18.yy ile 20. Yy.arası Batı’nın Aydınlanma Çağı diye pazarlanır. İngiltere’de Bacon, Hobbes, Locke; Almanya’da Spinoza, Leibniz;Fransa’da Descartes bu pazarın öne çıkan düşünürleridir. En belirgin özellikleri din ile aralarına belirli bir mesafe koymuş olmakla beraber, toplum veya mahalle baskısı nedeniyle zaman zaman dini de kullanıyor olmalarıdır. Dünyayı çok sevdikleri için dinle, ilgilenmeyi pek gerekli görmemelerine rağmen tanrı hakkında da felsefe yapmaktan geri durmazlar. Din ile ilgilenmenin, dinin mahiyetine zarar vereceği yönündeki tezleri, toplumsal tepkiyi yumuşatmak içindir; yoksa samimiyetle bir alakası yoktur. Rasyonalist (akılcı)oldukları için bireyi ve toplumu akılla ıslah edince devletin ve zaman içinde toplumun da özgürleşeceği iddiasındadırlar. Aklın üstünde ve ötesinde ki olaylara inanmazlar. Onlara göre mucize diye bir şey yoktur örneğin. Çünkü Allah kainatı yarattı ama dünya işlerine karışmaz diyen deist bir anlayışı savunurlar. Ortaçağ kilise anlayışına bir tepki olarak ortaya çıktığı da söylenebilir. Para ve mal sevgisiyle dolu, Allah’ı ve ölüm ötesi hesabı devre dışı bırakmış bir aklın, elindekini neden paylaşsın; tarihin zalimleri egolarını nereden besleyerek zulmediyorlar diye bir soru sorulmasına neden izin versin diye de düşünmüyorlar. Çünkü aklın bencilliği, böyle bir özdenetime müsait değildir.
Her düşünce sisteminin uğramak zorunda olduğu gibi rasyonalistler de uğrar eğitime. Çünkü hiçbir düşünce, pratiğe dönüşmeden bir anlam ifade edemez. Düşüncenin pratiği de eğitimle mümkündür, aksi halde bir zihin jimnastiğinden öteye geçemez. Bunu bildiği için olsa gerek(!) mesela John Locke, zengin ve asil ailelerin çocuklarının da, kibar ve asil olmasını ister. Peki, bu parlak (!) düşüncenin pratik hayatta karşılığı nedir sorusuna saygın düşünürümüz, dans eğitimini önerir. Bizim gibi orta veya orta alt sınıf insanların kibar ve asil olmasına gerek olmadığı için dans eğitimi uygun değildir sonucunu çıkarmaktan rahatsız değilim, hatta son derece mutluyum. Yeşilçam’ın salon filmlerinde dans, John Locke’un tavsiyelerinden ne kadar etkilenmiştir bilmiyoruz ama köylü kızı Fadime’nin asilleşip kibarlaşarak dansa kalkması için bir hayli aşamalardan geçmesi gerektiğini biliyoruz. Türkiyede de bir hayli zengin ve kibar insan olduğuna göre eğitim müfredatı değişiklikleri, Osmanlıyı tarihten silen İngilizlerin bu parlak fikirli(!)düşünürünün fikri dikkate alınarak yapılabilir mi dersiniz!? Okulların şu anki ahlaki durumu dikkate alındığında doğrusunu isterseniz bu cümle çok da ironik sayılmaz.
Rasyonalist düşünce Batı’yı , dini kimliğinden soyutlayarak onu et ve kemik yığınından ibaret bir laboratuvar malzemesi haline getirdi. Maalesef ülkemizdeki bu etkileşim, şimdilerde ilim kisvesiyle neredeyse din haline gelmek üzeredir.
Felsefeyle pedagojiyi bağdaştıran Alman düşünür Fröbel gibi bir vicdanın ’’ Din, çalışma ve itidal gibi üç kökün birleştiği bir dünya, barış ve saadet cenneti olmuştur’’ anlamındaki çığlığının da Batı’yı uyandırmaya yetmediğine üzülerek şahit oluyoruz. Bu üç kökün parçalanmasından kaynaklanan faturanın bedelini çok ağır olarak ödüyoruz insanlık olarak.
Akıl elbette nimet ve Allah’ın lütfudur ama haddini bildiği kadar. Selamlar.
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım :
Genç Online Türkiye'nin En iyi 1
oyunlar1 sitesi