OZAN GÖZÜYLE
OZAN SÖZÜYLE
Sevgili dostlar, edebiyatımızda ve sosyal hayatımızda noktanın, virgülün, noktalı virgülün, üst üste iki noktanın cümleleri nasıl şekillendirdiğini, anlam yönünden nasıl değiştirdiğini biliriz.
Ama ayrıca yine edebiyatımızda ve hayatımızda her el kol hareketlerimizin, göz kaş işaretlerimizin, yüz mimiklerimizin çok manalar ifade ettiğini biliriz. İşte bunlar gibi her harfin ve noktalama işaretlerinin de hayatımızda şekil ve duruş itibariyle ayrı ayrı anlamları ve ifadeleri vardır.
Mesela, elif(Allah),mim(Muhammed),cim(Cebrail) gibi.. Ayrıca Namazdaki kıyam duruşu yine Arapça harflerle elif’i, rukuya varış dal harfini, secdeye kapanma ise mim harfini temsil eder diye düşünülerek böylece “ÂDEM” veya “ADAM” yazıldığı anlamları yüklenmiş.
Ya başka bir şairimiz “Kalem kelâmın dik duran halidir diyerek kelâmı şekillendirmiştir.
Tabi ki buraya bir nokta koy, bu noktadan başlayalım, işte her şey bu noktadan sonra başladı, araya bir virgül at diyerek konuştuklarınız çok olmuştur. Sanki konuştuklarımızı o anda yazıyormuşuz gibi noktalama işaretlerini de koyarız dostlar.
Sevgili okuyucularım, dedik ya her noktalama işaretinin ayrı ayrı ifadeleri var ama üç noktanın hikâyesi ve anlatmak istedikleri çok ama çok fazla
Ben yazımın sonunda sizlere takdim edeceğim şiirimde aklıma geleni sizlere soruyor gibi sordum ve yazdım ama o kadar dörtlüğe sığmayacağını bile bile.
Sizlerinde kafasında kaç üç noktalar vardır ve bu zamana kadar da yazdığınız yazılara veya konuşmalarınızın sonuna koymuşsunuzdur ve koymaya da devam edeceksiniz.
“Mektuplarla haberleşildiği, mektupların koklanıp saklandığı devirlerde Anadolu da bir genç askere gidecektir. Evlidir ve askerden mektup yazacak ama o zamanlar sadece hanıma mektup yazmak hoş karşılanmadığı gibi mektup da ismini zikretmek ve ya bizim hanıma da selam ederim demek bile hoş karşılanmaz.
Onun için hanımına der ki hanım, yazacağım mektuplarda senin adını yazamam, ayrıca sana zaten mektup hiç yazamam. Ben gönderdiğim mektupların en sonuna üç nokta koyacağım işte o üç noktalar senin içindir der.
Gün gelir askere gidilir ve askerden mektuplar gelmeye başlar. Gelen mektup gelir gelmez gelinin eline hiç geçmez. Bir hafta kaynananın elif cüzünün içinde gezer, bir hafta da kayınbabanın emekli cüzdanının içinde dolanır derken bir kenara konursa gelin hanım mektubu alır almaz hemen mektubun en sonuna bakar ve üç noktayı görür.”
Artık o anki duyguyu ancak o gelin bir de yaratan bilir. Bizim bilir gibi yazmamız ne kadar yersiz olduğunu sizler daha iyi bilirsiniz fakat derler ki hikâyenin sonuna doğru delikanlı askerden dönmüş yaşlanmışlar, torun toprak büyümüş, dedesinden çatıdaki bisikletini indirmesini istemiş. Dedesi de torununun bisikletini indirmek için çatıya çıkınca köşede üzeri örtülü bir sandıkçık görmüş ve hemen açmış. Meğerki askerden gönderdiği mektupları anacığı bu sandığın içinde saklamış.
Kucakladığı gibi yaşlı hanımına getirmiş ve göstermiş. ‘Bak hanım bak neler buldum. Askerden sizlere gönderdiğim mektupların hepsi bu sandığın içinde deyince, yaşlı hanımı hemen zarfın birini açıp mektubun hemen arka sayfasını çevirip sonuna bakmış ve üç noktaları göstererek,’ ‘ Ah efendi ah sen o zamanlar ne güzel mektuplar yazardın’
Her kesin üç noktası kendini bağlar ve ancak kendince anlaşılır bizim o noktalara dokunmaya hakkımız yok.
Ben Âşık Ataroğlu, şu kadarını halkın ozanı olarak diyebilirim. Sizleri nice üç noktalarınızla baş başa koyarak…
ÜÇ NOKTA
Üç nokta diyerek başlarken söze
Ağız mı dudak mı dil mi üç nokta
Ayrı ayrı malum olur herkese
Yâren mi gardaş mı el mi üç nokta
İnanç mı kanun mu belki de töre
Belki asır, belki bir çağ, bir süre
Üç nokta muamma kimine göre
Bir hafta, bir ay mı yıl mı üç nokta
Ayrı isimlenir ayrı sanlanır
Kimi hayal eder heyecanlanır
Herkesin gözünde ayrı canlanır
Nergis mi lâle mi gül mü üç nokta
Biri baş, biri son, biri ortası
Bir horoz, bir tavuk, bir yumurtası
Bir rüya, bir hayal, umut oltası
Fincan mı falcı mı fal mı üç nokta
Yazmıdır, kışmıdır, yoksa bahar mı?
Sıladan gurbete esen rüzgâr mı?
Neleri saklarlar, bilenler var mı?
Postamı mektup mu yol mu üç nokta
Deredir, pınardır, suyun gözüdür
Manadır, hikmettir, hakkın sözüdür
Çamın sakızıdır, çiçek özüdür
Kovan mı petek mi bal mı üç nokta
Bazen sevinç doğar çileden yastan
Hakka erişince çokları mestan
Fuzuli bu aşkı eylemiş destan
Leyla mı Mecnun mu çöl mü üç nokta
Belki bir bilmece çözülmez dava
Belki toprak, su, bir nefes hava
Belki de sevgiyle örülen yuva
Ağaç mı yaprak mı dal mı üç nokta
Bir satır sonuna konmuşsa eğer
O zaman noktaya biçilmez değer
Üç küçük noktacık neymiş be meğer
Deryamı deniz mi göl mü üç nokta
Çölde serap olup kandıran mı ki
Zemheri ayında donduran mı ki
Keremi Aslıya yandıran mı ki
Ateş mi ocak mı kül mü üç nokta
Kimisi uzaktan bir şeyler sanır
Kimisi yakına yaklaşır tanır
Kimisi içine atılır yanır
Bilmidir, bulmudur, ol mu üç nokta
Üç nokta koyarken sözün sonuna
O da boyun eğdi aşk kanununa
Ataroğlu’m sazı aldı yanına
Perde mi mızrap mı tel mi üç nokta…