibadet ediyorlardı… Lât, Menât ve Uzza putlarının adları dişi isimler olduğu için “inâs” diye isimlendirilmiştir. (s. 47)

* Yüce Allah amelin fayda vermesi için imanı şart koşmuştur. Buna göre iman olmadan yapılan iyi işlerin fayda vermesi söz konusu değildir. (s. 55)

* Denildi ki “millet” din anlamına gelir, yine denildi ki Sünnet mânasına gelir; sanki Sünnet anlamına gelmesi daha münasiptir, çünkü bütün peygamberlerin dinleri aynıdır, Hz. İbrahim’in dini diğer peygamberlerin dininden farklı değildir; sünnetler ile şeriatlara gelince onların farklı olması mümkündür. Bilmez misin ki bazı hadislerde “Resûlullah’ın milleti”, bazılarında da “Resûlullah’ın Sünnet’i” tamlaması kullanılmakta­dır. Burada Hz. Peygamber “sünnet” kelimesini “millet” lafzının tefsiri olarak kullanmıştır. (s. 56)

* İbrahim aleyhisselâm başkalarına hep verdiği, ama kendisi kimseden bir şey almadığı, misafiri sevdiği ve uzun süre geçse dahi tek başına sofraya oturmadı­ğı için Cenâb-ı Hak onu dost edinmiştir. (s. 57)

* İbnu’l-Münzir, İbn Ebzâ’dan şöyle rivâyet etmiştir: İbrahim aleyhisselâm evine girmişti, arkasından ölüm meleği genç bir adam suretinde ona geldi, İbrahim onu tanımıyordu. İbrahim (s.a.): “Kimin izniyle içeri girdin?” diye sordu, melek de, “Evin sahibinin izniyle” diye karşılık verdi. O zaman İbrahim kendisini tanıdı. Bunun üzerine ölüm meleği şöyle dedi: “Rabbin, kullarından birini dost edindi.” İbrahim: “O kimdir?” diye sordu. Melek: “Ne yapa­caksın?” dedi. İbrahim: “Ölünceye kadar onun hizmetçisi olacağım.” cevabını verdi. Melek: “O, sensin.” dedi. İbrahim: “Beni ne sebeple dost edindi?” diye sordu. Melek: “Çünkü sen vermeyi seversin ama kimseden bir şey almazsın.” şeklinde cevap verdi. (Dipnot: s. 57)

* Allah, kullarını imtihan etmektedir. Peygamberleri de kendilerine gönderilen ve imtihan edilen kişilerin ihtiyaçları ve yine kendilerine dönecek olan faydaları için göndermiştir. Bu, Allah’tan gelen bir hediye gibidir, onu kabul etmeyen kendisine zarar verir ve kendi hakkını baltalamış olur. (s. 61)

* Adalet, Allah’ın yeryüzündeki terazisidir. (s. 77)

* “Ey iman edenler! Allah’a ve peygamberine, iman edin.” [Nisâ, 4/136]  Bu beyanın çeşitli mânalara gelme ihtimali var­dır: Ey geçmişin herhangi bir zaman diliminde iman edenler, şimdi, şu anda da iman edin. “Ey iman edenler! İman edin” mealindeki cümlenin, imanınızda sebat edin anlamına gelmesi de muhtemeldir. Bunun, Ey dilleriyle iman edenler, kalplerinizle de iman edin, mânasına gelmesi de mümkündür. Nitekim Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur: “Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla ‘iman ettik’ diyenler[Mâide, 5/41]. Âyet-i kerîme, Ey dehşeti ve azabı gördüklerinde iman edenler, hakikatte de iman edin, mânasına da gelebilir. Nitekim Cenâb-ı Hak “Dehşetli cezamızı gördüklerinde, ‘Allah’ın birliğine inandık’ derler” [Mümin, 40/84] demiştir. Söz konusu ilâhî beyana başka bir açıdan bakıldığında şöyle bir mânaya gelmesi de mümkündür: Ey peygamberlerin bazısına iman edenler, müminler gibi siz de bütün peygamberlere iman edin, şu ilâhî beyanda yer aldığı gibi: “Müminler ‘Onlar arasında ayırım yapmayız’ derler.” [Bakara, 2/236] Yüce Allah’ın “Bir kısmına inanırız ama bir kısmına inanmayız.” [Nisâ, 4/150] mealindeki âyette buyurduğu gibi, onlar peygamberlerin bir kısmına inanıyor, ama bazı­sına inanmıyordu. Bu âyet-i kerîmenin şu anlama gelmesi de muhtemeldir: Ey henüz peygamber olarak gönderilmeden önce Muhammed aleyhisselâm’a iman edenler, peygamber olarak gönderildikten sonra da ona iman edin! Çünkü Câhiliye Arapları bi’setten önce kendisine (dürüstlüğü ve faziletine) inanıyorlardı, fakat peygamber olduktan sonra inanmayı terk ettiler; tıpkı şu İlâhî beyanda yer aldığı gibi: “Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (Kur’ân) kendilerine gelince onu inkâr ettiler.” (s. 78)

* Cenâb-ı Hak’kın âyetlerinden birini inkâr eden kimse Allah’ı, kitaplarını ve bütün peygamberlerini de inkâr etmiş sayılır. (s. 79)

* Bir kötülükle karşı karşıya gelen kişiye düşen görev, şayet onu değiştirmeye güç yetiriyorsa değiştirmesi, yani onu hoş görmeyip engellemesi, değilse onlardan [o kötülük yapan kimselerin yanından] ayrılmasıdır. Aksi takdirde onlarla aynı akıbete uğramasından korkulur. (s. 84)

* İbn Abbâs’tan (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: Allah Teâlâ sırat köprüsü üzerinde müminlere bir nûr vereceği gibi münafıklara da vere­cektir. Sonra insanlar sıratı geçerken, münafıkların nuru sönecek, müminlerin nuru kalarak devam edeceklerdir. Münafıklar müminlere seslenerek onlara, “Bizi bekleyin de yetişip nurunuzdan bir parça alalım” ve “onunla sıratı geçelim” diye seslenecekler, melekler de onlara “Geriye dönün de başka bir nur arayın!” diyecekler. O zaman sıratı geçmelerinin mümkün olmadığı­nı anlayacaklar. İşte “Allah onların oyunlarını kendi başlarına çevirecektir.” [Nisâ, 4/142] mealindeki cümlenin mânası budur. Hasan-ı Basrî de böyle söyledi ve şunu ekledi: İşte Allah’ın, onların oyunlarına verdiği karşılık budur. Başkaları ise şöyle demiştir: Onlara cennet kapılarından biri açılır, bunu gördüklerinde hemen kapıya doğru yönelirler, ama tam kapıya yaklaştıklarında kapı yüzlerine kapatılır… Söz konusu lafzın şu anlama gelme ihtimali de vardır: Münafıklar bu dünyada, onun menfaatlerinde ve dünya üzerinde istedikleri gibi dolaşıp ya­rarlanmakta müminlerle beraber oldular, bundan dolayı âhiret imkânlarından yararlanmakta da beraber olacaklarını zannediyorlardı. Ne var ki bunlar ken­dilerine haram kılınmıştır. (s 89-90)

* Affetmek ve karşılık vermemek, Allah katında, intikam olmaktan daha hayırlıdır. (s. 102)

* Tevrat Hz. Musa’ya (a.s.) parçalar halinde değil, bir defada indirilmiştir. (s. 105)

* Faiz Muhammed ümmetine haram kılındığı gibi diğer bütün ümmetlere de haram kılınmıştır. (s. 116)

* “Ruh” kelimesinden “Cebrail aleyhisselam” anlaşıldığı gibi “Kur’an”, “ölüleri dirilten şey”, “Allah’tan bir elçi”, “Allah’tan bir emir”gibi şeyler de anlaşılır. (s. 129)

* Ehl-i kitabın kestiğini yemeğe cevaz verilmiştir. (s. 153)

* Kitabî hür kadınlarla evlenmek helâldir. Âlimler bu konuda görüş birliği içindedir, fakat bu nikah mekruh görülmüştür. (s. 168)

* Her namaz için abdest almayı ifade eden rivâyetler, bize göre kesin emir değil müstehap ve daha faziletli konumundadır. Görmez misin ki Resûlullah’ın (s.a.) Mekke’nin fethi gününde bütün namazları tek abdestle kıldığı ve “Ben onu kasten yaptım”  [yani tek abdestle birkaç namazı kılmanın caiz olduğunu göstermek için] dediği rivâyet edilmiştir. (s. 173)

* Bu uzuvları [Abdest azalarını] yıkamaya yönelik ilâhî emrin hikmeti, insanlara iç yüzleri­ni arındırmalarını hatırlatmasıdır. En doğrusunu Allah bilir ya, bu dış or­ganlarını yıkamanın emredilmesinde iki amaç vardır: Birincisi şükürdür; el alabildiği ve tutabildiği için, ayak yürüyebildiği ve insanı hedefine götürdüğü için. Yüz ise Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği nimetlerin büyüklüğünü anlamaya va­sıta olan, ayrıca zevk ve lezzet duygularını hissettiren göz, ağız ve benzeri duyu organlarını topladığı için. (İkincisi,) bu duygu vasıtalarıyla işlediği günahları sildirmek için; çünkü günahların büyük çoğunluğu bu organlarla işlenmekte, suç işlemeye o ayaklarla gidilmekte ve o ellerle suç işlenmektedir. (s. 176)

* Adalet takvânın ta kendisidir. (s. 182)

* Namaz ve zekat geçmiş ümmetlere de farz kılınmıştır. (s. 186)

* İnsan hakları konusuna gelince, bunun tövbe ile bağışlanması mümkün değildir, her hak sahibinin hakkını alması gerekir. (s. 219)

* Tevrat’ta zina hakkındaki ilahi hüküm recimdi. (s. 236)

* Bir şeriatın başka bir şeriatla nesh edilmesi, hikmetin dışına çıkan bir şey olmayıp, nesih örfünün gereğidir; çünkü nesih, hükmün sona erme vaktinin beyan edilmesidir Yahudilerin anladığı gibi sonradan aklına gelme ve kararından dönme [beda] anlamına  gelmez. (s. 252)

* Allahu Teâlâ, ilahi mesajları insanlara tebliği etmeyi can korkusu yüzünden olsa bile terk etmesi halinde Peygamberini (s.a.) mazur saymamaktadır. O, kalbi imanla dolu olduğu halde küfre zorlanan ve canından korktuğu için küfrü kabul ettiğini söylemesi mübah görülen kimse gibi değildir. Yüce Allah Peygamberine (s.a.), can korkusu taşısa bile ilahî mesajın tebliğini terk etmesini mübah görmemiştir. (s. 281)

* Fısk kelimesinin aslı, istikametten çıkmak ve zarar vermektir. Bundan dolayı asi kimseye de fâsık denilmiştir. (Dipnot: s. 340)

* Bir de bazı rivâyetlerde -eğer sahihse- zikredilen şeyler vardır: Îsâ okul çağına geldiğinde öğretmen kendisine; “Bismi” der, İsâ: “Bismillah” der; yine öğretmen: “Bismillah” deyince İsâ: “er-Rahmân” der; Öğretmen: “er-Rahman” deyince Îsâ: “er-Rahîm” der. Bunun üzerine öğretmen şöyle der: Benden daha bilgili olana nasıl öğretmenlik yapayım? (s. 373)


Bu makale toplam 169 defa okunmuştur
Makaleyi Paylaş :
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tüm Yazıları

YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi