Çocukken her meyve leziz, her gün masalsı, herkes iyi; sonra istisnasız her şey eskiyor ve ilk halinden uzaklaşıyor. Hayatın hayali tarafı gerçeğin kollarında yok oluyor ve zamanın masalsı akışı bozuluyor. Bu ise insandan masumiyetini çekip alıyor. Artık günün bir adı, insanın bir etiketi ve gerçeğin kuralları çıkıyor karşımıza. Bunu örneklendirmek gerekiyor sanırım. Mesela çocukken sabah kalkıyoruz ve oyuncaklarımızla, arkadaşlarımızla günün içindeki yerimizi alıveriyorduk. Oysa şimdi sabah kalktığımızda bugün pazartesi, işe gideceğim, muhasebeci gelecek hesapları gözden geçireceğiz diye kafamızı gerçeğin ağına kaptırıveriyoruz.
İnsan büyüdükçe doğal olarak değişiyor. Fiziği, düşünceleri, duyguları farklılaşıyor. Hayal kurma hakkını kendinde azaltıyor ve kısıtlamalara teslim oluyor. Çocukken ki akşam ezanından önce eve girmeliyim sorumluluğu öyle çeşitleniyor ki artık bir pusulanın esiri oluyor. O pusulayı da maalesef bizim dışımızdaki etkenler belirliyor. Bütün bunların içinde bazı şeyler fazla değişmiyor, mesela girişteki şiirde şairin dediği gibi gözyaşı çocuk kalıyor. Ama birçok insan çocuk tarafını saklayabilmek için ağlamıyor ya da ağladığını göstermiyor. Bu da insan için çok ağır bir yük teşkil ediyor. Ama bazı insanlar gözyaşlarını da içinde kalan çocuk yanlarını da kaybetmiyor ve saklama gereği de duymuyor. Kendisi ile barışık olan insanlar hem daha güçlü hem de hayata karşı daha dirençli oluyorlar.
Ama öyle bir çağda yaşıyoruz ki insanlar bizim çocuk kalmış yanlarımızı acımasız İsrail’in Filistin’de çoluk çocuk demeden bombaladığı gibi bombalayıp harabeye çeviriyorlar. Her şeyin hesaplandığı, her hareketin programlandığı ve hayatın her evresinin planlandığı bu çağda artık hatıralarımızı bile kendi isteğimiz doğrultusunda yaşayamıyoruz. Hemen internetten bakarak hayır o gün o olay değil bu olay olmuştu diye bizi düzeltiveriyorlar. Oysa ben öyle hatırlamak istiyorum ama kimim umurunda!
Yanlış anlaşılmasın, ben bir hayal dünyasında yaşayalım, her şeyi tozpembe görelim arzusunda falan değilim. Ama bu kadar karartmanın da gereği yok diye düşünüyorum. Hayat elbette ciddiyet ister, çalışma ister, disiplin ister. Ancak bütün bunların yanında insanın nefes alabileceği teneffüs zamanlarına da ihtiyacı var, bazen hayal kurmak, bazen eski günleri anmak, bazen eski dostları aramak insan için büyük bir nimettir. Bu özelliğimizi kaybedersek, üstünü örtersek ya da yok sayarsak hayatımızı kendi ellerimizle karartmış oluruz. Hayale, anıya, oyuna ve kendimizle olmaya vakit ayırmalıyız. Okumaya, edebiyata, özellikle de şiire gönlümüzün kapılarını sonuna kadar olmasa da birazcık da olsa aralamalıyız.
İnsanın en büyük öğretmeni, en iyi doktoru, en etkili moralcisi kendisidir. Unutmamalıdır ki yaratılmışların içerisinde insana kendisinden daha yakın kimse yoktur. İnsan vazgeçerek yaşamamalı, insan bazı şeyleri ertelememeli, insan içindeki çocuğa kulak vermeli. Sorumluluklar güzeldir ama bir sorumluluğumuzun da kendimiz olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Bu bir bencillik sınırını aşmaya da götürmesin bizi. İtidal ve kıvam her zaman lazım olan şeydir bize.
Bu konuda kendimden bir örnekle yazımı bitireyim inşallah. İnsanları ve hayatı çok seviyorum. Zamanın akışını acımasız bulsam da hayatın bütün evrelerini de çok seviyorum. Her ne kadar bugünde yaşıyor olsan da dünle olan bağımı da asla koparmam. Bunu ben düşünce dünyamda hem de şiirlerimde diri tutmaya çalışırım. İşte aşağıdaki şiirde buna bir delil olsun. Sevgiyle kalın.
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım :
Genç Online Türkiye'nin En iyi 1
oyunlar1 sitesi